İsmet Yazıcı Minyatür Sanatçısı Özcan Özcan’la Aksisanat için bir söyleşi gerçekleştirdi.
“İyi bir ressam iyi bir edebiyatçıdır. Biz de kompozisyon yaparken, yani minyatür yaparken şiir yazarız aslında. Kısaca yolcuyu bulduysanız geriye yolu göstermek kalır…”
İSMET YAZICI: Hayatta hiçbir şey, hiçbir karşılaşma tesadüfi değildir kuşkusuz, “vaktin zorunluluğudur”; ama biz yine de insanların genel kabulünden gidelim, seninle karşılaşmamız bir tesadüf eseri oldu diyelim. Ama ne tesadüf ve de ne denk bir tesadüf. 19 yılı geçmiş; projelerimize kattıkların, ürettiğin minyatürler beni hep çok etkiledi. Ama seninle tanışışımızın ardında söylediğin o ilk sözünün etkisi ve uyandırıcılığının tadı muhteşem oldu. Minyatürüne hayranlıkla bakarken bir büyüteç uzatmıştın, bununla bak demiştin. Muhteşem detaylarla nakşedilmiş o minyatüre büyüteçle bakınca, şok oldum. Çıplak gözle zaten pek çok detayın resmedildiği o minyatür içinde, çizdiğin padişahın tacının ortasında bulunan o taşın içi bile nakışlıydı. Detaydan detaya, yaklaştıkça daha yakına, daha yakına çekiyordu, boyut geçmek gibi… Dayanamadım “Bu taşın içini nasıl görüp çizdin?” dedim ve sen o muhteşem cevabı verdin: “Biz küçük detayları kesinlikle görerek yapmayız. Görerek yapmaya kalkarsanız gerçekten kör olursunuz. Ama onu gönül gözüyle görüyorsanız, içinizden hissediyorsanız ve hissederek yapıyorsanız, zaten sır olan da budur; o yüzden hissederek yaptığınız bir şeyi de görmeniz gerekmiyor.” Ben o sözünü, o uyanışı hiç unutmadım… Kitabın ortasından da değil, sonundan girdik konuya ama buradan devam edelim diyorum, çünkü senin yaptığın minyatürlerin en can alıcı kısmı bu…
ÖZCAN ÖZCAN: Minyatür sanatı aslında bir mantığın adıdır. Dünyaya başka bir gözle bakabilmek ve ondaki kodları yakalayabilmektir. Bir de üzerine sevginizi koyarsanız o zaman hayat anlam kazanmaya başlar. Sizi diğerlerinden ayıran da bu bakış açınızdır yani hayata sevgiyle bakarsanız problemleri bu sayede aşabilirsiniz. Sevgiyle baktığınızda her detay sonucu daha iyi görebilmenizi çözümleyebilmenizi aynı zamanda insan olabilmenizi sağlar. Gönül gözü bu olsa gerek. Hayata güzellik katan sizi mutlu eden küçük şeyler işte. Düşünülmek, değer vermek, değer görmek hep bu küçük şeylerde saklıdır. Çocuğunuza sarılmak ona sevdiğinizi söylemek, zor durumdaki bir arkadaşınıza sözle bile destek olmak, birine gülümsemek, selam vermek o kadar çok şeyi değiştirir ki sanki hayatın eksik kalan anlam tarafını tamamlar. Hayatta böyle detaylar var işte.
Bir kompozisyon kurarken bütün önemlidir. Bütün detaya ihtiyaç duymaz ancak detay bütünü inşa eder. Benim için detay bir çeşit logostur (kozmik akıl). Yaptığım işlerde felsefenin güzelliğini ararım zaten. Böylece anlam bütünle birleşerek güçlenir eserlerimde. Bu arada unutmadığınıza da çok sevindim çünkü bazen işlerimi yüzyıllar sonra bile anlayabilecek bir kişi çıksa diye çalışırım. Bana göre tarihin en büyük minyatür sanatçısı Kemalettin Behzat’ı bugün anlayabilmek gibi.
