Zekâ kavramı, kişiyi geniş kitleler içinde görünür kılan, diğerlerinden ayıran ve dikkatlerin üstünde toplanmasını sağlayan en önemli ayrıntıların başında geliyor. Haliyle insanın topluma göstermeyi istediği ilk özelliği de zekâsı oluyor. Çünkü görünür maliyeti en düşük, getirisi en yüksek edimdir zekâ.
Zekânın yarattığı farkı ortaya çıkaracak etkinlikler sırasında kişiyi yukarıya taşırken belli odakları da aynı anda aşağı çekebilecek eylemler, istenen sonuca ulaşma süresini epey kısaltıyor. Bu anlamda zekâyı öne çıkarırken aradaki farkı kişinin lehine açabildiği ve büyük bir koruma duvarı oluşturduğu için mizah çok güçlü bir silah aynı zamanda. Her güçlü silah gibi acemi birinin elinde büyük bir tehlikeye dönüşse de ayırt edici özellik olma durumunu korumakta… Sahne gösterisi sırasında zekâsının farkını ortaya koymaya çalışırken büyük bir infiale sebep olan biri, bize bu tehlikeyi çok yakından göstermiş oldu.
Akademisyen Janet M. Gibson, mizah üzerine çalışmanın kişiye bellek, akıl yürütme, zaman algısı, bilgelik, sezgi ve öznel refah ile ilgili teorik süreci araştırma olanağı sağladığı düşüncesini paylaşırken yetkin olmayan ellerde nasıl bir tehlike içerebileceğini de belirtmeden geçmiyor. Bu anlamda Gibson konuyu iki boyutuyla ele alıyor. Bastırılmış kişiliklerin bir savunma mekanizması gibi işlettikleri küçümseme ve aşağılama gibi kişilik zaafını temsil eden göstergelerle bir karakter gücü olarak bireyin uygun bir şekilde neyi yapabileceğini sorgulayan pozitif psikoloji arasında konuşlandırıyor mizaha bakışı. Bu anlamda tercihini memnuniyet ve umut içerdiği, bilgelik ve öğrenme aşkı gibi yetilere kapılarını açtığı için iyimserlikten yana kullanıyor.
Bu durumda akla şöyle bir soru gelmesi kaçınılmaz oluyor: Toplumun bir kesimini kolaylıkla incitebilen, bedeli büyük acılarla ödenmiş konularla ilgili espri yapan bir insan neyi amaçlamış olabilir? Bunun pek çok cevabı olabilir elbette. Her şeyden önce kişinin adını geniş kitlelere duyururken resmi ideolojinin açık hedef haline getirdiği konulara saldırmak etkili bir yöntem olabilir. Üstelik aynı etnik grubun içindeyseniz toplumun travma süresini de uzatabilirsiniz. Tercih edilen yol mizah olduğu için kişiye geniş savunma alanları açma şansı da tanıyacaktır.
Bu işin bir boyutu… Ama bununla hiç ilgisi olmayan farklı boyutları da yok mudur? Mensubu olsun ya da olmasın, ait olduğu toplumun bir kesiminin tarihsel acılarını, travmalarını, bunların tarihsel anlamlarını, resmi ideolojinin bu konularda aldığı tavrın açtığı yaraları içselleştirmiş gibi görünüp bunların üstünde tepinmek ne anlama gelmektedir? Ya da bunları gerçek anlamıyla içselleştirmeden bu konulara girme yetkisini kendisinde hissettiren gerekçeleri nerelerde arayabiliriz?
İçinde inanç sistemlerinin bulunduğu tüm öğretilerin metafizik dayanaklara tutunduğu yadsınamaz ve bunun hiçbir istisnası yok. Bu anlamda bir öğretiyi bir başka öğretinin doktriniyle vurmaya çalışırken aynı cümle içinde kapanması mümkün olmayan bir toplumsal yaranın karikatürünü yapmak insanı hangi zekâ grubuna sokabilir ki?
Yazar Ali Bulunmaz, Eagleton’ın kitabını incelerken onun ifadesini şöyle aktarıyor. “Bazı zamanlarda kontrolden çıkarak ya da densizliğe dönüşerek krize neden olabilir. Bu da ironik bir durum yaratır aslında; şakalar, münasebetsizlikler ve küstahlıklar, bir tür sınır aşımı olabileceğinden içinde doğal ya da doğal olmayan mizah barındırır.” Karşımızda ironi yaparken densizlik etmekten çekinmeyen, bunun yaratacağı krizi umursamayan, münasebetsizlik ve küstahlık yapmakta sakınca görmeyen ve mizahı yanlış kullanmanın onu zararlı bir ayrıntı haline getirmesini pek de önemsemeyen bir karakter var.
Bu durumu bilimsel bir forma eklemek için adına “ofansif mizah” diyen ve ortaya çıkan infiale tepki gösterenlerin nasıl bir amaçları var? Bir insanın eleştiri hakkına sahip mi çıkmak istiyorlar? Yoksa kendini içinde tanımladığı toplumun değerleri üzerinde tepinen bir insanı nefretlerinin malzemesi olarak kullanıyorlar mı? Mizah yaptığına inanan kişi ya da onu savunanlar “ofansif mizah” diyerek aklamaya çalıştıkları bu tutumun nesnel anlamda hangi konularla kesiştiğinin farkında olmayabilirler mi?
