Yazar: Derya Derya Yılmaz

ANA

Bugün yeryüzü “aşkınyüzü”, bugün dünyanın şiirleştiği gün, çünkü bugün Dünya Şiir Günü. Salgın yüzünden etkinlikler nasıl geçer, bilmiyorum, umarım geçmişteki “Şiir Sokakta, Şair Yollarda” şiarıyla yine sokaklara taşıp coşkun bir sel olur. Günün amaç ve anlamı Bugünün bütünsel amaç ve anlamı şiirin daha çok sevilmesi, okunup yazılması, daha fazla şiir kitabının yayınlanması ve geniş kitlelere ulaşması elbette, ama daha derin anlamıyla, “farkındalık yaratmak ve ulusal, evrensel, bölgesel şiir hareketlerine taze bir enerji sağlamak” Aynı zamanda bir de ödül var. Bu yıl Türkiye PEN seçici kurulu, Erdal Alova’yı layık görmüş. Bizdeki şiir Şiirin bizdeki yerini, Aziz Nesin o meşhur Macaristan fıkrasıyla,…

Devamını Oku
ANA

Derya Derya Yılmaz www.deryayilmaz.com.tr Demir Özlü külliyatının tamamını henüz bitiremesem de büyük kısmını yıllar içinde okudum. Edebi dünyama çok şey kattığı su götürmez bir gerçek. Beni en çok etkileyenlerden İthaka’ya Yolculuk’uhatırlıyorum. Özlü’nün ölüm haberiyle yeniden elime aldım. Kitap, yazarın gönüllü sürgünlüğüyle başlayan İstanbul özleminden, geldiği yeni kentte gördüklerinden, iç dünyasında olup bitenlerden, pek çoklarının hayran kaldığı kuzey ülkelerinin beyaz geceleri gibi alışamadıklarından, soğuğundan, insansızlıktan, aslında ne zaman sona ereceğini bilmediği yolculuğundan bahseder; Ülkesi İthaka’ya dönebilmek için mücadele veren Ulysses gibi, belirsizliklerle örülü bir yolculuktur bu. Sonrasındaysa Amado’nun, “İnsanın anayurdu çocukluğudur”, sözündeki gibi daha başka pek çok kitabının da satır aralarına…

Devamını Oku
ANA

İlk kitabı Klan’la 2007 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar Roman Ödülünü alan Cem Kalender, Zamanın Unutkan Koynunda, Kayıp Gergedanlar ve Kasımpaşalı Oedipus’un ardından beşinci romanı Mazarin Mavisi ‘ni (Doğan Kitap, Şubat 2020, 1. Baskı) yaklaşık beş yıl aradan sonra okurlarıyla buluşturdu. Önceki metinlerinde büyük oranda gerçeküstü roman atmosferleri yaratarak metninin çatısını kuran yazar, bu sefer daha klasik bir anlatıyla karşımızda. Adını bir kelebek türünden alan Mazarin Mavisi, Kafka’nın Dönüşüm’ünde de işaret ettiği gibi insanın kendi bedenine, ruhuna ve içine doğduğu kültüre yabancılaşarak ötekileşmesinin hikâyesi bir bakıma. Yazar, gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkmış. Konusuna şöyle bir baktığımızda, aslında gazetelerin üçüncü sayfa…

Devamını Oku

Alice Munro’nun (d.1931), 2011 Nisan’ı ile 2017 Temmuz’u arasında Türkçede Can Yayınları tarafından basılmış toplam sekiz kitabı var. Cem Alpan çevirileriyle Bazı Kadınlar (2011), Çocuklar Kalıyor (2012), Roza Hakmen çevirileriyle Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik (2013), Firar (2014), Castle Rock Manzarası (2016), Seçkin Selvi çevirisiyle Sevgili Hayat (2014), Erhun Yücesoy çevirisiyle Gençlik Arkadaşım (2016), Püren Özgören çevirisiyle Açık Sırlar (2017) Toplamı iki bin sekiz yüz sayfayı aşan yetmiş sekiz öykü. Demek ki her bir öykü ortalama otuz beş sayfa. Bu bizim “kısa öykü” bağlamında aldığımız tür için ölçüyü zorlayan bir oylum. Ne var ki bu yazıda daha çok Munro’nun kadınlarına…

