Yazar: İsmail Cem Doğru

ANA

Mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerinden kurgulayan sayısal anlamda küçük denebilecek bir kitlenin bireysel çıkarları, dünyayı yaşanabilir bir yer olmaktan çıkarıyor. Buna karşın durumun farkında olan mutsuz bir azınlık çareyi direnmekte ve insanları bu konuda uyarmakta buluyor. Tanımlanmış ve yasalarca koruma altına alındığı halde güç odaklarına yenilmenin engellenemediği durumlara karşı örgütlenmeyi mümkün kılan en önemli birim olgu, kötülüğün algıda oluşturduğu zemin… Bugünlerde artık tüm dünyada kolaylıkla erişilebilen dijital platformlar aracılığıyla silah ticaretini ve cinayeti özendiren yapımlar insanları bir ‘yok oluş’ yolculuğuna adım adım sürüklese de dünya hâlâ her adımın kontrol edilemeyeceğini kanıtlayan olayların içinde kendini bulabiliyor. 2020 yılı insanları kronik tüm alışkanlıklarına…

Devamını Oku
ANA

İki binli yıllara girerken yaşamın değişkenlik göstermesi kaçınılmaz ayrıntıları özenle işaretlenmiş ve hedef haline getirilmişti. Açıklanmadığı gibi üstelik sorgulanması da engellenen gerekçelerle toplumla uyum içinde yaşaması önlenen kesimlerin iktidarları büyük bir özgürlük hareketi gibi sunuldu ve tüm toplum nezdinde kabul gördü. Asla bir araya gelmesi mümkün görünmeyen görüşler bir araya gelmişti ve bu durum kabuğun kırılması, sınırların yıkılması gibi sunuldu. Kimse bir araya gelmeme lüksünün kaynağını sorgulamadı. Neden bir araya gelinmediğini sorgulayan herkes ya tasfiye edildi ya da ortadan kaldırıldı. Başka toplumları örnek gösterenlere öze dönme argümanıyla saldırıldı. Ama içe dönenlere de yurt dışındaki saygınlık üzerinden pazarlama yapıldı. Zamanla insan…

Devamını Oku
ANA

Zekâ kavramı, kişiyi geniş kitleler içinde görünür kılan, diğerlerinden ayıran ve dikkatlerin üstünde toplanmasını sağlayan en önemli ayrıntıların başında geliyor. Haliyle insanın topluma göstermeyi istediği ilk özelliği de zekâsı oluyor. Çünkü görünür maliyeti en düşük, getirisi en yüksek edimdir zekâ. Zekânın yarattığı farkı ortaya çıkaracak etkinlikler sırasında kişiyi yukarıya taşırken belli odakları da aynı anda aşağı çekebilecek eylemler, istenen sonuca ulaşma süresini epey kısaltıyor. Bu anlamda zekâyı öne çıkarırken aradaki farkı kişinin lehine açabildiği ve büyük bir koruma duvarı oluşturduğu için mizah çok güçlü bir silah aynı zamanda. Her güçlü silah gibi acemi birinin elinde büyük bir tehlikeye dönüşse de…

Devamını Oku
ANA

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü ülkemizin standartları ve geleneksel öğretiler ışığında karşılayıp içselleştirmeye çalışıyoruz. Elbette kafalar karışık. Kadının durumu hakkında bir karara varmakta oldukça zorlanıyoruz. Kadının herhangi bir hakkı var mı, yok mu, çalışmalı mıdır, çalışması her şeyi berbat mı ediyor, çocuk doğurmak onun hakkı mıdır, zorunluluğu mudur, bir seks objesi midir, başka bir şey midir, bir türlü karar veremiyoruz. Her şeyden önce insan dediğimiz canlı türü yedi – sekiz cinsiyetten oluşmuyor. Erkek dediğimiz cinsin dışında bir de kadınlar var işte. O kadar. İlginçtir; her görev ve sorumluluk içinde bulunurlar. Ama haklar konusu hep tartışmalıdır. Özellikle kadınları ilgilendiren günlerde herkes güzelleme…

Devamını Oku
ANA

Edebiyat ortamının sürekliliğini koruyan harareti ve gerginliği zaman zaman can sıkıcı diyaloglara ve kırgınlıklara sebep olabiliyor. Ama bu yeni bir durum değil. Bu ortamla tanıştığımızdan bu yana benzer bir sorun yaşanıyor ve bunun külliyen olumsuz bir durum olduğunu söylemek mümkün değil. Edebiyat ortamındaki tüm değişimleri ve gelişimleri gençlerin itirazları biçimlendiriyor. Ama bu itirazlara bir yön verilmezse ve projeye dökülmezse hoş birer anı olarak tarihteki yerini alıyor. Genç şairin genel olarak itirazı kendine yer açma kaygısından kaynaklanıyor ve bu oldukça haklı bir gerekçe. Çünkü sabah erken kalkıp alanı dolduran “dinozorlar”ın meydanı kimseye bırakmaya niyeti yoktur. Kaldı ki neden bıraksınlar. Edebiyat bir…

