Yok, öyle sarı halka desenler uçuşmuyordu kahve makinesinin üstünde onları sadece ben görüyordum. Okuduğum romanın kahramanı Yusuf’un çelişkileri, bulut bulut çalışma masamdan mutfağa değin gelmiş, birazdan kahve fincanıma çökecekti. Kararlı koyuluklarla. Ve ben, bir satır, bir satır daha okuma uğruna evden çıkmayı erteledikçe ertelerken: “Çoraksın,” dedim. Kendime mi, Yusuf’a mı kestiremiyorum. Yaşlı, dedim. Senin baban. Hem yaşlı hem de hasta adam işte. Ona sorduğun sorular zor, baksana gözleri doluyor. Mavisi. Dudakları titriyor ve kırışmış damarları kabarmış eliyle alnında biriken teri zorlukla siliyor. Sanmam -onca zaman sonra- pişman olsun geldiğine. Ya sen… onu gördüğüne… Pişmanlığı gücünün yetip açamadığı tahta bavulu ve…
Yazar: Zerrin Saral
Aksisanat Edebiyat Portalı’nda yaklaşık bir yıl kadar önce Öykü Zamanlığı, adıyla yürüttüğüm soruşturma Mart 2021 itibariyle sonlandı. Öykülerin / öykücülerin penceresinden, bir tür bellek tazelemesi yapmayı amaçladım. Soruşturmanın diğer yandan öznelliği/nesnelliği (soruşturma sorusunun zorluğu, beğenisi, eleştirisi, soruşturmaya katılanların sayısı vb.) konusundaki değerlendirmelere saygıyla yaklaşmakta olup belli ölçülerde amacına ulaştığına inanıyorum. Beğenilen öyküler kadar, öyküleri beğenen edebiyatçıların beğeni ölçütlerinin, eğilimlerinin de oldukça ilgi çektiğini söylemek isterim. Bu arada yazarlardan gelen yanıtların neredeyse her birinin kıymetli makalelerinden oluştuğunu da. Dileğim, üzerinde çalıştığım öykü dosyamı tamamladıktan hemen sonra, bu çalışmanın basılı olarak yerini bulması yönünde. Yaşam paylaşıma, çoğalmaya, çoğaltmaya ve birbirimize ayna tuttuğumuzda…
“Bu sokaktan son geçtiğimde babam hayattaydı.” diye geçiriyorum içimden. O gün derse geç kalmış, bir kedi güzele laf atmakla yetinip bisikletle yanından seğirtip geçmiştim. *** Yazdıkları duruyor. Büyük bir düzenle. Parmaklarım sayfalara, el yazısına dokunuyor ama her defasında okumayı başka zamana erteleyip uzaklaşıyorum. Benim roman, seninkinden önce bitecek gibi görünüyor, haberin olsun, demiş, dediği gibi de olmuştu. Her uğrayışımda masanın başına geçmiş yazıyor olurdu, içimden beni sinirlendirmeye mi çalışıyor, diye düşünmeden edemezdim, öyle kolay mıydı yazmak, üstelik bir de roman. Annem seni mi kıskanıyor ne, diye göz kırptığında, babamın yazdıklarını merak etmediğimi söylüyordum, kaçamak bir kibirle. Evet, kibirle… Hayatını yazıyordu…
Susmaya karar vermeye meylediyorum, doğru-yanlış, bildiğimden değil içim öyle istediğinden. Kapitalizmin bizi boğduğu batak, korku, yalnızlık ve klişeleşmiş fiziksel mesafe ifadesinin yabanıllığından kurtulamamanın tuhaflığı. Dayatmalar, bir yol sessizliği bakışlarımızdan birbirine değen yüzlerimize, örtük maske denkliği. Bir gün gerçekten tül inceliğindeki maskelerimizden kurtulup sonsuza dek mutlu yaşar mıyız? Ev, insanın iç dünyasıyla ne denli örtüşürse -dışarı- o denli uzaklaşıp belirsizleşiyor, neredeyse sisli bir görünüm. Evin dışı insanın da dışıdır, diye okumuştum bir yerde. Dışarıda her şeye, herkese, hatta kendi görüntümüze maskelerimizle bakabilir, dokunabiliriz. Ama biliriz hiçbir mekân bizi kendimize karşı koruyamaz. Tüm iyi duygularım kitaba, kağıda, kaleme, resime yönelince çoğalıyor. Zaman…
İsmet Kür’ü uzun zaman önce anılarını anlattığı, Yarısı Roman adlı kitabıyla tanımıştım. Anı türünün kendine has güzelliğiyle günlükleri, mektupları bir dönemi, tüm gerçekliğiyle kurmacadan uzak yansıtır. Şukufe Nihal, Halide Nusret, Suat Derviş gibi kendinden önceki yazarlarla kurduğu ilişki anlamını korurken, günümüz açısından da bir sorgulamayı bünyesinde taşır. Çağın bizi tekinsizce sarmaladığı bir kandırmaca evreninde, daha birine alışamadan, bir yenisini sahiplenme tutkumuz, çoklu rollerimiz… Kendimizi sonra başkalarını inandırma çabalarımız, tam gaz sürerken; Kür’ün satırlarında duraksamak, sorgulamak belki de bu yüzden bu kadar sahici geldi. İsmet Kür, yazar, şair, gazeteci, araştırmacı kimliğinin dışında Cumhuriyetin ikinci kuşak öğretmenlerinden. Beş kuşak, yazar ve sanatçı…
“Düşünmek, bir dünya yaratmak istemektir her şeyden önce.” Albert Camus Camus’un ölümünden yarım asır geçtiği halde, kendisinden sonraki kuşaklar tarafından böylesine bilinmesi, onun düşüncelerinin, yaklaşımlarının belleklerle sınırlı kalmayıp insan yaşamında geçerliliğini sürdürmesinden kaynaklanır. Sisifos Söyleni, Camus’un 2. Dünya Savaşının ortalarında yayımlanan felsefi denemelerinden oluşur. Orijinal adı, le Mythe de Sisyphe’dir. (Sisifos Efsanesi-1942) Kitap, adını Yunan Mitolojisinden alır. Yaşamı ve intiharı sorgularken, saçmayı başka bir deyişle uyumsuzu anlatır. Savaşın, karamsarlığın, umutsuzluğun altında yazılmış olan ve kitaba adını veren efsanede anlatılanlar aradan neredeyse 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ günümüzde birey ve toplumsal açıdan yaşananlarla büyük benzerlik gösterir. Efsaneye göre; Korinthos Kralı Sisifos…