İSMET YAZICI: Aslında ilk baktığınız zaman, yüzeysel perspektifi olmayan ışığı gölgesi olmayan resimlermiş gibi algılanıyor minyatür. Ama bu sadece dışardan baktığımızda, yani yapılmış bir şeye baktığımızdaki tanımı. Kuşkusuz iyi bir minyatürün derinliği ve görme işaretleri buna çok aşkın…
ÖZCAN ÖZCAN: Minyatür bir tasvir sanatıdır yani anlatım sanatı. Ben mağara duvarlarına yapılan resimlerinde aynı özellikleri taşıdığını düşünürüm. Dediğiniz gibi yüzeysel perspektifi olmayan ışığı gölgesi olmayan resimler ama bir şeyler anlatılmaya çalışılmış. Felsefede nasıl ilk başta su vardı, yok ateş vardı, yok toprak vardı, yok havaydı. En son dört element… İşte ondan sonra logos fikri. Başlangıçta söz vardı. Söz logostu. Burada sabitlenmişler gibi. İşte aradığım bu benim; ondan öncesi. O mağara resimleri bana ondan öncesini çağrıştırıyor. Hayal olmadan olamazdı diye düşündürüyor. Daha sonraları ruh ortaya konmuş ama hayal rüya ve ruh aynı mıdır henüz karar verebilmek zor. “Ol” dendiğinde her şey olduysa, bu “Ol”un önce bir hayali olmak zorunda. Sonuçta insanı fizikten metafiziğe taşıyan rüya. Söz rüyadan sonradır diye düşünüyorum. Yani her şey rüya gören o mağara adamının o rüyayı metafizikten fiziğe çevirmesi ve somutlaştırmasıyla başladı. Aslında insanın belki de ilk özel yargısı bu. Bununla birlikte başlayacak olan yazı ve inanç medeniyet tarihleri. Daha sonrada doğayı tanıma ve takvim. Sıralamanın böyle olduğu kanısındayım. Bu yüzden minyatür rüyaların resmidir. Bir de 3000 rakımın üzerindeki kaya yazıtları. 3000 rakım çünkü vahşi hayvan yaşamaz ilk önce güvenlik ama oksijen ince ve halüsinasyon görürsünüz. Yani rüya ve çizimler arasındaki bu bağlantı çok önemli. Bu yüzden minyatür rüyaların resmidir. Rüyaların bir kalıbı var mı ki minyatür bir kalıbın sanatı olsun. Rüyalarınızda zaman mekân, perspektif, ışık, gölge mi arıyorsunuz? Hayal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar da büyülü bir sanat dememin sebebi de bu. Ayrıca minyatürü insanın en basit ve en doğal kendini ifade ediş şekli olarak da görürüm. Bundan dolayıdır ki herkes minyatür yapabilir. Her şeyde olduğu gibi teknolojinin devreye girmesiyle birlikte minyatürde de bir gelişme başlamıştır. Kâğıdın icadı ve yaygın kullanılmaya başlaması ve bu bağlamda boya fırça gibi malzemelerin kolay elde edilebildiği günümüzde bu sanat çok daha ilerilere ve teknikleri gelişime açık hale gelecek gibi. Kendi özelliklerini koruduğu gibi kendine yenilikler katacağı da gayet net görünüyor. Minyatür kelimesi Fransızca “Miniature” kırmızıya boyamak anlamına geliyor ancak İbranice “Âdem” kelimesi de kırmızıya boyanan anlamında. Aradaki bağlantı bana çok ilginç gelmiştir. Daha ilginç olanı ilk örneklerine Karahaço harabelerinde duvar resmi olarak Budist rahip çizimlerine rastlanılmış olması ve minyatürün Türk Sanatı kabul edilmesi. Kırmızının bu denli önemli olduğu bir inanç sistemi ise Maniheizm ve Maniheizm civar inançların içine gizli de olsa bir şekilde yerleşmiş durumda. Budist rahipler manihist rahipler birbirinin neredeyse aynı ve Mani’nin bir ressam olduğu biliniyor ve bu örneklerden anlıyoruz ki bunlar minyatürler. Büyük olarak duvarlara çizilmiş olsalar da teknik olarak minyatür bunlar. O dönemlerde de Maniheizm bölgede çok yaygın ve aynı zamanda Göktürk devletinin de resmi dini olmuş bir ara. Bazen bu yüzden “Miniature” demektense “Maniature” dediğim de oluyor. Kurşun oksit yani minium rengi aynı zamanda Maninin rengi ve hatta Budist rahiplerin hala en başta kullandıkları renk ve aslında bu renk Güneşin rengi. Güneşin dili olduğuna göre Güneşin resmi niye olmasın diye de düşünmedim değil. Bana göre mağara resimlerinden kaya resimlerine Mısır piramitlerinden Sümer kabartmalarına kadar çizilmiş oyulmuş her resim Minyatür olarak gözüküyor. Çünkü en basit anlatım şekli bu. Bu yüzdende Minyatür şartlanmamış insan doğasının resmidir. Minyatür sanatına çok geniş bir perspektiften baktığım için olsa gerek kuralları sınırları olmadığı, içinde bir anlam (logos) taşıyan betimlemeler olduğunu düşünüyorum.