Devamını Oku
ANA

Her yılın Aralık ayına söz konusu yılda yaşanan felaketlerin listesini yaparak giriyoruz. Sonra bir sonraki yılın o listedeki hiçbir sıkıntıyı içine almaması için ricacı olma hazırlıkları yapıyoruz. Ama nedendir bilinmez, torpil işlemiyor. 2020 yılı hiçbir dakikayı boş geçmeyen bir Ocak enerjisiyle başladı. Başka zaman olsa böyle bir Ocak ayı yüzünden üzüntüden nefes alamıyor olurduk. Demek oluyor ki artık her şeyi kanıksayacak noktaya gelmişiz. Depremin üzüntüsüne sonraki süreçte yaşananları da eklersek bundan sonra yaşanacak hiçbir şeyin bizde büyük sarsıntılar yaratmayacağını, bugüne dek olmadığı kadar derin bir etki bırakmayacağını anlayabiliyoruz. Yine de Kobe Bryant’ın ölümüyle ilgili çok farklı bir durumla karşı karşıyayız.…

Devamını Oku
ANA

2004 yılında bir edebiyat dergisinin isteğiyle söyleşi yapmak üzere elektronik posta ilettiğim Ataol Behramoğlu, yanıtına teşekkürünün yanına bir de telefon numarasını eklemişti. Aradığımda söyleşiyi yayımlayacak dergi hakkında bilgiler istemiş, beni de Aksanat’taki etkinliğine davet etmişti, “atla gel vaktin olursa. Tanışmış oluruz.” diyerek… Behramoğlu benim ustam değildi. Ama Türk edebiyatı tarihi için çok önemli bir ustaydı. Şiiriyle barıştığımı söyleyemem. Ama iyi bildiğimi de saklamanın âlemi yok. O gün bahsi geçen tanışmayı kaçırmam söz konusu olamazdı. Etkinlikten önce yayına gittim. Çay ısmarladı. Etkinlik başlayana dek sohbet ettik. Daha çok o konuştu ama arada sorduğum soruları, küçük yorumlarımı gülümseyerek ve dikkatlice dinlediğini fark…

Devamını Oku
ANA

Levent Karataş’ın zaman zaman ilettiği bir cümlelik soruları, konuşma metinlerini, iletileri bir dosyada korumaya çalışıyorum. Zihin açıcı yanları oluyor mutlaka. Bir akşam şöyle bir cümleye takıldım: “Eski köye yeni adet getirmiyorsan, ‘Deneysel’ değilsindir demiş K. Celâl Gözütok. ‘üçüncü eski’ döneminde bu tanım yanlış mı?” Bu içeriğin her dönem için geçerliliğini sürdürmesi muhtemel bir tartışma konusu olma özelliği bulunuyor. Ama giderek daha sığ bir alana sıkışıyor olması bilginin de korunamadığı anlamı taşıyor. Herhangi bir alanda kendine yer açma çabasını gösteren bir insanın süreci kendinden ve bildiklerinden başlatmasının üzücü yanlarını konuşmaya gerek var mı? Söz konusu şiir olunca ya da edebiyatın herhangi…

Devamını Oku
ANA

Son on günlük süre zarfında o kadar karmaşık meselelere tanıklık ettik ki toparlamak zaman aldı. Ama kendi adıma konuyu anlamaya başladım sanırım. Olanların bir kısmı gerçek ama çoğunun ne olduğu belli değil. Sibel artık aramızda değil. Burası gerçek. Ama geri kalanların ne olduğunu henüz anlayamadım. Sibel parasızlıktan mı bunaldı, toplumun acımasız ve insanlıktan nasibini almamış dangalaklarının adiliklerine mi yenildi, tam olarak çözemedim. Ailesi satın mı alındı, doğruları mı anlatmaya çalışıyorlar; bunu öğrenmenin de imkanı yok. Ama herkesin bir fikri var. Bir kesim bunun yönetime kurulan bir tuzak olduğundan yana hiçbir kuşkusu bulunmuyor. Ailenin üç kuruşa tamah edip bu durumu örtmek…

