Yazar: Esra Sağlık

ANA

Aslıhan Tüylüoğlu’na Son zamanlarda “geçmiş günlere özlem”i hastalıktan sayma gibi bir tavır var. “Anı yaşayamama, an’da kalamama “ durumu hoş olmasa da geçmişe duyulan özlemin öcü gibi görülmesine katılmıyorum. Biliyor musunuz Aslıhan Hanım nedense benimle aynı görüşte olduğunuzu hissediyorum. İnsan güzel olanı –ki güzellikle kastettiğim estetize olmuş her şeydir- özler zaten. Bozulmuş, çürümüş, insanı yok sayan edimlerle karşılaşan bir zihnin, güzel olanı arayıp özlemesi kadar normal bir durum yoktur. Trafikte, toplu taşıma araçlarında, mağazalarda, okullarda, lokantalarda bir davranış deformasyonu sizin de gözünüze çarpmıyor mu Aslıhan Hanım? Ben teşekkür eden, lütfen sözcüğünü kullanan ya da özür dilerim diyebilen insanlara rastlayınca koruma…

Devamını Oku
ANA

Tanpınar yaşasaydı  “Saatleri  Ayarlama  Enstitüsü”   yerine  “Ruhları Ayarlama Enstitüsü” nü yazardı diye düşünüyorum. İnsanların zamanlarını doğru kullanmalarının yanında ruhlarının da bir ayara ihtiyacı var bence. İçinde yaşadığım toplumda şahit olduklarım, sanal dünyanın yansımaları, öğrencilerde gördüğüm  davranışlar ,  politikacılar, nepotik ilişkiler… Sanırım davranış eğitimi ya da onun gibi bir kavramla çözülecek bir durum değil bu. Olay tamamen ruh eğitimiyle ilgili.  İnsana canlılık veren o öz ya da duygunun ayarsızlığı söz konusu. Ne diyordu Halit Ayarcı: “Menfaatler istikametini değiştirirse mantık da değişir.”  Çıkarlara göre şekil alan mantıklar çağındayız. Ruhlarımız yaralı. Geçenlerde ansızın bir cümle çıktı ağzımdan: Politize olmuş şeyleri sevmiyorum, hüzün hariç…

Devamını Oku
ANA

Rakamlar hep tedirginlik vermiştir bana. Özellikle rakamlarla anılan, onlarla ölçülen ve yaftalanan ne varsa iğneli fıçıda olduğum hissini verir. Nereye dönsen bir ah! Malum salgındaki vaka sayıları, vefat sayıları, enflasyon sayıları, işsizlik sayıları, öldürülen ve şiddet gören – her çeşit baskı dahildir bu şiddete- kadın sayıları tedirginliğimin ivme kazanmasında şüphesiz çok etkili. Duyarlılığın ve samimiyetin rakamlarının yükseldiğini görmeye ihtiyacım var galiba. Çünkü hep bir şeyden taraf olmayı hep bir görüşün kapsamına girmeyi önceleyen toplumlarda yaşamak gerçekten çok güç. Kadın hareketini gereksiz gören ve küçümseyen birinin yanında feminist olasım geliyor. Tek açıdan bakan ve işi karşı cinse düşmanlığa kadar götüren bir…

Devamını Oku
ANA

Dışarda Ege usulü bir sonbahar… Ben çekilmişim köşeme yazıyorum. Bilgisayarımı kullanmıyorum. Uzaktan eğitim sürecinden olsa gerek yorgun gözlerim tercihini kağıt ve kalemden yana kullanıyor. Acaba diyorum benimle aynı anda kaç şair kaç yazar daha oynatıyor kalemini? Birkaç cümle yazdıktan sonra sandalyeme yaslanıp “Kalemin hafızası vardır” sözünü anımsıyorum. Birkaç cümle de olsa her gün  yazma üzerine çalışmanın nasıl da gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatıyorum kendime. Geceleri rüyamda ölmüş şairleri görüyorum. Büyük bir masanın başında Sennur abla, Gülten abla, Edip Bey, Orhan Bey, Cemal Bey, ve Nilgün’le oturuyoruz. Yazmaya dair sırlar öğreniyorum onlardan. Gülten abla sıcacık gülümsemesiyle bakıyor yüzüme: “Sevgili Esra…

Devamını Oku
ANA

Yazar ve şairlerin okuma serüvenlerinin nasıl başladığı her daim ilgimi çekmiştir. Muzaffer İzgü, Yaşar Kemal, Sait Faik ve daha birçok ismin çocukluklarından itibaren başlayan okuma serüvenleri herkesçe bilinir.  Benim okumayla tanışmam da çocukluk yıllarıma denk gelir. Babam o yıllarda Ankara’da bir bankada çalışıyordu.  Kız kardeşimle, onun işten eve dönüşünü dört gözle beklerdik. Zilin çalmasıyla soluğu kapının önünde alırdık. Babam, elleriyle arkasına sakladığı paketlerden birini seçmemiz için, “ Sağ mı sol mu?” diye sorardı. Sonra herkes seçtiği taraftaki paketini alır ve paketi heyecanla açardı. İçinden çikolata, bisküvi, şeker değil  kitap çıkardı.  Karşımıza çıkan her kitapla yeni bir kahramanımız olurdu. Kitap alma…

