Yazar: Ali Hikmet Eren

insanlar sosyal medyada pek çok özelleri gibi, okudukları kitapları da paylaşmaya başladılar, kahvenin gücünü de kullanarak. kitap okuyacak zamanım var ki, kahve bile yaptım kitabın yanına, diyorlar, keyif için. aslında yalnızım, cep telefonum var sadece yanımda. o olmadan olur mu, diyorlar. gizli kahraman o; rejisörü, yönetmeni ve yapımcısı bu kısa filmin. okuma keyfi yapıyorum işte, keyifliyim diyorlar… köpüklü bir kahve, kitabın kapağı ya da içinden altı çizili birkaç satırla iyi gider bir fotoğrafta, bu yorgunluğun üstüne, telefonla oyalanırken, diyorlar. kahve bitince kitap da bitiyor. yarın başka bir kahve keyfinde yeni bir kitap paylaşmaya devam ediyorlar sonra. kitaplar hep değişiyor ve…

Devamını Oku

şiir, kurşunkalemle yazılan: yağmur, kokusu ıslak dudaklarda… kireç tadı, su sesi… sabahı olmayan bir şehri yürümek… (burada anlam: kırık / bir uykunun biriken / yüzü…)  aylardır işe gidiyorum ve daha aylarca kravat… takılı kadınlar öpüyorum boyuna… arada bir, mürekkep dökülünce ütülü pantolonuma… :şiir… utanıp ağlıyor hafta sonu yanağıma… işten arta kalan zamanlarda denize balık atıyorum– sözün kıyısında durup kimi zaman da, kucağımda bir kaya, balıklar kadar ağlıyorum; ırmakların denizi öpen hüznüyle… zıpkınların ıskaladığı her ağda kaç balık boğuluyor ve uzakta, yorgun bir martının ‘tayfa olacak mıyım?’ sorusu… sonbahar giyiniyorum sokaklarda ıslak, kuşlar konuyor yüzüme. bir kedi ağlıyor kirpiklerimden, duyuyorum.…

Devamını Oku

Kedilerini yazmıştım İzmir’in… Köpeklerini de biliyordum, tanışmıştım da, yazmamıştım. O yazının konusu değildi o zamanlar köpekler, Hayati Baki’nin kedisi kafa roldü o zamanlar! (Köpekleri de vardır Hayati Baki’nin; bilenler bilir; yaralı, duygusal.) Sanırım, kedilerini anlatırken İzmir’in, bütün sokak hayvanlarıyla, kedi, köpek, kuzu, martı, kumru ve devasa kargalarıyla bir bağ kurmuştum aramda, o zamanlar; Sinop’la bile. 1 Mayıs 2018 akşamında İzmir’deydim. Yeni çıkan kitaplarımızı yanımda taşıdığım iki çantaya zulalamış, gün kararırken yetiştirmiştim meydana; romanların klarnet, keman, darbuka sesleri arasında, akşama da uzayan 1 Mayıs kutlamalarının tam da ortasına. İzmir farklı, içinde olmaktan huzur duyduğum bir kent benim için; denizi, insanı, kadınları…

Devamını Oku

Salazar’ın üç fe’sinden biri futbol da niyeyse futbolu, hakemi, çizgileri ve topu tartışmaya devam ediyoruz.  Ben de içindeyim bu üçgenin. Çocukken, sırf abime inat olsun diye onun rakip (bizim futbolcu eskisi futbol yorumcularımıza göre şapkalı bir a ile yazılan rakip) bildiği bir takımı tutmaya başlayıp, başladım futbol hayatıma, bırakamadım da, nasıl tuttumsa… Ne çok uyutmuş abim beni…  Uyutmuştu da, gecekonduda! İş yerinde, molada, yemekhanede, server’da yasaklı değilse, günlük gazetelerin web sayfalarında hep futbol; futbolla uyuyan, onunla uyuyan bir halk kaldık zamanla… Neymiş efendim, hakemler hafif homoseksüel, taraftar delikanlı… Federasyon desen o biçim… Kırmızı kart… Kim kaç dakika yok ki… Dakika…

Devamını Oku

İntihal ve intihar arasında kalan l’nin boynunu bükmesi, almak ve çalmak arasındaki tek fark olan kuyruklu bir c kadar gerçek. Malik olma isteğinin, topyekun, el birliği ile şişirilen bir egonun ve nesneye duyulan doyumsuz arzunun sonucudur o kuyruklu c! Yan inşaattan çalarak evinizin duvarlarına koyduğunuz birkaç tuğla, eğretiliklerinden düşecektir bir zaman sonra. Ev, başınıza yıkılacaktır doğal olarak. Sizinkiler zaten duymaz da aparttığınız o tuğlalar hiç duymaz yardım çığlıklarınızı. Peter Shaffer’in “Küheylan” adlı oyununu, yıllar sonra Derviş Zaim’le “Tabutta Röveşata,” Altan Erkekli ile de “İnadına Yaşamak” adıyla yutturabilirler size o zaman. Hatta Orhan Pamuk’a başka bir yerde, hiç gitmediğiniz bir sokakta…