Devamını Oku
ANA

Bu sıralar edebiyat tartışmaları şairler üzerinden sürdürülüyor. Son olarak Haydar Ergülen’in engellenen etkinliği edebiyat ortamının yoğun olarak tartıştığı bir konu olarak dikkatleri çekti. Aslında yoğun tartışma tabirini de sözün gelişi söylemiş olabiliriz. Bu kadar önemli bir mesele yoğun olarak tartışılıyor mu bundan da emin değilim. Bu konunun açması gereken pek çok önemli başlık bulunuyor. En önemlisi edebiyata ayrılan kaynakların nasıl kullanıldığı konusu. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumsal ideolojisi bulunmuyor. Daha çok güncel resmi ideolojik tercihler öne çıkıyor. Nazım Hikmet’in dönemin CHP’li hükumetiyle yaşadığı ihtilaflar bugünün koşullarında oldukça şaşırtıcı bir durum gibi görülüyor olabilir. Oysa Resmi ideolojiyi de kurumsal devamlılık tayin etmiyor.…

Devamını Oku
ANA

Dilenciliğin bu denli meşru görüldüğü ülkelerde kimse yoksulluktan intihar etmez. Ancak Türkiye’den peşi sıra intihar haberleri yayılıyor. İki farklı şehirde yoksulluktan intihar edildiğini okuyan insanların üzüntüsü bir sayfadan öteye uzanamıyor. Çünkü biten para değil aslına bakılırsa. Biten yaşama gereksinimi ve umudu. Bu mücadeleyi vermenin anlamsız hali… Hatay’ın Samandağ ilçesinde üç ay önce genç bir adam karısının ve çocuklarının gözü önünde öldürüldü. Kentte yoğun bir üzüntü hâkimdi. Ama bir daha bunu kimsenin denemeye cesaret edemeyeceğini gösteren şiddette bir infial oluşmadı. Üç ay sonra kocası gözü önünde dövülerek öldürülen kadın intihar etti. Herkes üzgün. Devletin halka verecek parası yok. Muhalif haber bültenleri…

Devamını Oku
ANA

Aksisanat portal’da yayımlanmış “Edebiyat Atölyeleri ve Haydar Ergülen Meselesi” başlıklı yazımın tartışmayı sorunları yaratan zemine çekebilmesini ummuştum. Ama görüyorum ki herkes konuları resmedilmiş sonuçlar açısından değerlendirmeyi seviyor. Sonuçların bir sunuş olduğunu unutarak üstelik… Bazı detayları atlıyor da olabilirim. Yine de konuya anladığı yerden dâhil olma özgürlüğünün arttırdığı bulanık ortamı ihmal ederek bir sonuç ummaya devam etmekten başka bir çare görünmüyor. Şu ana kadar söz konusu meseleyi destekleyen mesajlarda da bunu eleştiren cümlelerde de öne çıkan tezler belli. Özellikle eleştiriler; Şiirin okulu olmaz, şiir öğretilemez.Şiirin atölyesi olmaz. Atölye şiire ait bir kavram değildir.Şiirin ticareti olmaz.Para karşılığı şair yapma yetkisi yok.Şairlik ve…

Devamını Oku

Haydar Ergülen’in yönettiği şiir atölyesi çalışmasına yönelik tepkilerin gerekçesini anlayabildiğimi söyleyemem. Okuduğum bazı görüşlerin birtakım ayrıntılarda haklılık payı olsa bile temel olarak bir mantık hatası göze çarpıyor. İtirazın temelinde şiirin parayla ilişkisi var. O paraya şair olunmayacağı düşüncesi ekseninde taraftar toplayan tartışmanın okur nezdinde karşılık bulmasına itirazım yok. Parası olmayanın şiir öğrenmek gibi bir hakkı var sonuç itibariyle. Ama parası olmayanın su içme hakkı da var. Oysa parası olmayanın su içme hakkı için bir gösteri yapmaya kalksak taraftar toplayamayız gibi geliyor. Okurun Haydar Ergülen’i ücretsiz dinlemek istemesi haktır. Buna itiraz etmek mümkün değil. Ama işin geri kalanı ne yazık ki…

Devamını Oku

İnsanın aklına ilk geleni doğru sanması ya da duyduklarından damıttıklarına tapınması ile nasıl mücadele edilebilir? Özellikle dijital teknolojinin copy+past kavramını zihnin işlevlerinden birine dönüştürmesiyle bu durum bir kişilik özelliğine de dönüşmüş oldu. Bir derginin yayımlanma gerekçesi hakkında bile yeterince düşünme ihtiyacı hissedilmediği o kadar açık ki. Her şey unutulur, her şey affedilir. Ama insanların yatağından öfkesi ve kiniyle uyanıyor olmasının yarattığı zehirlenme baş edilir gibi değil. Bunu affetmek de söz konusu değil. Her şey bir işin yapılma gerekçesini anlamakla ya da anlama ihtiyacı hissetmekle başlıyor. Örneğin bir dergi neden yayımlanır? Bir yayınevi neden kurulur. Bir şiir neden yazılır? Bir itiraz neden dillendirilir. Aksisanat dergisi…

