Erinç Büyükaşık’ın kitapları Liman Yayınevi tarafından yayımlandı. Öykülerinde insan-hayat-toplum bağlamında “öteki”, “sınırlar”, “bireysel olanın toplumsallığı”, “toplumsal olanın bireyselliği” izleklerini güçlü bir şekilde yazan yazar, kahramanının penceresinden başlayan anlatının zihnin derinliklerinde nasıl çoğul çatışmalar ve kavgalara gebe olduğunu farklı mekanlardan, evlerden, sokaklardan seslenerek gösteriyor. “Göç”, “Vicdan”, “Tutunamamanın Sahiciliği”, “Taşralaşan Şehir ve Şehirleşen Taşra” imgesi belki de birçok öyküyü kesen ortak paydalar olarak çıkıyor yazarın kitaplarında. Bu açıdan kitapların arka kapak yazılarına kulak verelim:

Dehlizler ve Rüyalar arka kapak yazısı:
“Duvarları örümcek ağları kaplamış giriş katındaki bu evde deniz düşlerimi yazabiliyorum yalnız. Surlar, kıyılar hem yakın hem de uzağım onlardan. Kapılar arkamdan kilitlenmediğinde kıyıya kaçışlarımın bedelini iki odadaki tutsaklığımla ödüyorum işte. Ah bir sırra kadem basabilseydim o dehlizlerde. Terk edilmiş balıkçı teknelerinden birine atlayıp açılabilseydim bir yerlere. Yüzmeyi de bilmezdim halbuki. Boğulup geberirdim suda besbelli. Olsun kediler, sırdaşlarım, dostlarım kurtarırdı beni belki de. Ya da deniz korurdu serin sularında. Sadece kedilerle sırdaş olmak istemiştim ben. Tebelleş de olmuyordu bu zavallıcıklar bana. Ah bu karabasanlar peydah olmasaydı keşke. Mahalleli söylemeseydi de yerimi kocama o kuytularda kaybolup gitseydim. Talihime sövmekten başka bir halt gelmiyor elimden.”
Kadınlar, erkekler, sokaklar; boğulan, sıkışan ve yorulan hayatlar… Bir öykünün insanlığın yaşam kesitlerinden çıkıveren her küçük dehlizin içindeki yolculuk olduğunu bilir okur elbette. Dehlizin içinde kaybolmayı becerebilmektir aslolan. Dolambaçlı yollarda sahici insanların kanlı canlı bedenleri akar anlatı ormanında çoğu kez. Rüyaları vardır her birinin. Uyanınca gerçekliğin katılığına ilenir öykü kahramanı. Pişen yemeğin kokusunda, belediye otobüsünün bir köşesinde sabahın alacasında mesaiden alelacele çıkmak isteyen yolcuların düşüdür öykü aslında. Anlatılan benim, senin ve belki hiç kimsenin hikaye/m/n/si…
Erinç Büyükaşık, yeni kitabında yine sokaklarda, kalabalık caddelerde, boğucu ofislerde, ev içlerinde soluk almakta zorlanan bir nice insanın zihninden ve rüyalarından sesleniyor okuruna.
Sınırlar Kapalı arka kapak yazısı:
“Dünya vallaha da billaha da küçük. Koca bir köy misali. “
Boğuntulu, kesik kesik uykulardan biri daha. Bekar odasının kesif rutubet kokusu…Onlar… Karşıdaki ranzada altlı üstlü battaniyelerine gömülmüş Faruk’la Ziya. Oldum olası öyleydi sanki. Kıyım denen gökten zembille inmemişti ya. Cep radyosundan ağır, tumturaklı bir ezgi yayıldı. Ziya, kapatmayı unutmuş radyoyu gece gece. Pilini değiştirmemiş besbelli, cızırtılı çıkıyor ses. Atletin griye döndüğünü fark etmişti vücudundan ekşi ter kokusu odaya yayıldığında. Kirlileri yıkatmalı karşı sokaktaki kuru temizlemeciye. Kirini, terini atası var bir haftadır. Buz gibi soğuk suda yıkan yıkanabilirsen.
“Lulu diye seslendi
Beni yanında bırakma”
Hep Uzak Arka Kapak Yazısı
“Donuktu kızın o gece bakışları. Ölü gibi. Kıl battaniyeye zor bela sarıp çıkarmıştı onu. Kel kafasını elleriyle kapatmış tir tir titriyordu. Ateşler içindeydi. Ne günah işledik Allah’ım, başımıza bu belayı sardın diye geçirdi kadın aklından başı secdeden kalktığında. Seccadeyi yerine koyarken kızın diğer odada olduğunu fark etti. Yatağın içinde dertop yatıyor. Sofaya çömelip selaten tefriciyeyi dört bin… Bu kız ne diye ölü gibi yatar ki yatakta? Akıl mı bıraktılar insanda? Dört bin dört yüz kırk dört kere çekmeli bu sefer. Zehra, yatağın içinde sayıkladı tüm bunlar aklından geçerken. Sayrılıydı sesi. Deli kız neler görüyordu rüyasında kim bilir?
“Öteki’lerin izini sürdüğü Hep Uzak’, kahramanlarının zihinlerine yoğunlaşarak bilinçlerinin derinlerindeki sorunları su yüzüne çıkarıyor. Bunaltının, boğuntunun gölgesinde sürüklenen bedenleriyle insan cehenneminde yalnız, yalan hayatlar yaşamak istemeyen uyumsuz “kahraman”ları kendi dillerinde aktardığı öyküleriyle okuru empati kurmaya, anlatıcıyı anlamaya davet ediyor.
Yazarın edebiyat öğretmenliğinden kaynaklanan teorik okumalarıyla şekillenen eleştiri ve denemeleri “Gogol’un Paltosu” adlı kitapta karşımıza çıkıyor.
Tüm mitlerin kaynağı olan “söz”ün “kitap-metin-yazar-yapıt ve söylem” bağlamında ele alındığı bu kitap, yazarın bir eylem olarak yazma serüveninin esin kaynağını, düşünsel arka planını, toplumsal bağlamını irdelerken mekan-insan ilişkisi adına “gezi” notları sayılabilecek metinlerle de okurun karşısına çıkıyor. Tanpınar’dan, Bilge Karasu’ya, Marquez’e, Furuğ Fahruzzad’dan, Oğuz Atay’a yazının farklı coğrafyalardaki serüvenleri bu açıdan da metinlerde hak ettiği yeri buluyor. Sözün insanlık tarihinin kısa bir özeti sayılabileceği gerçeğiyle okur da yola çıkarken metni, yazarı, dönemi, sanatın yol haritasını yazar Erinç Büyükaşık’ın peşi sıra kovalıyor böylece.
Okumanın yol haritası sayılabilecek bu metinleri, yazı’ya ve söz’e bir saygı denemesi olarak okumanız dileğiyle.
Öykülerin izinde yürüyen yazarın edebiyat incelemeleri de bu bağlamda okunmaya değer.