Devamını Oku

Tepedeki İslam Pursaklar’da, Ankara’nın ilk ve tek ‘Tebessüm Şehri’nde, ayık dolaşmadığı konusundaki ihbarlar yüzünden polisin de sık sık baskın yaptığı ve suçüstü yapmaya çalıştığı bir tepedeyiz Levent’le. Son günlerde çok sık gelmeye başladık Levent’le bu tepeye. Bir tepeden kim ne ister, niye ihbar eder, sorusunun yanıtını bulmaya geliyoruz Levent’le bu tepeye. Uzun saçlı, kirli sakallı, ayaklarında şıpıdık terlik, üzerinde kirli bir eşofman, elinde siyah, naylon poşetler olduğu halde yaşlı bir adam yaklaşıyor yanımıza; ‘’Boşları…’’ diyor, kısık sesiyle; ‘’Alabilir miyim?’’ ‘’Elbette’’ diyoruz, veriyoruz boşları… Arabanın bagajından çıkarıp başka boşlar da veriyor Levent. Her zaman tedarikli, iyi bir arkadaştır Levent. ‘’Boşları…

Devamını Oku

1. seksen darbesinin arefesi; anadolu’nun, ankara’ya yakın bir şehrinden, pılımızı pırtımızı toplayıp, bir MAN kamyon üstünde göç ediyoruz ankara’ya; çocuğuz daha. babam, bizden altı sene önce gelmiş, yurt edinmiş ankara’yı, solfasol’u. çalışmış, para biriktirmiş… hemşehrilerine yakın bir yerden arsa alıp, çalışmaya devam etmiş sonra da. iş yerinde yatıp, masraf bile etmemiş, para biriktirmiş kamyon için. 2. bir gece, biriktirdiği bütün paraları harcayıp, kondurmuş evimizi;solfasol’la baraj mahallesi’nin arasında kalan bir tepeye. kamyon parasını kenara atmış, lazım olur diye… komyon üstünde geldik, demiştim… o yıllarda, kamyon üstünde geliyordu eşyalar, döküle saçıla; insan da bir eşyadır sonuçta! 3. ankara’ya taşınır taşınmaz…

Devamını Oku

AlfonsinaStorni: AlfonsinaStorni, 1892 İsviçre doğumludur. Dört yaşındayken, anne babasıyla Arjantin’e taşınmışlar,çocukluk yaşları çalışmak ve hayatta kalmak için verdiği mücadelelerle geçmiştir. Bir süre tiyatroyla ilgilenmiştir. Gençlik yıllarına geldiğinde öğretmen olmuşve bu yıllarda, evli bir adamla olan aşkından bir oğlu dünyaya gelmiştir. Hep çalışmıştır Alfonsina; çok sayıda işe girip çıkmıştır. İlk şiir kitabı La inquietud del rosal (Gül Ağacının Tasası) 1916 yılında, 24 yaşındayken yayımlanmış,önemli ödüller almıştır. 1920’lerde, Latin Amerika’nın önde gelen şairleri arasındadır artık. Önceleri hece ve uyakla şiir yazan AlfonsinaStorni, 1930’lu yıllarda, Avrupa’daki şiir akımlarından da etkilenerek serbest dizeye yönelmiş, 25 Ekim 1938’de, 46 yaşındayken, Arjantin’deki Mar del Plata meydanından…

Devamını Oku

abidin dino, 1913’te istanbulda doğdu. isviçre ve fransa’da bir müddet yaşadıktan sonra, 12 yaşında yeniden döndüğü istanbul’da, öğrenimini yarım bırakarak resim, karikatür ve edebiyatla uğraşmaya başladı. ilk karikatür ve resimleri yarın gazetesinde, edebiyatla ilgili ürünleri de artist dergisinde yayınlandı dino’nun. 1934’te atatürk’ün de isteği ile, sinema eğitimi almak için leningrad’a bile gitti. orada, pek çok ünlü yazar ve ressamla tanışma, birebir çalışma fırsatları oldu abidin dino’nun. onun bilinmeyen yanı, öykücülüğü daha çok. yirmili yaşlarının daha başında yazmaya başladığı, sadece birkaç yıl süren öykücülük serüveninde, birkaç öykü ve birkaç kısa film senaryosu bırakmıştır ardında. ferit edgü’nün ulaşıp yayına hazırladığı, abidin dino’nun…

Devamını Oku