Devamını Oku

Raymond Carver için, çevirmen Ayça Sabuncuoğlu’yla Can Yayınları arasında yapılan işbirliği, yazarın beş öykü kitabıyla okuru buluşturdu, Lütfen Sessiz Olur musun, Lütfen? (2012), Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz? (2013), Katedral (2014), Fil (2015), Azgın Mevsimler (2016) Beş yıl boyunca arka arkaya yayımlanmış beş öykü kitabı. Toplam dokuz yüz elli sayfayı bulan yetmişi aşkın öykü verimiyle bizim okurumuzun da yakından tanıdığı bir yazar ABD’li Raymond Carver (1938-1988). Öyle ki, yarattığı büyünün çekimiyle bizden öyküseveri kıskıvrak yakalayıp kendine bağlayıverdi. Artık o, hem öykücülüğümüz hem de öykü yazarlarımız arasında ciddi bir imza, yanılıyor muyum? Carver’ın yapıtlarından rastgele seçilecek herhangi örnekten yola çıksak bile, öykü…

Devamını Oku

Okur tarafından salt öykücü olarak kabul edildiğinden midir, yoksa romana geldiğinde sıra, okurun görece uzak durmasından mıdır bilinmez, ama Selçuk Baran romanlarının üzerinde gereğince durulmadığı kuşkusundan kurtaramıyor insan kendini. Oysa 1975-2000 yılları arasında okurla buluşan, sonuncusu yazarın ölümünden sonra yayımlanan üç roman da farklı bakış açılarına dayalı yaklaşımla ele alınmayı hak eden yapıtlar. Yeni basımları Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan bu üç roman Bir Solgun Adam (1975), Bozkır Çiçekleri (1987), Güz Gelmeden (2000) adlarını taşıyor. Farklı tarihlerde romancılığımıza katılmış eserlerin, yazarın Türkiye’nin sınıfsal konumuna dair aldığı çıktılar kadar, yaşanan toplumsal altüst oluş, siyasal çalkantılar, kültürel dönüşümler vb. konularda getirdiği şaşırtıcı…

Devamını Oku

Selçuk Baran bilinen öykü evrenlerinin bileşkesi gibi yoğurduğu romanlarında okuru, yarattığı kurmacasıyla farklı karşılıyor aslında. Bir yandan anlatı evrenleri, kişileriyle parçadan bütüne giderken diğer yandan bütünü de parçalarına ayırarak okurun dolantılarda girdaba kapılmasını, anlatıya koşut dramatik yapıya yuvarlanmasını istiyor. Tümü Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Bir Solgun Adam (1975), Bozkır Çiçekleri (1987), Güz Gelmeden (2000) adlı üç roman nasıl kurulursa kurulsun, sonuçta kendisini yine parçalanışın öznesine dönüştüren yazınsal tutumuyla gösteriyor. Söz konusu yapıtlarda karakterlerin ağırlıklarına baktığımızda bunu somut görebiliyoruz. Bir Solgun Adam’ın başkarakteri Mehmet Taşçı okuyan, yabancı dil bilen, çalıştığı bankada iyi mevkie gelmek üzereyken emekliye ayrılmış bir entelektüel. Halasından…