Devamını Oku
ANA

Sevgi Soysal’a Merhaba Sevgi, Kimde ne iz bıraktığımı bilemeyişimin muazzam bir giz olduğunu düşünmüşümdür. Ben bunu öğrenemeyeceğim belki ama senin, yürürken geçtiğin her yere bir iz bıraktığını bilmeni isterdim. Gerçi senin gizle ya da bilinmeyen şeylerle ilgilendiğini pek düşünmüyorum. Yaşadığın coğrafyanın gerçekleriyle ilgilenmen, yazma eyleminde kendi iç buhranlarını sadece araç olarak kullanman, oklarını havaya değil hedefine fırlatman bunu kanıtlıyor. Biliyor musun, seni hiçbir zaman hüzünlü bir prenses gibi görmedim. Yaşamın, aşkların, evliliklerin hepsi ama hepsi senin vazgeçişlerinin eseriydi. Bir şey için başka bir şeyden vazgeçtin. Kurgulayıp yazanlardan değil yaşayıp yazanlardan olduğunu Ela’yla tanıştığımda anlamıştım. Ela, senin iç sesindi. Ela,…

Devamını Oku
ANA

“İnsanı, insana, insanla anlatma sanatı” denir tiyatro için. Tanımları oldum olası aklımda tutamam ama bu tanım zihnime yerleşmiş bir şekilde. İçinde güçlü bir duyarlılık ve empati barındıran bu cümleyi zaman içinde şiire daha çok yakıştırır oldum. İnsanı hangi renk anlatırsa şiir o renktir. İnsanın kokusu neyse şiir öyle kokar. Şiirden çıkan ses insanın çığlığıdır ya da fısıltısı. Ben böyle düşünürken “Şiir de neymiş hayat varken? ” ya da “ Şiir okuyan kaldı mı?” şeklinde cümlelere maruz kaldığım zamanlar da oluyor. Şiirin gerçekle kurduğu ilişkinin farkında olmamak nasıl bir aymazlıktır? Şiiri akıl dışı bir yaklaşım olarak görmek, onun dünyanın adaletsiz düzenine…

Devamını Oku
ANA

Sanat yapıtları için “İnsanın trajedisinden doğmuştur “ denir ya, insanın en büyük trajedisi yine insandır. Yıllar önce “Mor Yıllar” diye bir film izlemiştim. Steven Spielberg’in Alice Walker’in Pulitzer ödüllü romanından 1985 yılında sinemaya aktardığı bu film, insanın insana zulmünün trajedilerin en ağırı olduğunu adeta tescilleyen bir konuya sahip. Suç, istismar, kadına şiddet, ırkçılık gibi konuların uç örneklerinin yer aldığı bu filmin başkarakterleri siyahilerdir. 1900’lerin başında, güneyli bir siyahi kız olan Cecil’in etrafında gelişen olayları bana bugünlerde hatırlatan şey ise George Floyd ismi. ABD’de dolandırıcılık iddiasıyla yakalanan siyahi vatandaş George Floyd, polisin orantısız güç kullanması nedeniyle nefessiz kalarak hayatını kaybetmişti. Bu…

Devamını Oku
ANA

Bazen kendi kendime “ Her insanın küçük bir manifesto defteri olmalı” diye düşünüyorum. Hayatında olup bitene karşı söyleyecek bir çift lafı olup da içine atanlar için bulunmaz bir fırsat bile olabilir. Belki de öfkenin seyreltilip daha verimli bir boyuta taşınması için olur olmaz parlamaların ve kırgınlıkların da önünü kesebilir. İnsan sosyal bir varlık olduğu kadar bireyselliğini de yaşaması gereken bir varlık. Her insanın medeni gelişmişlik seviyesi aynı değil dolayısıyla bir arada yaşarken yıpratıcı diyaloglar ve olaylar ortaya çıkabilir. Trafikte, alışverişte, iş hayatında ya da toplu halde yaşamayı gerektiren yerlerde insanların birbirine tahammül edebilme yetilerinin gelişmiş olması gerekir. Tam burada sevgi…

Devamını Oku
ANA

Hayatın çekirdeği de dünyanın özü de insanmış. İçinde olduğumuz günlerde bunu daha iyi anladım. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya kalmadı desem abartmış olmam herhalde. Baharı ve yazı sadece takvimden takip edeceğim endişesini taşırken umudu ıskalamak üzere olduğumu fark ettim. Parkları özledik, deniz kenarını, şehrin kalabalığını, okul bahçelerinin telaşını… “Özlemek ölmekten sadece iki harf fazla be çocuk” diyen şair, “ Özgürlüğün geldiği gün/ O gün ölmek yasak” da dememiş miydi? İçimdeki umut aynasını parlatmak gayesiyle bir hamle daha yapmak istedim. Pandora’nın kutusundaki son canlı olan kelebek geldi gözlerimin önüne. Dünyaya yayılan onca kötülüğü dengeleyen o umut kelebeği. Sakın  bu virüsle, …

Devamını Oku
ANA

Sanatı var eden etkenlerin başında insanın trajedisi gelir. Şiir,resim,sinema vb. Bu trajediden beslenmiş ve bunları yaratanlar kimi zaman deliliğin sınırlarını zorlamıştır. Toplumun onaylamadığı bir durum içinde olmak, kendisine dayatılan yaşam tarzını reddetmek delilikle adlandırılmıştır yıllar boyu. Tam da burada son günlerde içinde muazzam bir trajedi ve imge bulduğum Agnes Richter’in ceketi geldi aklıma. 1890’larda Avusturya’da istemediği halde akıl hastanesine kapatılmış bir kadın düşünün. Hastalar için kullanılan kalın ketenden dikilmiş üniformayı giymeyi reddedip aynı kumaştan kendisine bir ceket dikiyor. Ceketin her yerine kelimeler işliyor.Bazı kelimeler okunmasın diye üzerinden defalarca geçtiği söylenen ceket şu anda Heidelberg’de bir müzede sergileniyor. Ona sanat eseri…

Devamını Oku