İSMET YAZICI: İnsanlar neden minyatür yapar; neden resim yetmez… Minyatür sanatı dediğimiz zaman ne anlayacağız?
ÖZCAN ÖZCAN: İnsan neden minyatür yapar? Çünkü metafizikle (rüyayla) tanıştığında ölümsüz olduğunu fark eder kalıcılık sadece maddeyle değil maddenin ötesindedir. Çocuklar mesela ilk rüya gördüklerini idrak ettiklerinde çok korkarlar ancak duvarları karalamak bir şeyler çizmek bundan sonra başlar. Rüya hayata anlam katan en önemli etkenlerden biridir. Rüya görmeseydik bizi kimse hiçbir şeye inandıramazdı. Her şey bu dünyada olur biter ve insan olmanın ne demek olduğunu anlayamaz orman kanunlarına tabi olurduk diye düşünüyorum. Sonuçta başlangıçtaki logos bu bence yani rüya veya hayal… Minyatürü böyle anlattığımda birilerinin kuralları yıkılıyor ama benim gördüğüm bu. Bazıları da çok basit olduğunu düşünüyor evet anlam ve mana basit olduğunda öyle bir derinlik içerir ki bu yüzden o kadarda kolay değildir. Malzemeye ulaşmanın bütün dünyayı tanımanın daha kolay olduğu teknolojik gelişmelerin bu kadar geliştiği bir ortamda minyatüründe durağan kalmayacağı apaçık ortaya çıktı. Kısacası bu sanat konu çeşitliliği yeni teknikler yeni malzemeler ve yeni bakış açılarıyla hem geçmişe ışık tutup hem de geleceğe yeniliklere açık bir şekilde emin adımlarla gidiyor. Kısacası rönesansını yaşamaya başladığını söyleyebilirim. Takip edebildiğim kadarıyla bu işi yapan sanatçılar bir arayış içine girmişler ve bazen çok başarılı örneklerde görüyorum lakin daha çok iyi icraya takılıp kalan alt yapısı eksik olan ve henüz dualist bakış açısından kopamamış, felsefeden biraz uzak kalmış gibiler. Bu yüzden daldan dala konuyorlar. Çok güzel eserler ortaya çıksa da sadece güzel yani biraz anlam eksik kalıyor. Bu da henüz sanatın belirli bir zümre için değil evrensel olduğunun farkına varamamış olmalarından kaynaklanıyor gibi.
İSMET YAZICI: “Geleneksel sanat”, “gelenekli sanat” kavramları da sanıyorum çok tartışmalı bu alanda ürün veren sanatçılar arasında…
ÖZCAN ÖZCAN: Ölene kadar geleneksel diyeceğim ve üreteceğim ama adım ve unvanım hiçbir zaman onlar kadar olmayacak işte sanatçılar için durum bu. Öncelikle ne sanattır ne değildir tartışıldı mı? Bir sanatın aidiyeti olur mu? Geleneksel Türk sanatları, Geleneksel İslam sanatları, Klasik Türk İslam sanatları. Sanat sanki tekelmiş gibi. Bir kere kavramsa bu sanat evrensel midir değil midir? Bakın sanatta ilk özellik doğaçlama olmasıdır. Vay be hiç doğaçlama olmayan bir sanat türümüz var ve bu baş tacı. Avrupa’da Rönesans dönemi düşünürler ve sanatçılar bir araya gelmişler ne sanattır ne değildir tartışmışlar. Kendilerine çok acımasız davranmışlar bu yüzden yüzyılda çok az kişiye sanatçı demişler. Yeni ne yaptın hangi fikri ortaya koydun topluma ne gibi katkın oldu gibi. Sonra doğu sanatlarını tartışmışlar. Minyatür harici hepsini dekoratif sanat kabul etmişler. Yani dekoratif sanat eşittir zanaat. Zaten sanattan para kazanmak zordur çoğu zaman eleştirilirsiniz ne yapmak istiyorsun yaptığın sanat değil gibi birçok şey söylerler ama zanaat öyle değildir zaten dekoratiftir en başta. Sorgulamaz yani. Hitap ettiği de bir kesim vardır hepsi