Tepedeki İslam
Pursaklar’da, Ankara’nın ilk ve tek ‘Tebessüm Şehri’nde, ayık dolaşmadığı konusundaki ihbarlar yüzünden polisin de sık sık baskın yaptığı ve suçüstü yapmaya çalıştığı bir tepedeyiz Levent’le.
Son günlerde çok sık gelmeye başladık Levent’le bu tepeye.
Bir tepeden kim ne ister, niye ihbar eder, sorusunun yanıtını bulmaya geliyoruz Levent’le bu tepeye.
Uzun saçlı, kirli sakallı, ayaklarında şıpıdık terlik, üzerinde kirli bir eşofman, elinde siyah, naylon poşetler olduğu halde yaşlı bir adam yaklaşıyor yanımıza; ‘’Boşları…’’ diyor, kısık sesiyle; ‘’Alabilir miyim?’’
‘’Elbette’’ diyoruz, veriyoruz boşları… Arabanın bagajından çıkarıp başka boşlar da veriyor Levent.
Her zaman tedarikli, iyi bir arkadaştır Levent.
‘’Boşları şu aşağıdaki caddedeki büfeye satıyorum; kendim içmediğim için yarı fiyatına alıyor; onların parasıyla da dolu veriyor bana, hiç yolluksuz bırakmıyor beni…’’
Levent’ten başka iyi insanlar da varmış meğer!
‘’Hiç yoktan iyidir… Az içiyorum, yavaş içiyorum ben zaten… Isıtarak içmeyi seviyorum bendolu’yu…’’
İslam’mış adı; kızıyla yaşıyormuş; eski bir satranç şampiyonuymuş Bulgaristan’da. Kızı yakında evlenirse, onu rahatsız etmemek adına ayrılacakmış evden… ‘’Kızımla da oynarız arada bir, bazen yener beni de; gerçi ben izin veririm ya yenmesine.’’
Pursaklar’daki o tepeye gitmeye, bir yandan Ankara’ya tepeden bakarken, bir yandan da İslam’a boş biriktirmeye devam ettik Levent’le; zamanımız el verdikçe.
‘’Biri daha var buralara dadanan, ama durumu iyi onun; benim gibi değil. Yok aslında biriktirmeye falan ihtiyacı. Benim ekmeğime engel, tek işi bu… Ona boş vermeyin ha; yabancı o!’’
‘’Bütün boş’lar senindir; sen merak etme İslam.’’
‘’Gerçi siz bilirsiniz, karışamam ben… Orta yaşlı ama bastonla gezer o; ihtiyacı varmış gibi… Numara hepsi. Siz bilirsiniz yine de; ben bir şey diyemem…
Para da kazandım o dönem, Mamak’ta ders verirken yani. Yine öyle bir iş bulsam çalışmaz mıyım, çalışırmış elbette. Araştırıyor kızım da, bakıyor sağa sola, çıkarsa…’’
Levent’le, İslam’ı bulmak için o tepeye her gittiğimizde bizi karşılıyor, tam da kaldığı yerden başlıyordu anlatmaya.
Mamak Halk Evi’nde tamamen rastlantısal olarak seçilen fakir ailelerin çocuklarına satranç dersleri vermiş İslam Osmanoğlu.
‘’Kübra şampiyon olamadı İspanya’da, kırk dördüncü oldu. İyi bir tecrübe oldu onun için… Bazı hatalar yaptı, basit hatalar, tecrübesizlikten. Sonrasında kimseye bırakmadı ama Türkiye ve Avrupa şampiyonluklarını… Mustafa üçüncü oldu Avrupa’da.
Bir görebilsem onları, Mamak’ta oturuyor Kübra. İki yıl oldu göremedim, o da gelemez ki…’’
İyi çocuktu Levent, benden daha çok o anlardı İslam’dan.
‘’Sizinkilere de ders verirdim ama yaşları küçük daha, dört buçuk yaşında olmaz, verimli olmaz dersler. Bir başlama yaşı var sonuçta; hele seninki, ona daha çok zaman var; sizinkiler aklımda benim…’’
Birbirimize baktık Levent’le… İyi adamdır, bakışarak bile anlaşabilirsiniz Levent’le…
Cumartesi, merkezdeki otobüs durağında bekle bizi, dedim, eyvallah, dedi. Ama böyle olmaz İslam, tıraş ol, takım elbise giy, sadece su iç o gün, dedim.
İslam gelmez ama, hani gelirse diye, Cumartesi öğleden sonra, bir yandan da ona boş biriktirerek, gittik Levent’le; PursaklarGöçmenevleri merkezindeki o durağa.
İyi arkadaştır Levent; gel dersen gelir hep.
İslam tıraş olmuş, saçlarını ve sakallarını kesmiş, nereden bulmuşsa, kendisine en az iki beden bol gelen cart mavi bir takım elbise, ona hiç uymayan, kahverengi bir gömlek giymiş, üzerine de, kocaman bir kravat takmıştı; kör düğümle bağ yapılmış…
Elinde, bir buçuk litrelik bir pet şişede, yarısı içilmiş bir de su vardı onu gördüğümüzde.
Bir yudum daha alıyordu ki şişeden, kapağını kapatıp bindi arabaya bizi görünce, sevindi, heyecan yaptı, eli ayağı dolaştı bir zaman; erken geldim ben; kusura bakmayın…
Tepecik Mahallesi’nde, önünde kocaman bir istinat duvarı olan bir sokakta, dik bir yamaçtaydı Kübra’nın evi; beton duvarlar arasına sıkıştırılmış ince bir merdivenden çıkılan bir gecekondu…
Şişesini arabada bırakarak, heyecanla, ama yavaş adımlarla çıktı merdivenleri, zile bastı. Kübra açtı kapıyı; esmer, uzun saçlı, güler yüzlü bir genç kız. Hocasının elini öptü, konuştular kapı ağzında. İslam, bizden söz etmiş olacak ki, el salladı Kübra bize, buyur etti.
Annesi Gülizar Hanım çıktı sonra da kapıya, o da davet etti bizi; eve çağırdı.Teşekkür ettik, biz arabada bekleriz, dedik Levent’le.İyi ettik, dedim arabada beklemekle… Hem boş bile biriktiririz İslam’a.
Yarım saat sonra göründüler kapıda. Sarıldılar, Kübra tekrar elini öptü hocasının, el salladı bize de, gülümsedi.
Arabaya binip, hiç konuşmadan tepenin yolunu tuttuk. İslam, yeni takım elbisesiyle arka koltukta oturuyor, mutlu görünüyordu.
Yavaş yavaş, ısıtarak içiyordu suyunu…