Devamını Oku

Kurmaca bir karakter için boşluk ne demek?Uyumsuzluk, anlamsızlık, aldırmazlık,hiçlik ya da enikonu çaresizlik belki. Belki de derin bir yalnızlık, tiksintili nefret, umutsuzluğa varan çaresizlik, mizantrop bakış açısı…Peki ya aslında bütün bunlar yazarın sanrılarıysa? Amerikalı yazar J.D. Salinger’ın özgün adı The Catcher In The Rye olan romanı, dilimize en yakın Çavdar Tarlasındaki Yakalayıcı olarak tercüme edilse deilk kez Adnan Benk,Fransızca çevirisiL’Attrape-cœurs’udikkate aldığından Gönülçelen (Can, 1982), Coşkun Yerli ise İngilizce aslından,anlatının ruhunu öncelediğinden sanırım,Çavdar Tarlasında Çocuklar(1997, YKY)adıyla çevirdi. 1951’de yayımlandığında büyük yankı uyandıran, hakkında en çok konuşulan kitaplar arasına giren roman,bir yandan yeni bir kült eser doğduğu gerekçesiyle coşkuyla karşılanırken, diğer yandan…

Devamını Oku

Adnan Gerger, gazeteci kimliğinin getirdiği alışkanlıkla olsa gerek denemeleri yanında şiirden öyküye, öyküden romana uzanan verimlerini gözlemden ve araştırmadan beslemiş bir yazar görünümü çiziyor. Gerger’in eserlerine topluca bakınca politik yanı ağır basan, coğrafyasının meselelerini, mesellerini enikonu içselleştirip evrensellik boyutuna taşıyan bir topografya ile karşılaşıyoruz. İnsanın/insanımızın yaşadığı/yaşattığı, hâlâ kanamaya devam eden/edecek yaralara dokunarak toplumcu edebiyatı benimsediği görülen yazarın, bir misyoner gibi edebiyatı uyarıcı ve aktarıcı olarak kullandığını da hissediyoruz. Gerger, gazetecilik hayatı boyunca pek çok ödüle layık görülmüş. Ayrıca baskıcı, kıyıcı, ülkeyi kötürüm bırakan 12 Eylül dönemini anlattığı, Faili Meçhul Öfke (İmge, 2010) romanıyla Yunus Nadi Armağanı da almış. Yazarın diğer…

Devamını Oku

Bugün 14 Şubat Dünya Öykü ve Sevgililer Günü. Aynı günde yapılan, iki ayrı gün gibi görünen, ama birbirinin içinden geçen sarmal iki kutlu gün yani. Öykü bizim sevgilimiz değil mi? Sevgili Özcan Karabulut’un ön ayak olup gündeme taşımasıyla bugün, Kasım 2003’te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanarak Dünya Öykü Günü adıyla kutlanmaya başlandı. İyi ki de öyle oldu. O halde her iki gün de, hepimiz için kutlu ve mutlu olsun. Günün anlam ve önemine uygun olarak bu ayki yazım, konuları oldukça dramatik de olsa, pek çok öykü ve öykücüyü içine alan iki kitap üzerine. Öykü hayatın kendi olduğuna göre, her…

Devamını Oku

Gıcırgıcır bir yıla, yepyeni bir başlangıçla, misafir odası kıvamında bir köşeyle başlayacağım için son derece “mesut ve bahtiyarım”. Bir edebiyat denizine, Aksisanat’a, karınca kararınca damlamaya çalışacağım bundan böyle. Sıklıkla roman öykü, ara sıra bu türler üzerine yazılmış deneme kitaplarıyla ilgili ayda bir defa eleştiri-deneme yazılarımla, çok sevdiğim bir sözle ifade edecek olursam, sizlerle “demişeceğim”. Kaçınılmaz biçimde eleştiri türünden söz açarak başlayalım mı? Derinlemesine bir incelemeyi sonraki yazılarımıza bırakarak, genel hatlarıyla söz konusu türü hallaç misali havalandırıp bırakmak gerekiyor sanırım. Dilerseniz eleştiriyi ucundan tutup şöyle bir kaldıralım, neler göründüğünü söylemeye çalışalım. Bazı yapıtlar hafızalarda kalıcı, çarpıcı izler bırakırken, bazılarını neden hatırlamayız,…

Devamını Oku