İki binli yıllara girerken yaşamın değişkenlik göstermesi kaçınılmaz ayrıntıları özenle işaretlenmiş ve hedef haline getirilmişti. Açıklanmadığı gibi üstelik sorgulanması da engellenen gerekçelerle toplumla uyum içinde yaşaması önlenen kesimlerin iktidarları büyük bir özgürlük hareketi gibi sunuldu ve tüm toplum nezdinde kabul gördü.
Asla bir araya gelmesi mümkün görünmeyen görüşler bir araya gelmişti ve bu durum kabuğun kırılması, sınırların yıkılması gibi sunuldu. Kimse bir araya gelmeme lüksünün kaynağını sorgulamadı. Neden bir araya gelinmediğini sorgulayan herkes ya tasfiye edildi ya da ortadan kaldırıldı. Başka toplumları örnek gösterenlere öze dönme argümanıyla saldırıldı. Ama içe dönenlere de yurt dışındaki saygınlık üzerinden pazarlama yapıldı. Zamanla insan en basit bilimsel gerçekleri bile savunamaz hale geldi. İş kendi gibi düşünmeyenin yaşam hakkı olamayacağını açıklamaya geldiğinde bile kimi yılgınlıktan, kimi kredi kartı borcundan, kimi parası ödendiği sürece kimin ne dediğini önemsemediğinden sesini çıkarmadı.
Konu öyle bir noktaya geldi ki sıra işinin uzmanına yani uzmanı dışında yapılamayan işlere saldırmaya geldi. Örneğin sağlık, eğitim gibi konuların şöyle özellikleri var. Bu işi yapacak insanların hem eğitimini alması hem de işin çıraklığını yapması gerekmektedir ve bu işler uzmanları dışında kimsenin herhangi bir yorumda bulunması söz konusu olamaz. Ama gelin görün ki konu hakkında herhangi bir yetkinliği olmayan kişilerin önce o insanları yönetmelerini sağlayacak düzenlemeler yapıldı. Sonra da yetkin insanlar sorumlu oldukları insanların saldırılarına açık hale geldi.
Günün birinde insanlar dövdükleri doktorların, öğretmenlerin dayak yememesi için yapmaları gerekeni sıralarken dinleyenler de onaylar hale geldi. Belleklere başlar ve ayaklar meselesi kazınmaya çalışıldı. Kim baştı ve kimdi ayak olan.
Pozitif bilimi itibarsızlaştırmak için her yol denendi diyebiliriz. Dünyanın her yerindeki alternatif tıp teknikleri her ülkede nasıl irtifa kazandıysa ülkemizde de benzer durumlar yaşandı. Biz buna ek olarak metafizik metotlar da ekledik ve deyim yerindeyse bilimsel isimler vererek durumu meşrulaştırdık. Tiroit hastalığına karşı hangi duanın iyi geleceği konusunda uzlaşılamadığı zamanlar olduğunda herkes asgari müşterekte uzlaşabilmişti. Asgari müşterek duaydı elbette.
Tam artık modern tıbbın gereksizliği konusunda toplumsal uzlaşıya varıyoruz derken bir virüs çıkıp her şeyi berbat etti. Bir anda tüm meditasyon önerileri rafa kalktı. “Nirvana’ya gelin, orada virüs yok” derler diye elimde kefen paramla bekledim. Gözüm kapalı harcayacaktım, yeter ki birileri beni de Nirvana’ya alsındı. Ama öyle bir öneri gelmedi. Dua ve temenniler vardı ama bu kez yıllardır doktorları hangi koşulda dövmeyeceklerini anlatanlar bu defa alkışlıyordu. Şimdi bu yazıyı okuduysanız ve doktor dövmediği, öğretmenine hakaret etmediği ve bu durumu savunmadığı savıyla durumu kurtarma eğilimine yüz verdiyseniz bu duruma engel olmak için hiçbir şey yapmadığınızı hatırlayın. Tedavisi din, dil, ırk, mali durum gibi ayrıntıları önemsiyorsa da virüsün kendisi bu ayrımların hiçbirini yapmıyor. Hiçbir psikolojik baskıdan etkilenmiyor. Dua tanımıyor. Öyle her yerinize batıracağınız iğnelerden de etkilenmiyor.
Aslında formül çok zor değil. Bir motorun milini çevirecek şey enerjidir. Duada da o enerji yoktur. Düşünce gücüyle çalışan bir otomobil, duayla soğutan bir buzdolabı asla yapılamayacak. Ama bilmenin de sınırları var. İnanmanın ise sonsuz bir evreni… İnsan istese de aklı ve ruhu arasında bir tercih yapamaz. İnancına sarılanın akla, bilime sarılanın ruhunun sağlığıyla ilgilenmeye ihtiyacı var. Modern toplumlar bu dersleri dört yaşında vermeye başlıyor. Biz bu vukuatı deneme metninin konusu yapıyoruz.
Bir şeye inanmaya ihtiyaç duyan insanların da durup dururken inançlarıyla oynamak büyük gaflet. Çünkü bu durum o insanı geri dönüşü olmayan bir boşluktan bırakmak anlamına gelecektir. Bilmekle inanmanın sınırları içinde insanın dogmasıyla kendine yaşam alanları açtığını da unutmadan anlaşılır ayrımlar yaratmak zorundayız yeniden. Amaçlarımızı dogmalarımıza borçluyuz. Hadi filmi başa saralım. Yüz yıl öncesine geri gitmek olacak ama bir yüz yıl daha geriye gitmemek için bir yerden başlamak zorundayız.