Yazar: İbrahim Ekrem Keleşoğlu

ANA

Distopik, apokaliptik, post-apokaliptik kavramlar kelime olarak gündelik hayatın içinde kullanılmaya başlanmasına rağmen, ortalama sanat alıcısının belleğinde silik olan, toplum sosyolojisi ve yönetim biçimleri üzerine tanımsal kavramlardır. Aynı zamanda edebiyat ve sinemada birer sanatsal formdurlar. Bu alanlardaki eserlerin ilk örnekleri 20. yy başında edebiyatta ve ardından sinemada ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün aktüellik kazanan bu olguların öncülü olan kavram “Distopyadır. Distopya ütopik bir devlet anlayışının antitezini tanımlamak için kullanılmış ve tanımladığı devlet yapısına Distopik denilmiştir. Distopik toplum, tüm yetkilerin tek bir merkezdeki diktatoryal bir yönetimin elinde bulunduğu devlet sistemidir. Bir anlamda totaliter ile eş anlamlıdır. Latince kökenli “totus”…

Devamını Oku
ANA

Sinema, yapısındaki “fiziksel gerçekliği” güçlü yansıtabilme özelliğinden dolayı izleyici ile kurduğu kolay ilişki, onun geniş kitlelere ulaşmasını sağladı. Bu da sinemayı, sosyoekonomik katmanlar arasında en geçirgen sanat dalı hâline getirdi. Genç bir sanat disiplini olarak, etki alanının büyüklüğü başarılı olduğu kadar bir handikaptı. 20.YY başlarında sinemayı gerçek bir sanat dalı olarak tanımlayabilmek için teorik temelli kuramlar oluşmaya başlamıştı. Birçok sinema insanına göre sinema sadece bir eğlence aracı değil, işlevsel bir disiplindi. Bu kuramlar sinemanın izleyici ve toplumla olan gerçeklik bağını sorgulama üzerineydi ve bir anlamda sinemanın etik yapısını oluşturuyordu. Üzerinde özellikle durulması gereken sinemanın kitleyle kurabildiği kolay ve etkili iletişimin…

Devamını Oku
ANA

Don’t Look Up. Bilim-kurgu, komedi, dram.? Belki. Ancak bunlardan sadece bir tanesine yaslanmıyor. Hepsinden bir miktar alan apokaliptik bir film. Dolayısıyla Don’t Look Up’ dan sinemasal bir yenilik, anlatımda derinlik, sanatsal göz alıcılık beklemeyin. Çünkü böyle bir amacı yok. Film Kafkavari bir kurguyla sistemi eleştirmeden, tüm çıplaklığı ile göstermek istiyor. Bunu yaparken sinemanın bileşenleri olan; kurgu, ses, oyunculuk, mekan, belgesel, doğallık gibi unsurları bir araya getirmeyi başarıyor. Alt anlamıyla Pop-Art ikonu Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak” sözüne bir selam gönderiyor duygusu uyandırıyor. Film genç bir astronomun bir kuyruklu yıldız fark etmesiyle başlıyor. Daha sonra bunu deneyimli…

Devamını Oku
ANA

İbrahim Ekrem Keleşoğlu Söyle, ben saçlarımı kestirsem ne olur? Bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur. Jean Seberg’in varoluş hâli, sanatsal dilin alegorik nefesiyle ancak bu kadar net ve güzel – estetik ifade edilebilirdi… 1979 yılının 8 Eylül günü Paris’in ıssız bir sokağında, arabasının içinde yanında ilaç kutusu ve intihar notu ile cesedi bulunmuştu. Notta “Diego, sevgili oğlum, beni affet. Artık yaşayamıyorum, beni anla. Bunu yapabileceğini biliyorum ve seni sevdiğimi biliyorsun. Güçlü ol, seni seven annen” diye yazıyordu. “Güçlü ol” diyen birini gücünün son noktasına getirip, ölüm duvarına yaslanmasına neden olan neydi? Yanıt önemli. Çünkü notu yazan, Parizyen kadınların ikonu Jean Seberg’di.…