Devamını Oku

Sevgili Yılmaz Özdil, Yanlış anlama lütfen, sana dair beslenmiş bir sevginin bende karşılığı yok. Ama sana dair olumsuz duygular da beslemiyorum. Zaman zaman neye hizmet ettiğini anlayamadığım bulanık çıkışlarına rağmen benim için odaklanılması gereken bir sorun değilsin bu dönemde. Sahip olduğu olanakları üstün körü kullanıp bugünün Türkiye’sine zemin hazırlayanları kınayacak vaktimiz kalmadı. Keşke yıllar önce sosyalistler bugün olacaklar hakkında uyardığında karşılığı pişkin gülümsemelerle ve alaycı bakışlarla verilmeseydi. Keşke bunu yapanlar sosyolojik pervasızlıkları Kemalist doktrinin gereksinimi gibi göstermeseydi. Neyse, olan oldu. Artık hiçbir şeyin geri dönüşü yok. Seni bizzat bu konularla ilgili suçlayamam. Ama aynı seri üretimin bir ürünüsün sonuç olarak.…

Devamını Oku

Öğleden sonra bir sosyal medya paylaşımıyla öğrenmiştim olanları. Hacettepe Üniversite’sindeki etkinlikte Ahmet Telli’nin yaşadıklarından söz ediyorum. Sebebini bilemediğim bir ürkeklik kapladı içimi. Ne Ankara’daydım ne de tehlike altındaydım. Ama tehlike altındaki bir insanın endişesi kaplamıştı içimi. Bu duyguya çok yabancı sayılmam. Daha önce defalarca tehlike ve tehdit altında bunu hissetmiştim. Kendimi ölüme yakın hissettiğim zamanlar da olmuştu. Ama internetin ücretsiz hediye edildiği, adı bir kot pantolon markasını andıran kafe’nin sıcacık ortamında kendimi tehlike altındaki zamanlarla özdeş duygular içinde bulmuştum. Panik içinde Ahmet Telli’yi aradım. “Gayet iyiyim, hiçbir şeyim yok” derken de sesi iyi gelmiyordu. Olayı bilmek isteyeceklerini düşündüğüm arkadaşlarıma haber…

Devamını Oku

Ağabey diye yazılıp Abi diye okunan bu sözcüğün Türkçedeki müstesna yeri pek çok gerekçeye dayanıyor. Türkçede okunuşuyla yazılışı farklı olan çok az sözcük var. Biri de bu. Bir de başka dillerde karşılığı olmayan çok az sözcük vardır. Yine bir tanesi bu sözcük… Ama iki özelliği aynı anda taşıyan öyle sanıyorum ki tek sözcük “Abi” ya da “Ağabey”. Bu topraklara aittir ve sanıldığı gibi yaş farkını ifade etmez. Ne bir statü ifade eder ne de bir rütbe. Birinin hayatına dokundukça anlamını büyütür. Gülümsedikçe heybetini yükselten bir saygı ve sevginin tanıklığıyle sonraki nesillere güvenle aktarılabilmiş bir karşılıktır “Abi”. Bunun anlamını bilerek büyümüş…

Devamını Oku

Üniversite yılları politik görüşlerin şekillendiği en hareketli yıllar herkes için. Her politik görüşün bu mecrayı geleceğin teminatı olarak gördüğüne şüphe yok. Sebep – sonuç ilişkisine bakılmaksızın geçmişteki bu görüntünün bugün de değişmediği ortada. Ama değişen çok şey var. Sol tandanslı siyasi görüşlerin yaşamınıza dâhil olmasıyla birlikte önce size dayatılan kitapları okumaya başlarsınız. Dinlediğiniz şarkılar değişir. Popüler kültürün tüm parametrelerinden utanmaya başlarsınız.Yaşadığınız coğrafyayı ve dünyayı öğrenmeye başlarsınız. “Etnik” diye biz sözcük yaşamınıza girer. Türkülerin önemini kavratırlar. Hiçbir şeye burun kıvırmamayı öğretmeye çalışırlar. Sonunda ortaya hayal ettiklerinin dışında kişilikler çıktığında bile devrimci bilinç ve örgütlenmenin gereksinimleri değişmez. Öğrenciliğimizin ilk yıllarında devrimci mücadeleden…

Devamını Oku