İtiraf etmeliyim ki, çok korktuğum, fazlasıyla çekindiğim bir husustur birine, birilerine kitap tavsiye etmek. Kendime bile telkinde bulunmak istemem… Dolayısıyla bir tür derkenar olarak kabul edilirse söylediklerim, sevinirim.
Thomas Mann okumadan kişi kendini okur olarak tanımlayabilir mi? Bundan emin değilim. “Buddenbrooklar”, “Büyülü Dağ” ile “Yusuf ve Kardeşleri” ne muazzam eserlerdir… Romanda inşa nedir, diye sorsalar, bu üç kitabı işaret ederdim herhalde. Bizde önemsenmediğini düşündüğüm ne varsa, hepsi sanki bunlarda sık sık çıkar karşımıza. Ancak ben hazmı (?) daha kolay olan bir novellasını öneririm: “Venedik’te Ölüm”
Gustav von Aschenbach’ın sanat üzerine mülahazalarını bir kenara koyup, bıyığı henüz terlemiş Tadzio’ya bağlılığına bakmak gerek. Eğer “mutlu ölüm” diye bir şey varsa, muhtemel ki, onun yaşadığıdır olsa olsa… “Seven” ve “sevilen” arasında yaptığı ayrım ve “seven”e yüklediği çok katlı anlam karşısında, hiç unutmam, çok etkilenmiştim. Varlığından hoşnut olduğumu sandığım nice şeyi yıkmıştı içimde. Bir deprem sonrası sessizliğine gömülmüştüm.
Sonraki okumalarımda da değişmedi bu his… Ama yanına başka başka hisler katıldı. İlk okumada farkına varamadığım şeyler…
Thomas Mann’ı sevenin Goethe’den uzak durması mümkün mü? “Genç Werther’in Istırapları”nı düzyazılmış şiir olarak da okuyabilir kişi… Bir aşk romanı olarak da… Ben ne vakit okusam, insanın insan için yaratılmadığını düşünürüm hep!
Mann ve Goethe’nin yanına Christa Wolf yakışır kanımca… “Kassandra”sı muhteşemdir hiç kuşkusuz, lakin ben, dilimize “Hiçbir Yerde” diye çevrilen “Kein Ort. Nirgends”a dikkat çekmek istiyorum. Ve niye tekrar basımı yapılmadı bu muazzam eserin, inanın anlamıyorum. Çevirmen Alev Yalnız’ın karşısında ise saygıyla eğiliyorum.
Okuduğum romanlardan cümleler kalmaz aklımda… Ancak bu romanda bir cümle var ki, unutamıyorum: “Şiir mutluluğun lüksüdür.”
Bu arada, nedendir bilmem, bu roman ile Oğuz Atay’ın “Beyaz Paltolu Adam” hikâyesi arasında tuhaf bir bağ kurarım her seferinde…
Rilke ile Günderrode’ye bir kurmacanın içinden bakmak isteyenler için bulunmaz bir nimet sanki…
Son olarak Refik Halid Karay’ın “Bugünün Saraylısı” ile Peyami Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” arasında kalmak isterim. Biri kıymeti pek bilinmeyen bir şaheserdir, diğeri ise bilinen, ama az okunan bir klasik…