bu. Ayrıca daha açık olsun diye söylüyorum; İyi portre yapan biri iyi portre yapan biridir o kadar. Sanat bunun çok ötesinde. Kaldı ki ben mesela sanat yapabilmek için zanaat haline getirdiğim işleri yapıyorum çoğu zaman. Bense bu sanatların biri hariç gelişimini sürdürebileceğine inanıyorum. En basiti Ebru mesela klasik anlayıştan kopmaya başladığı andan itibaren resimle stilizasyonu da beraberine alarak yeni ve çok güzel örnekler vermeye başladı ama bunu yapan yetenekli arkadaşlar yeteneksiz hocalar yüzünden çoğu zaman istenmediler. Klasiği bozuyorlarmış. Senin klasik dediğin şey ne ki arkadaşım ben ona sanat diyeyim. Bizim camianın çoğu bu. Üzülerek söylüyorum ben dememeyi bile egolarını şişirme aracı yapmışlar. Zaten aykırı düşünen ki sanat bunu gerektirir arkadaşlar olmasa hiçbir şekilde yürüyemeyen zanaatın ötesine geçemeyen branşlar olarak kalacaktı. Kızmasınlar ama zaten büyük kısmını reddettiğim bir camia burası.
İSMET YAZICI: İlk bakışta sanki beli kuralları, sınırları olan resim türü diye görülüyor minyatür, belli kalıpların uygulanışı gibi…
ÖZCAN ÖZCAN: Sadece ilk bakışta olsa genelde demek daha doğru. Dediğim gibi benim perspektifim geniştir. Ta mağara resimlerinden başlatırım ve ilk neyse sonda o olacaktır derim. Topraktan geldik toprağa döneceğiz gibi. İlk başlangıç minyatürse gelişimin son halkası yine minyatür olacaktır. Sonuçta sanatın sınırı olmaz…
İSMET YAZICI: İyi bir minyatür, estetik ve matematiğin muazzam buluşması olarak karşımızda durur; çizginin kullanımı bu buluşmada çok önemli sanıyorum.
ÖZCAN ÖZCAN: “Sanat ruhun matematiksel ifadesidir…” diye bir tarifim var. Ne yani biz matematik bilmiyoruz sanatçı değil miyiz diyenler bile oldu. Ya bu evrenin matematiği milim şaşma olsa belki dünya bile olmayacak böyle bir matematik yani otundan böceğine en basitinden en komplikesine yaşam matematik ta DNAlarımıza kadar ve bu hayranlık uyandıran bir şey. Kimseye ne çarpım tablosu nede sinüs cosinüs problemi sormadım yani… İşte bu bir çizginin matematiğidir bir varoluşun bir noktanın matematiğidir. Anlatım için stilizasyon için tasarım için nakış için her şeydir çizgi. Sizin kitaplarınızı okuduğumda siz buna yol diyorsunuz. Her şey bir yoldur ve herkeste bir yolcu doğumdan ölüme hayatta bıraktığımız izdir çizgi.
İSMET YAZICI: Bir keresinde “Beşyüz tane şiir bilen birine bu işi öğretmek çok daha kolaydır; bin tane bilene daha da kolaydır.” demiştin;
ÖZCAN ÖZCAN: Evet şiir demek ilham yani kelimelerin en güzel şekilde bir uyum halinde kullanımı içinde yaşanmışlıkları sorgulamaları aşkları tefekkürü iç sesimizi dünyayı algılayış biçimlerini ve bunu ifade ediş şeklimizi barındırıyor. Yani insanların yolculuklarında karşılaştıkları her şeyi kelimelerle resmetmesidir aslında. Ne kadar basitse o kadar aşktır o kadar çiledir o kadar yorgun veya o kadar yaşanmışlıktır. Her şiir iz bırakmaz her şiir ezberlenmiş. Ezberlenebiliyorsa bir his bir duygu bir ahenk hepsi bizim sanatımızda olan şeyler… İyi bir ressam iyi bir edebiyatçıdır. Biz de kompozisyon yaparken yani minyatür yaparken şiir yazarız aslında. Kısaca yolcuyu bulduysanız geriye yolu göstermek kalır.
