Yazar: Gülçin Sahilli

Günlerden Hıdırellez, çok çok uzak bir tepenin açı ortayında şöyle kocaman salını da salını, allı güllü bezler dolanı, bir hayat ağacı üç akde kadar gözünüzün önünde belirsin bakimmm… Biz de dilek dileyecek hâl, dilenecek dilek mi kaldı yazan dişi demeyiniz. Dilek dilektir. (Bu da ne komik ikileme düzeneğidir dilimizde, “yaz yazdır, aşk aşktır…” Aynı sözün akabine döşe zaman eklerini, sür fırına. Neyse şimdi dilbilimle yormayayım argın gönülleri…) Sağlık mecburiyet onu yer kabuğunun en üstüne koyup bohçayı açalım. Saklamadan saklanan yasaklar ilanlı malumunuz, taşları saçalım fal başlasın… Önceden olsa kıza duvak, ateşe baca, dula koca, aşka loca dilerdik. Ama öyle aşklı…

Devamını Oku
ANA

Salgının dokunamadığı bir dağ köyüne varmıştı rüzgarım. İnsanların topraktan bittiğine yemin edebilecek kadar uzaktaydım. Uzak, kesin bir sözlükte huzurla aynı anlama geliyordu. Kar çiçekleri açmış ağaç dallarına tutuna tutuna tırmandım patikaya. Yalnızlığa uzun zaman önce bulaşmış ellerim, keskin soğuktan mora çalmıştı. Az ileride tek katlı bir köy evinin eğri çatısında buzdan sarkıtlar parıldıyordu. Kış güneşinin her daim ihanete meyilli bir tarafı vardı. Yağan karı yeryüzünden bencilce geri istiyordu. Irmağı kıskanmış bir arkı geçtim. Köyün kahvesinin önüne dek geldim. Zamanda eprimiş masa örtüleri ince esintiye kapılmıştı. Üstlerine ters çevrili tahta sandalyeler olmasa sanki köyün serçelerine katılacaklardı. Kahvenin camlarında ince bir buğu…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Bu yazı, uzaktan seyretmenin tatlı su bilmişliğini içermemektedir. Bu yazı, yaşanmamış ekranlanmış acı içermemektedir. Ben bir depremzedeyim. Duvarları çok yerinden çatlamış, artık oturması güvenli olmayan bir evin sahibiyim. Daha doğrusu orta hasarlı bir evin sahibiyim. Yani yarı yaşanabilir yarı ölünebilir olasılıklı beton duvarlarım var benim. Yuvam yaram oldu. İçine girip kaderimi kabullenirsem, akşamlarımı televizyon yerine duvarlardaki çatlakları izleyerek geçireceğim. Zaman içinde o çatlakların yaşam çizgimin kısalmasına etkisini, el falı kıvamında bir kadercilikle öğrenmem de kuvvetle muhtemel. Bu yazı ajitasyon da içermemektedir. Sakın yanlış anlaşılmasın. Yalnızca evsiz kalmak ne demek şu günlerde gayet iyi biliyorum. Ve konacak yeriniz olmayınca…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Attila İlhan, Kimi sevsem sensin şiirinde, akşamın ceketi omzunda saatlerinden geçen bir adamın, bulvardaki yaldızlı hanımlarda, kırmızı ayakkabının asıl sahibini aramasını anlatır. Şiir, görsel kırılmalardaki farkın, aslında hep asıl âşık olunanın bir benzerini bulma hikayesi olduğunu üst perdeden yineleyip durmaktan eşsiz bir tat almaktadır. Sevilen öyle sevilmiştir ki yerine gelen suretleri sadece onu renklendirmektedir. Sevilendeki kusurların seyreltildiği suretler ne yazık ki sadece onu tamamlamaktadırlar. Hiç vazgeçilemeyecek ve her uzaklıktan yalın ayak geri dönülecek demirbaş sevgiliyi, kopyaları biraz daha parlatmaktadır. Şiirdeki yırtıcı düş kırıklığı, çoktan geçsen de kaldığın, her gelen de onun bir parçasını bulup aynı sevmeyi umduğun, aynı…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Yasaklı bir sonbahardayız. Yasak listeleri ön bahardaki gibi bültenlerle verilmese de sonbahar rüzgarıyla bir yerlerden yaprak yerine maskeler uçuşunca, hissediyoruz etrafımızda git gide taçlanan