Gülçin Sahilli
Yasaklı bir sonbahardayız. Yasak listeleri ön bahardaki gibi bültenlerle verilmese de sonbahar rüzgarıyla bir yerlerden yaprak yerine maskeler uçuşunca, hissediyoruz etrafımızda git gide taçlanan dikenli çemberi.
Yılla ilgili genel hezimet kanıtları, daha uzun süre eski özgürlüklerimize sahip olamayacağımızı gösteriyor. Hala bir ağaç gövdesine sımsıkı sarılma ihtimalimiz olsa da ikinci dereceden sevdiklerimizin gövdeleri için bu hayli uzak bir ihtimal. Yani dostlara sarılıp hasret gidermek bu yazın dönüşünde dönüşsüz… Eylül var dostlar yok.
Günler bozbulanık… Yüzünün yeşili usul usul silinen yapraklar bile son demlerinin hayati özgürlüklerine sahip değiller. Önümüzdeki günlerde de aynı bugün olduğu gibi ikindi sırtları sokaklarından, iç huzuruyla değil aceleyle geçeceğimizden, ayaklarımıza sere serpe saçılamayacaklar. Saçılsalar bile biz yaprakların masum oyununa eşlik edebilecek halde değiliz artık. Öylesi uçarı anları kovalayamayacak kadar yorulduk. Maskelerimizin ardına sadece yüzümüzü değil, tüm varlığımızı ve hayallerimizi saklayıp, hızla geçiyoruz günlerden. Üstelik hiçbir biçimde günlerin gidiş yönündeki karanlığı kestiremeden. Ağustos böceği kostümleriyle sonbahara açılıyoruz.
Oysa baharın sonu iyi niyetli hatırnaz insanlara benzer. Yılın çıkışına doğru yaklaşırken bizi son bir kez gülümsetme derdiyle ikramlarını eksik etmez. Yağmurunu az, gökkuşağını bol tutar. Ucun kıyın kümelenen bulutlar maarifi vururken, evlerin pencereleri henüz gökyüzüne kapanmamıştır. Perdelerin dantelli telaşı, saksılardaki fesleğenlerin çırpınışına karışır.
Eylülde aşk da yükseliştedir. En azından geçmiş yıllarda yükselişteydi. Sonbahar caddelerine kavuşmaya çalışan damlaların yolunu kesen sıcak bedenler, şemsiye altlarında gözlerde kalp aramaya çıkardı. Şimdiyse o yağmurun altında ıslanıp, hastalanıp, vücudu bin yılın düşmanına karşı zayıf düşürmek var. Seksen yaş kaygı ve korkuları geçen marttan beri, amaçsızca besleniyorlar aramızda. Umarım bunca egzajere iç bunaltısına rağmen, sevme derslerini caddelerde ıslıkla verenleriniz kalmıştır.
Bu eylül şiir sınavları da yapılamayacak. Çünkü yazılacak şeyler, eylül, yağmur, bulutlar ve sonbaharın ötesine düşüyor. Eylül; uykuda çöken karaltı, yağmur; gözün yaşıyla hemhal, bulutlar; öbekleşmiş asap bozukluğu ve koskoca bir sonbahar; çamların bile iğne yapraklarını döktüğü rüyalarla ilgili.
Sırtımızı döndüğümüz sonbaharın, hançer koleksiyoncusu olma ihtimali hayli kuvvetli. Üstelik camın ardındaki günün erken sönüşünün, bu kez Persephone hasretiyle de ilgisi yok. Şiir yoksa da öneri var. Bu yıl önceki eylüllerimizden birini seçerek tekrar onun arasından geçebiliriz. Böylelikle dışımızda ruh sarartıcı benzeri hüküm sürerken, içimizin içinde “Ben bu filmi görmüştüm.” tadında aldatıcı bir huzurla ilerleyebiliriz.