İSMET YAZICI: Ben senin için gelmiş geçmiş en iyi minyatür sanatçısı derim. İşlerinde olmazsa olmaz, kurallar-denge-matematik ve estetiğin yanı sıra inanılmaz bir zihinsel derinlik var; tarih, mit, sembol birikimi var. Ve tabi ki daha da önemlisi minyatürünü oluşturan yaratıcı ve zihinsel derinlik, yalnızca yazılmış ve insanlara aktarılması tercih edilmiş bilginin dışında, farklı bir birikim. Topladığın bilgiyi özelleştiriyorsun… Özellikle Sümer kültürü okumalarının senin için çok önemli olduğunu biliyorum…
ÖZCAN ÖZCAN: Çok teşekkür ederim ama ne olduğumuza zaman şahitlik edecek. İmkanlarımızla ve imkansızlıklarımızla yargılanacağız hepimiz. Zaman bugünün vezirlerini yarın rezil edebiliyor. Tek samimi olanları ve gerçeği saklamayanları koruyor. Zaman işte inşallah adil yargılar. Aynı Yunus gibi hani diyor ya Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir diye. Açık yüreklilikle söyleyeyim imkânım dahilinde yapabileceklerimin en iyisini yapıyorum. Yoksa çoğu zaman beni buralara getiren henüz yapamadıklarımdır diyorum. Belki de böyle olması gerektiği için böyle. Tek üzüldüğüm neler yapabilecek olduğumu bildiğim halde yapmak zorunda olduklarım. Bulunduğum yerdeyse isyan etmekte anlamsız geliyor ama böyle işte akışa bıraktım gidiyor hangi liman olursa olsun yolcuyuz yapabileceğim bir şey yok bu konuda. Zaman demişken de Sümer ama önce Gılgamış destanı. Gerçek adıyla “Bilgemiş”. Zamanın neler yapabildiğini burada bile bulabiliyoruz. Lakin sadece Sümer mitleri de değil Mısır Hint Yunan Çin Kızılderili ne kadar mit varsa hatta inançlar işte beni uyandıran da bu oldu. Hepsi aynı şeyi anlatıyormuş. İşte o zaman aydınlanıyorsunuz. Döngünün tam kalbindeyiz. Yaptığımız her şey bunun için kadim öğretilerin bize anlattığı bu. İnsanoğlunun var olabilme savaşı bu. Yazıyı bulması takvimi bulması hayata tutunma çabası daha çok konfor arayışı bu. Kültürü bu hatta dili de bu. Her şey Güneşe göre ya da tabiata göre şekil almış. Geldiğimiz nokta ise tabiatla olan dostluğumuzu yok etmek üzereyiz maalesef. Son zamanlarda tabiatla bu birliği yeniden kurabilmek üzerine ne yapabilirizi düşünüyorum. Atatürk’ün Güneş dil teorisi bu bağlamda en güzel, en mantıklı teorilerden biri. İnsan her yerde aynı. Önce tabiatın dilini konuşmaya çalışıyor. Tabiatın seslerini taklit ederek bir dil oluşturuyor. Babil kulesinden önceki konuşulan tek dil bu. Kısmet olursa bu konuyla ilgili minyatürler yapmak istiyorum. Öze döndükçe her şey daha çok berraklaşıyor. Bakalım zaman yolculuğumuz bizi nerelere sürükleyecek. Çizgimiz ne olacak herkesten çok merak eden de yine benim… Hayırlısı diyelim. Umarım sorularınıza verdiğim cevaplardan sıkılmamışsınızdır. İçimdeki hakikate hayran asi çocuğa söz geçiremiyorum hala…
İSMET YAZICI: Bir dönem minyatür teşbihte hata olmaz “belgesel” olarak, belge kaydı olarak kullanılmış gibi. Ama artık günümüzde sanıyorum minyatür boyut değiştirmeli.
