Sırtını şiire verdin mi, Belkahve’den inince karşına çıkacak. Aşağı yukarı 15 kilometre kadar gidince, merkezine ulaşacaksın bu kentin. Evet, kolayca tahmin edilebileceği gibi İzmir’den söz ediyorum. Belki memleketim olduğu için, belki içinde çokça memleket barındıran bir tarih annesi olduğu için bu kentin tiyatroyla ilişkisi her zaman ilgi çekici gelmiştir bana. 15 kilometre kadar gideceksin dedik ya, karşına eskilerden Borsa binası çıkacak. Vaktiyle İzmir’in emzirdiği, dünyaca tanınan sanatçı Dario Moreno’nun gitarını alıp şarkılar söylediği Bahri Baba Parkı’nı da gülümsemene asıp yürümeyi sürdüreceksin. Biraz daha ilerlemelisin, ancak Ayhan Işık’ın doğduğu eve, yani Karataş’a kadar ilerleme. Bu noktada durduğunda başını sağa çevirdiğin zaman kubbesi gözlerine takılan o binaya getirmek istiyorum seni.
Körfeze bağdaş kurmuş bu kadim kentin tiyatroyla ilişkisinin ilk başladığı ve hala canlılıkla devam ettiği konaklarından biridir İzmir Devlet Tiyatrosu binası. Vaktiyle Türk Ocağı için inşa edilen ve Halkevi olarak da kullanılan bu binanın doğum pastasında 100. mum dikilmek üzere. Söz konusu bina, Devlet Tiyatrosu için kullanılmadan önce sırasıyla Türk Ocağı ve Halkevi işlevi gördüğü dönemlerde, şehrin eğlence, eğitim ve kültür yaşamında önemli bir yer tutuyor. Öyle ki, Türk Ocağı olarak kullanıldığı yıllarda bahçesi müzik ve cambaz gösterilerine sahne oluyor. 1938 yılına gelindiğinde ise, döneminde İzmir’deki tek tiyatro etkinliğine, yani Halkevi’nde “Tırtıllar” adlı oyunun sahnelenmesine tanıklık ediyoruz. İşte bu binada, İkinci Dünya Savaşı’nın koyu gölgesi altında geçen yıllarda, 1940 yılında 60, 1941 yılında 38 tiyatro gösterisi yapıldığını öğrenince, kentin kültür ocağı bir başka ısıtıyor insanın içini. Halkevi olarak kullanıldığı çağda bina, yerli yabancı üniversitelerden katılacak konuşmacılardan oluşan kültür programlarına da ayrıca ev sahipliği yapıyor.
İnşa edildiği 1925 yılında denizin hemen kıyısında olan, günümüzde ise sahil bulvarı nedeniyle ayrı yattığı körfezin mavi imzasını Mithatpaşa Caddesi’ne kazımış binanın salt tiyatro ya da gösterilere ev sahipliği yaptığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. İzmir Halkevi olarak konuklarını ağırlarken resim sergilerine de ev sahipliği yapıyor bu bina. Ayrıca, Haziran 1946’da film gösterimlerini bünyesinde ağırlıyor. Binanın bahçesindeki Şenocak Sineması’nda da ayrıca film gösterileri yapılırken, bazı müzisyen ve orkestralar da ayrı dönemlerde kültür atmosferini kente bu binadan üflüyor. 1957’den beri Devlet Tiyatrosu için kapılarını açan yapı, belli yaştaki İzmirliler için adeta bir tiyatro ocağı. Yaşım gereği eskileri yetişme şansına erişemesem de, sadece, yine İzmirli bir yazar olan Dinçer Sümer’in kaleme aldığı “Sandalım Kıyıya Bağlı” oyununun bu denli yakışacağı bir başka sahne olmadığını adım gibi biliyorum. Öyle ya, İzmir’in kadim yerleşim yeri olan Tilkilik, görece küçük denebilecek sahneye yerleşmeyi nasıl da başarmıştı! Üstelik İzmir’in 200 yılı, küçük dediğimiz salona iki saatte sığıveriyordu! Salt bu nedenle bile ayrı bir aşk duyulabilecek bu küçük kubbeli yapıya derin bir sevgi beslediğimi gizleyecek değilim. Urla’yı saymazsak uzun yıllar İzmir Devlet Tiyatrosu’nun tek sahnesi olarak işlev gören binanın şimdi iki genç kardeşi Bornova ve Karşıyaka’nın koynunda soluk alıyor.
Ne vakit bu binanın önünden geçsem, Behçet Necatigil’i de anarak “zordu dar zamanlarda bir seviyi aşılamak” diye geçiriyorum içinden. Uzun süre boyunca İzmir’in kültür meşalelerinden biri, belki de en önemlisi olmuş bu bina, soluk alan, ancak daha önemlisi soluk veren, canlı bir yapı. Üstelik, sırtına yük ekledikçe, gökyüzüne daha da hızlı koşuyor İzmir’in mavi meşalesi.