Yazar Muzaffer Şen ofansif şaka kavramını Louis C.K ve Ricky Gervais’i örneklendirerek açıklamaya çalışırken “bireyi toplumsal normlar, sahip olunan değerler ve düşünceler nedeniyle rahatsız eden ve o normları, değerleri, düşünceleri veya bir şey’i, kırıcı olabileceği göz ardı veya önkabul edilerek konu edinen mizah türü” şeklinde tanımlıyor. Bunu yaparken şakadan incinenlerin kullandığı “Bazı konular şaka yapılmayacak kadar hassastır.” argümanını masaya yatırıyor ve bir şakadan incinme sınırlarını sorguluyor. Bu doğru bir soru. Mizah birilerini incitmek üzerinden yapılmayı reddettiğinde ortada konuşulabilecek hiçbir şey kalmıyorsa yapılması gereken şey nedir? Bir kişiyi dahi incitiyorsa mizah ögesini reddetmek mi? Ya da kişilerin tahammül sınırının gelişmesini sağlamak mı?
Bir kişiyi incitmekle bir toplumu incitmek arasında düşündüğümüz kadar büyük bir fark yok. Çünkü herkes incitilen kişi durumuna düşebilir. Dünkü şakalara tepki gösterenleri tahammülsüzlükle suçlayanlar benzer bir durumda nasıl tepkiler veriyor? Mesela egemen bir inancın herhangi bir ayrıntısıyla alay edilebilir mi? Tüm toplum buna hoşgörü gösterir mi? Geçmiş örneklerden hoşgörü gösterilemediğini biliyoruz. Hatta değerlerle değil, hurafelerle dahi alay edilmesine tahammülün olmadığı bir yerde katledilmiş ve her an tehdit altında yaşadığını hisseden insanların infialiyle alay edilmesi en az bu gösteri kadar inciticidir.
Buradan anlıyoruz ki tahammül karşılıklı bir şey ve acıya karşı gösterdiğimiz tepkiler geleceğe taşınan korkuların da sebebi olabiliyor. Bu durumda toplumsal tahammülün inşası konusunun çok uzakta olduğunu kabul ederek başka çözümler aramak gerekiyor. Kişilerin incinmesi konusu da mizahın varlığını ortadan kaldıran bir ayrıntı olduğuna göre geriye ne kalıyor?
Sigmund Freud, “Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri” kitabında saldırgan espriler olarak tanımladığı tutum hakkında bugün artık çok bilinen bir öyküden yola çıkıyor. Kendisine benzeyen dilenciyi aşağılamak isteyen kralın “annen sarayda bulundu mu” sorusuna “hayır. Ama bir ara babam bulundu” diyen dilencinin saldırıyı püskürtmek için göze aldıkları masaya yatırılırken bunu ödenebilecek bedellerle özdeşleştiriyor. Kendini “efendim, ofansif mizah yapıyorum.” diyerek savunmaya kalkanların ve onları savunanların bilmesi gereken en önemli ayrıntı şu: Mizah ancak doğru kullanıldığında bir zekâ ürünü olarak ayırt edici özellik taşır. Aksi durumda densizlikle arasındaki incecik duvardan gelecek sızıntıların sarsıcı olma ihtimali oldukça yüksektir.
Son olarak belki de bu konunun en önemli parametresini masaya yatırmak gerekiyor. Bir insan böylesine önemli konularda nasıl densizleşebilir, bu kadar hassas konulara nasıl bu kadar körlemesine girişler yapabilir? Bu durum toplumsal bir yaranın tezahürü olabilir mi? Yani ait olduğu toplumun yaralarını mit zanneden bir nesil ile genç kuşaklarla bağını militarist yöntemlerle kurduğu için duygularını onlara geçiremeyen toplumsal yapılanmanın neresinde kabahat yükü konuşlandırmak gerekiyor. Aşağılamak ile eleştirmek arasındaki farkı da haddini de bilmeyen, mizahın boyutları ve sınırlarına tam olarak hâkim olmadan yapmaya çalışırken onu eline yüzüne bulaştıran bir insanı mı suçlamalıyız, yoksa onu bu denli içi boş bir insan olarak toplumun huzuruna çıkaran süreçleri mi ele almalıyız? Bu cehaletin sebepleri üstünde durmamalı mıyız? Bu cehaleti savunanların hangi kinin temsilcileri olduğunu ortaya koymadan bu konuyla nasıl baş edeceğiz?
En tehlikeli durumla karşı karşıyayız. Yozlaşma kültür ve sanat üzerinden, bizi en çok acıtacağı yerden vuruyor. Feryat figan edelim istiyor. Biz de nasıl istiyorsa öyle davranıyoruz.
Kaynaklar:
Mizah – Terry Eagleton, Çeviren: Melih Pekdemir, Ayrıntı Yayınları
Freud – Espriler ve Bilinçdışı İle İlişkileri – Payel Yayınları
https://dusunbil.com/iyi-bir-mizah-anlayisi-ruhsal-acidan-saglikli-olunduguna-isarettir/
https://kifisanat.com/ofansif-mizah-bu-sakaya-gulmeli-miyim/
https://www.kulturservisi.com/p/komik-dehset-verici-ve-ciddi-mizah/