ÖZCAN ÖZCAN: Evet özellikle devletler imparatorluklar sanatçılara dönemi resmeden minyatürler yaptırmışlardır. Bu yüzden biz o minyatürlere bakarak döneme ait her şeyi görebiliyoruz. Şahnameler, Şenliknameler, Surnameler bize belgeselin en güzel çizim şekli olan minyatürlerle anlatılıyor. Bir minyatür bin yazıdan daha çok fikir veriyor. Bu belge niteliği o kadar öne çıkarılıyor ki bana bazen, sen günümüzü minyatür şeklinde resmetmiyorsun gibi eleştiriler de geliyor. Ancak bizim çağımız bilgi çağı artık fotoğraf makineleri ve kameralar her yerde. Her şey neredeyse kayıt altında. Bize düşen çağımızın gereği bilgiyi ve kültürü yansıtmak olmalı diye düşünüyorum. Maalesef ülkemizin en büyük eksiği resimli kitap eksiği. Üstelik minyatür bu alan için biçilmiş kaftan. Madem ki bu kültürü yaşatmak istiyoruz, madem ki bilgiyi özümsetmek istiyoruz, işimize en çok yarayacak sanat minyatür ancak nedendir bilinmez biraz üvey evlat gibi davranılıyor. Zaten projelerim içinde bu da var. Kütüphanelerin en güzel kitapları olacaklarından da eminim. İnşallah bu eşsiz sanat gerçek yerini bu şekilde bulacaktır diye düşünüyorum.
İSMET YAZICI: Çok teşekkür ediyoruz.
ÖZCAN ÖZCAN
MİNYATÜR
1970 yılında Zonguldak’da doğan Özcan Özcan, 1988 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’ne girerek 1993 yılında bu fakülteden mezun olmuştur.
Kendine has fırçası ve tavrı, kompozisyon yeteneği, kullandığı renklerdeki ahenk ve uyumluluk, alışılanın dışında çok genç yaşlarda birçok otoritenin takdirini toplamasına neden olmuştur. Sanatçı çalışmalarına Küçük Ayasofya’daki atölyesinde devam etmekte olup, Beşiktaş KAGEM’de dersler vermektedir.
Evli ve 3 çocuk babası olan sanatçı Yurtiçi ve yurtdışında 30’a yakın çeşitli karma sergiler ile sanatseverlerle buluşmuştur.
ETKİNLİKLER VE KATILDIĞI SERGİLER
• 2001 yılında 11.si düzenlenen Kültür Bakanlığı Türk Süsleme Sanatları yarışmasında başarı ödülüne layık görüldü.
• 2003 yılında 12.si düzenlenen yarışmada eseri sergilenmeye layık görüldü. • Goldaş Kuyumculuğun çıkardığı dergide minyatürleri ve minyatürlerle ilgili röportajı yer almıştır. (2003) • 2004 yılı Anne Çocuk Dergisi minyatürle ilgili yazı kaleme almıştır.
• 2004 yılı İstanbul Erkek Lisesinde geleneksel sanatları tanıtmak adına minyatür konusunda uygulamalı gösteri yapmıştır.
• 2005-2006 yıllarında Derviş Zaim’in yönetmenliğini yaptığı 17.yüzyılda bir minyatürcünün hayatının anlatıldığı ‘Cenneti Beklerken ‘ filminin minyatürlerini yaptı.
• Antalya film festivalinde en iyi görsel efekt dalında Altın Portakal Ödülü alan film Kahire’deki film festivalinde en iyi artistik destek ödülünü aldı.
• Sanatçı TRT ‘de yayınlanan İsmet Yazıcı Emir imzalı Yol Belgeseline de çekim yaptı.
• İsmet Yazıcı Emir’in Tarih ve Kültürlerde Kurban adlı belgeseline görsel kaynak sağladı.
• TRT2 ‘de yayınlanan sinema ve sanatın değerlendirilmiş olduğu renk Ahenk programında ‘Ne biliyoruz ki” filminin değerlendirmesini yapmıştır.
• TRT’de yayınlanan bir sanat belgeseli olan Düşlerle Gelen programına katılan sanatçı tvnet’in Kayıp Tarih programında kaybolan sanatlarımızdan minyatürün, bugünkü durumunu değerlendirmiştir.
• TRT’nin belgesel kuşağında 200. Ölüm yıl dönümü dolayısıyla 3.Selim’in hayatının anlatıldığı üç bölümlük Nedret ÇATAY imzalı belgeselde, 3.Selim’in hayatını minyatürlerle yansıtmıştır.