Yazar: Deniz Dağdelen

ANA

Sırtını şiire verdin mi, Belkahve’den inince karşına çıkacak. Aşağı yukarı 15 kilometre kadar gidince, merkezine ulaşacaksın bu kentin. Evet, kolayca tahmin edilebileceği gibi İzmir’den söz ediyorum. Belki memleketim olduğu için, belki içinde çokça memleket barındıran bir tarih annesi olduğu için bu kentin tiyatroyla ilişkisi her zaman ilgi çekici gelmiştir bana. 15 kilometre kadar gideceksin dedik ya, karşına eskilerden Borsa binası çıkacak. Vaktiyle İzmir’in emzirdiği, dünyaca tanınan sanatçı Dario Moreno’nun gitarını alıp şarkılar söylediği Bahri Baba Parkı’nı da gülümsemene asıp yürümeyi sürdüreceksin. Biraz daha ilerlemelisin, ancak Ayhan Işık’ın doğduğu eve, yani Karataş’a kadar ilerleme. Bu noktada durduğunda başını sağa çevirdiğin zaman…

Devamını Oku
ANA

Yakın zamanda taşınacağım için midir bilinmez, hanidir eşyaların anlamını düşünür oldum. Haftanın kaçıncı günüydü anımsamıyorum ancak aynada kendime uğramadığım bir gün olduğuna eminim, sandalyede dağınık katlanmış Tiyatro Gazetesi’ne tekrar göz gezdirirken buldum kendimi. Tiyatronun gazetesi olur mu? Oluyor!  Nazif Uslu, Mask-Kara Tiyatrosu’nu 1994’te kurduğunda ana amacı kuşkusuz bir tiyatro gazetesi çıkarmak değildi. Ne ki Makedonya göçmeni bir ailenin kültür harmanında doğduğundan, çok yönlü düşünme eğilimi kendisini tanıyanları şaşırtmıyordu. Belki de üniversitede felsefe okuduğundan olacak, yaşamına yeni ve kalın bir sayfa açacak bu serüvene girdiğinden beri hiçbir zaman tiyatroyu salt tiyatro olarak görmedi. Girdiği alanın ne olduğundan çok ne olamadığına gözlerini…

Devamını Oku
ANA

“Vapur kalkıyooor!”.  Haydarpaşa Garı’na karşı denizi köpürterek yola koyulmaya hazırlanan aheste bir vapur. İskelede duyulan belli belirsiz bir çığıltı. Arkadaşları arasında Türkçe bilmeyen tek kişi olan genç kadının, bu sisli çığıltıda anlar gibi olduğu tek sözcüktü vapur. Onun ana dilinde bu ulaşım aracı için de benzer bir sözcük kullanılıyordu. “Vapeur (vapör)” diyordu Fransız kadın kendi dilinde; öyle ya, ilk vapurlar buhar enerjisiyle çalıştığı için, özgün anlamı “buhar” olan “vapeur” sözcüğü kullanılır olmuştu denize öksüren bu koca metal yığını için. Ne ki bu yolculuk, buhar gibi uçucu değil, aksine kalıcı bir iz bırakacaktı kendisinde. Büyükada’ya vardıklarında 15 gün boyunca çekecekleri dönem…

Devamını Oku
ANA

              Bir yol uzanır, sıcak, deniz kenarında. Bir çocuk oturuyor. İçinde, kendi kıyısına mahkum bir denizin tutuklu mahzunluğu. Yol uzun, yol sıcak.             Bazı çiçekler, suyu kesildikçe büyürdü ve çıktığı yolun bunu ona öğretebilmesi için zaman gerekliydi. Sahneye çıkabilmek için ne yapması gerektiğini arıyordu ya, çok uzak bir yerde buldu: kendine inecekti ilkin. Memleketinden, doğduğu Antakya’dan genç yaşında ayrıldı. Tiyatro oyuncusu olmak istiyordu genç delikanlı. Önünde, çokları için önemsiz görünen birkaç pürüz vardı. Ne ki pürüzlerin aslında aşılması gereken birer tepe olduğunu anladığı sınavlarda aldığı “Türkçeni geliştir” yanıtı yuva yapıyordu genç yüzünün çizgilerinde. Gerçekte 1988-1989 yıllarında memleketi Antakya’da amatör…

Devamını Oku