Gıcırgıcır bir yıla, yepyeni bir başlangıçla, misafir odası kıvamında bir köşeyle başlayacağım için son derece “mesut ve bahtiyarım”. Bir edebiyat denizine, Aksisanat’a, karınca kararınca damlamaya çalışacağım bundan böyle.
Sıklıkla roman öykü, ara sıra bu türler üzerine yazılmış deneme kitaplarıyla ilgili ayda bir defa eleştiri-deneme yazılarımla, çok sevdiğim bir sözle ifade edecek olursam, sizlerle “demişeceğim”.
Kaçınılmaz biçimde eleştiri türünden söz açarak başlayalım mı? Derinlemesine bir incelemeyi sonraki yazılarımıza bırakarak, genel hatlarıyla söz konusu türü hallaç misali havalandırıp bırakmak gerekiyor sanırım.
Dilerseniz eleştiriyi ucundan tutup şöyle bir kaldıralım, neler göründüğünü söylemeye çalışalım.
Bazı yapıtlar hafızalarda kalıcı, çarpıcı izler bırakırken, bazılarını neden hatırlamayız, sorusu sıradan olsa da cevabı merak edilen bir soru. Bunu ararken başka bir soru takılıveriyor zihne. Bir sanat eseri ortaya çıkar çıkmaz kaç eleştirmen onun başyapıt olduğunu görebilmiş, kimsenin henüz bilmediği tatmadığı o lezzeti sonuna kadar almış? Ah, bu gurmeleri ne çok kıskanırım. Derim ki böylesi eleştirmenler, başyapıtın sahibi, hatta eserin kendi kadar önemli, değerli sayılmalı. Ya olmasalardı, düşünsenize ne çok değerli sanatçı, eser sanat tarihinin dışında kalacaktı.
Bilinen o ki, oyunla filizlenip mağara duvarlarındaki resimlerle emekleyen sanat, insanlık tarihi kadar eski. Mağara duvarlarından ilkel dinlerdeki ritüellere uzanan süreçte, güzel sanatların neredeyse hepsi görülür. Sonraları bundan vazgeçen insan, törenlerde gördüğü bu güzellikleri ayrı ayrı yaşatmaya, üretmeye başlayınca sanat türlerinin doğması kaçınılmaz olmuş. Bu noktada sanat ürünlerinin niteliğiyle ilgili söz söyleyecek birilerinin varlığına ihtiyaç duyulmayacak mıydı? İşte eleştiri dediğimiz tür, ilk olarak Eski Yunan’da sisteme kavuşmuş, her bir sanatın ayrı eleştirmeni, doğallıkla kendine ait kuralları olan alt eleştiri türlerinin yolunu açmış.
Eleştiri, bir eserin içinde düşünme yolculuğu. Çünkü eleştirmek düşünmek, düşünmekse insanlık için kesintisiz bir eylem. Her insan üretmeye başlayınca, verimlerini sergileme, beğendirme gereği duyar. Bu da kaçınılmaz biçimde olumlu, olumsuz görüşleri birlikte getirir. Peki, ortaya konulan ürünle ilgili, bireysel beğeniyle sınırlı kalmayacak; neden güzel, neden değil; neden eksik, neden fazla sorularının cevabını vermeyen, veremeyen bu değerlendirmeleri nasıl karşılamalı? Tam da bu noktada eleştiri türü için belirli kıstaslara ihtiyacımız olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor. Türün tanımı da bu zaten: Bir sanat eserini anlamak, anlaşılmasını sağlamak amacıyla, belirli ölçütleri göz önünde bulundurarak inceleyen, değerlendiren yazı türü.
Peki iyi eleştiri, eleştirmen nasıl olmalı? Buna, doğruluğundan kuşku duymadığımız karşılıklar verilemez; ancak bazı prensipler üzerinden cevaplar aranabilir. Mesela, eleştirmenin estetik algısının yüksek olması beklenir. Ayrıca, öncülleriyle de kıyaslamalı ki, eleştirinin tanıtma, açıklama, yorumlama, sınıflandırma gücü görülebilsin. Eleştiri metni tartışma ortamı yaratmalı, nasıl yapılabileceğini sordurmalı, sunduğunu kuşkuyla karşılaması için izleyicisini kışkırtmalı. Kaldı ki eleştiri, insanı aklından yakalayan bir davranış içermek, özümsenmiş bakış açısı sunmak, zengin donanım, keskin zekâ ürünü de olmak zorunda.
Her sorunun cevabını ezbere veren eleştirmen yerine, sorularla derinleşmenin yolunu sezdiren eleştirmene ihtiyacımız var. Öyle sorular vardır ki, ölçünlü cevaplardan çok daha ufuk açıcı, perspektif geliştirici olabilir. Bu durumda iyi eleştirmenin farkı, sorduğu soruların cevabını vermekten çok, cevaba giden yolları göstermesinde ve açmasında yatar. Duyargalarını toprak üzerinde bıraktığı izleyicisini, çok yönlü düşünme biçimleriyle yönlendiren eleştirmen tipini olumluyor akıl. Bu da bilgelik gerektiriyor.
Bütün bu söz edişlerden sonra, eleştirinin reçetesi olabilir mi, sorusu düşüyor akla. Bilinen eleştirmenlerin kullandığı yöntem ve ölçütler birer reçete sayılmamalı. Ancak bu işe soyunanlar, genel geçer kuralları gözetmeli, sanat görüşlerine yakın buldukları eleştirmenlerin söylemlerini yazı masalarında tutmalı, ama kendilerine özgü biçim, biçem, dil geliştirmek zorunluluğunu da unutmamalıdırlar.