Devamını Oku
ANA

İbrahim Ekrem Keleşoğlu Yeni Dalga Avrupa sinema tarihi içinde öncülleri “İtalyan Yeni Gerçekçilik” ve ”Fransız Şiirsel Gerçeklik” kadar önemli olan bir akımdır. Yarattığı özgün sinemasal alanın etkileriyle deneysel çalışmaların kapılarını açan kavramsal fenomendir. 1950’ler ile 1960’lı yıllar arasında oluşan Yeni Dalga Akımı, bir entelektüel birikimden ya da sinema teorisinden değil, kendi yaşanmışlıkları ve algıları üzerinden kurguladıklarını sinemalaştırmak isteyen insanlarının doğaçlamalarından oluşmuştur. Yapılan işe Yeni Dalga adı sinemacılar tarafından verilmemiştir. Bu isim L’Exprees dergisinin oluşmaya başlayan hareketle ilgili yaptığı değerlendirme sonucunda “Yeni Dalga Geliyor” başlığını atmasıyla ortaya çıkmıştır. Burada açıklanması gereken; Yeni Dalga Akımı içinde, sinemanın klasik kavramsal kalıplarına bağlı kalarak…

Devamını Oku
ANA

Paleontoloji, modern insanın 150.000 yıl önce Afrika’dan yeryüzüne yayılmaya başladığını söylemektedir. Bu karşılaştığı sorunları çözecek davranışları göstererek, doğanın zorluklarına uyum sağlayabilmek için kendinde olmayan barınma ve giyinme gibi fiziksel koşulları oluşturmaya başlaması demekti. Ayrıca beslenme zincirindeki yerini anlayarak, biyolojik varlığının devamlılığını sağlamak ve bunları deneyimleyip belleğinde saklayıp, daha sonra kullanabilmesi için gerekli olan bilincin oluşma anıydı. Bir noktada içgüdüsel olarak başlayan bu davranışları, geçirdiği fiziksel evrimin sonucunda, beyninin büyüyüp işlevsellik kazanması ile birlikte, bilgi birikimine dönüşerek belleği oluşturmuştur. Belleğin oluşumu ile birlikte güçlü bir ileri adım atarak ‘ben’ duygusu dediğimiz, kendinin bilinçli farkındalığına kavuşmuştur. İnsan olmanın ilk eşiğini böylece geçerek,…

Devamını Oku
ANA

İbrahim Ekrem Keleş “De te fabula narratur.” Das Kapital’in önsözünde yer alan ve güçlü bir vurguya sahip olan bu cümle gibi, Yeni Gerçekçiler de izleyiciye aynısını söylediler. “Anlatılan senin hikayendir.” İtalyan Yeni Gerçekçilik, İkinci Dünya savaşından sonra İtalya’daki alt sınıfın yaşadığı kaotik alt-üst oluşu ve hayal kırıklığını, ahlaki yozlaşmayı, ekonomik yıkımın yarattığı sefaleti ve arka sokaklardaki hayatları göstermek istedi. Çünkü onların durağan varlıklar değil, tarihin akışı içinde sert dinamikleri ile var olan, sınıfsal yapılarını oluşturacak olgunluk aşamalarından geçen, çaresizlikleri kadar dirençli toplumsal bir grup olduklarını biliyorlardı. Avrupa’da 1939’da başlayan İkinci Dünya savaşı, 1346 ile 1353 tarihleri arasında bu…

Devamını Oku
ANA

İnsan kendinin bilinçli farkındalığına varıp, onu çevreleyen doğayı tanımlamaya başladıktan sonra, özne-nesne etkileşimi ve varlıklar birlikteliğini belleğinde oturtmaya başladı. Geçirdiği aşamada düşünce alanı oluştuğu gibi,  anlayamadığı ama etkisinde kaldığı duygularını dile getirebilmek becerisine kavuştu. Bu insanlığın geleceğindeki sanatsal varoluş biçimlerinin önünü açacak anın başlangıcıydı. Deneyimlediklerini biriktirerek oluşturacağı anlam alanlarından çözülen farklı sanatsal disiplinler, böylece oluşmaya başlıyordu. Bu sanat dallarından bir tanesi, insan olma hali ile başat olan müziktir. Müzikte ilk adım, ilksel iç sesindeki armoni, ritim ve renklerin dış dünyadaki karşılıklarını bularak atılacaktı. Yani doğanın sesleriyle. Rüzgarın fısıltısı, çağlayanların uğultusu, yağmurun ve rüzgarın sesi ile gökgürültüsü onun dış dünyadaki müzikleriydi.…

Devamını Oku