Kurcalamaya devam edelim. Sanat izleyicisinin alımlama sürecinde eleştirinin etkili olup olmadığı sorusu, çoğumuzun merakını cezbetmiştir. Geniş kitlelere yayılan güçlü bir etkiden söz edilemez belki, ama sözüne, tecrübesine güvenilen, yaptıkları ve yazdıklarıyla rüştünü ispatlamış bir eleştirmenin önerdiklerine, sayıları çok olmasa da meraklı bir kitlenin ilgi ve güven duyduğu da göz ardı edilemez.
Eleştiri türlerinin yazma eylemiyle bize ulaştığını düşünürsek bütün sanat dallarına ait eleştiri metinleri edebiyatla ilişkili olmuştur diyebiliriz. Biz elbette konumuz gereği, edebiyat eleştirisine odaklanacağız. Edebiyat eleştirisi; bir metni, metinde olması gerekenleri inceleyen, yorumlayan, okur alımlama sürecinde kendine has özellikleriyle onu parçası haline getiren, en önemlisi okurda sorular oluşmasını sağlayan bir türdür. Bunun yanında, sosyokültürel düzeydeki iç dinamikleri; çevresel, toplumsal, bilişsel süreçlere dayanarak, nesnel bir yaklaşımla enikonu çözümleme yöntemidir, diyebiliriz.
Gelelim mi bizdeki eleştirinin durumuna. Cemal Süreya’nın “Adı İlhan Berk Olan Şiir’inin tam da sırası şimdi. Yeni yıla tebessümle başlamalı. Eleştiri gibi netameli bir konudan söz ediyoruz ne de olsa.
Nurullah Ataç çeliştirmen
Tahir Alangu soruşturman
Cevdet Kudret deriştirmen
Suut Kemal çekiştirmen
Mehmet Kaplan uyuşturman
Sabahattin Eyüboğlu yetiştirmen
Orhan Burian barıştırman
Vedat Günyol biliştirmen
Adnan Benk veriştirmen
Fahir Onger geçiştirmen
Memet Fuat alıştırman
Fethi Naci kızıştırman
Hüseyin Cöntürk yarıştırman
Rauf Mutluay doluşturman
Asım Bezirci koğuşturman
Mehmet H. Doğan geliştirmen
Doğan Hızlan buluşturman
Konur Ertop araştırman
Vecihi Timuroğlu seviştirmen
Muzaffer Uyguner üleştirmen
Adnan Binyazar örtüştürmen
Füsun Akatlı konuşturman
Atilla Özkırımlı dalaştırman
Murat Belge yakıştırman
Enis Batur ileştirmen
İlhan Berk eleştirmen
Eh, Cemal Süreya’ya da böylesi yakışır. Şimdi bunun üzerine eleştiri konusunda ne söyleyebilirim ki.
İyi eleştirmenlerimiz elbette var, çok iyi eleştirmenlerimiz de.
Eleştiri, konu aldığı metinlerden doğmakla birlikte, yazara ya da metne bağlı olmayan bağımsız bir metindir. Bizde çoğunlukla yazarı metne bağlayan, iyiyle kötüyü ayırt etmeye çalışan, dolayısıyla metni yazınsal olarak ele almaya pek yanaşmayan eleştirmen anlayışının egemen olduğu biliniyor. Böyle bir işleyişin doğru çalışmayacağı, televizyon, gazete, dergi, site, fanzin vb. tüm organlar için yeterince ve nitelikli yazan olmadığı da aşikâr. Sonuçta ne mi oluyor, eleştirinin ışığından uzakta, karanlıkta kalıyoruz.
Bunlar sadece edebiyatın meselesi olmaktan çıkarılıp sanat dünyasının derdi olarak algılansa çözüme ulaşmak daha kolay olmaz mı? Yazık ki bizde eleştirinin, yalnızca eleştirmenin işi olduğu inanışı yaygın. Kanımca her yazar, şair estetik bir bakışa sahip. O halde neden yazar ve şairler eleştiri yazıları yazmaktan imtina ederler ki. Eğer sanatçılar da bu türde üretime geçerlerse, ortaya çıkan çok sesliliğin sanatı yukarı taşıyacağı çok açık.
Şu da var. Dergilerde, kitap eklerinde yeterince eleştiri yazısı yok diyoruz. Peki, tanıtım yazılarının yoğunluğunu nasıl açıklayabiliriz? Böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil, sanat dünyasının piyasaya uyduğu, popüler kültüre gitgide yaklaştığı, eleştiriyi gereksizleştirdiği yeterince açık değil mi? Böylece, sanat eserinin metalaştığı, destekleyicilerin öne çıkarak reklamın, pazarlamanın etkisiyle eserlerin parlatıldığı, yaldızlı hale getirildiğini söylemek yanlış mı olur?
Hatırlayanlar bilecektir, seneler önce Yazar-Sosyolog Sarah Thornton’un, “Sanat Piyasası Hakkında Yazmamak İçin On Neden” başlıklı yazısıyla, piyasa-sanat ilişkisine tepki göstererek işini bıraktığını açıklaması, eleştirinin dönemi içindeki durumunu sanat çevrelerinde tartışılır hale getirmişti.
Günümüzde bu halin çok da değişmediği söylenebilir mi, diyerek son bir soruyla eleştiri ve edebiyat eleştirisi irdelememizi, cevabını düşünme çaydanlığımızda demlenmeye bırakarak, noktalamak istiyorum.
İnsan ürettikçe, eleştiri de olacaktır. Umarım, dilerim, düşünme yolculuğumuz boyuncatuttuğumuz fener, “ya yol açarya da yol gösterir”.Bana da bunun keyfini sürmek kalır.