dikenli çemberi. Yılla ilgili genel hezimet kanıtları, daha uzun süre eski özgürlüklerimize sahip olamayacağımızı gösteriyor. Hala bir ağaç gövdesine sımsıkı sarılma ihtimalimiz olsa da ikinci dereceden sevdiklerimizin gövdeleri için bu hayli uzak bir ihtimal. Yani dostlara sarılıp hasret gidermek bu yazın dönüşünde dönüşsüz… Eylül var dostlar yok. Günler bozbulanık… Yüzünün yeşili usul usul silinen yapraklar bile son demlerinin hayati özgürlüklerine sahip değiller. Önümüzdeki günlerde de aynı bugün olduğu gibi ikindi sırtları sokaklarından, iç huzuruyla…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Aslında yıldızları yattığım yerden seyretmek için daha acısız bir yol seçebilirdim ama hayat o akşamki manzaramı böyle kurgulamıştı. Bu ilk seçenek kaderciler için hayli ideal…. İfadeyi başa saralım ama okuru sıkmamak içinde taşların yerini değiştirelim. O Haziran akşamı mecburi yıldız seyretme hizmetinden fazlasını yapabilecekken, birinci dereceden yakinim olanlar tarafından paten pistine sürüklendim. Bu seçenek de ruh sağlığım için uygun olacaktır. Diğerlerini suçla ve kalanı kotar. Siz yeter ki bunalmayınız. Buyurunuz buradan… Sıra geldi kurgunun 3. tekil haline, kendimin tanrısı olarak yücelerden kendime bakıyorum. Miyop olduğumdan yükseklik ve bulutlar (bulutları sil, bulutlar olmaz, o akşam kendileri dinlenmedeydi) görüş alanımı…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli “Yıl 2040. Başlangıcın üzerinden tam yirmi ateşli yıl geçti. Corona hâlâ başköşedeki vurucu gücünü koruyor. Tür, serpilip büyüdü. İlk versiyonları hayli olgunlaştı. Bilinçlendi de… Coronalar yaşam sistemlerine sızarak örgütlendiler. Kendi kültür ve geleneklerini oluşturdular. İnsan vücudunda hayatını kaybeden coronalar için, başlangıçları sayılan Aralık 2019 adına, her ayın 19’unda anmalar düzenliyorlar. Pek çok kentte mabetler kurdular. Kapılarında çok toplu, toparlak tanrılarının mermer heykelleri yükseliyor. Kendilerine özel bir bağlılık sistemi geliştirseler de diğer inanışlara karşı da radikal değiller. Bu hâlâ insanoğlunun beyin örgüsünde törpüleyemediği kambur bir eksiklik… Dezenfektan milli içkileri oldu. Anma ve ayinlerde yüzde altmış sulandırılmış olarak tüketiyorlar. Fazlası…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Esnemek bulaşıcı zorunlulardandır. Esneyene karşı esnersin. Şimdilerde öksürene karşı öksürüp, hapşırana karşı hapşırıyoruz. Düşümüzde yüksek ateşli sıcak sıcak insanlar sarmış her yeri. Buzdolabına girsek ki çocukken yapmışlığım vardır kurtulamıyoruz. Hava sıcak, hayat sıcak, kaygı sıcak, sıcakkkkkkkk….. “Gelme üstüme üstüme” diye sözleri olan bir şarkı vardı. Ruhumuzda hep bir üst basması… Al karısı, kırk yarası, gelir bunun arkası… Yok, bey biraderim bitmez. Bitmeyeninden yapmışlar. Bu kadar antiakıllı varken bize bu virüs miktarı yetmez. Neymiş efendim çok sıkılmış alışveriş merkezinde bir gezsinmiş, gözünü hastanede açarsan kalmaz sıkıntın. Yav bir durun! Şu alışveriş merkezi turları, sokakta yeme, kahve diyarında yüzünü yıkama…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Hepimiz öleceğiz koğuş yat! Hepimiz daha da öleceğiz koğuş kalk! Hepimiz öyle böyle ölmeyeceğiz koğuş yat! Hepimiz yardır yardır öleceğiz koğuş kalk! Koğuş kalk! Koğuşşşşşşş…… Bu bize reva görülen hasıraltı katliamdır… Ellerimizle döşediğimiz taş mezarımızın içinde koltuktayız…. Ünvanlı karakterler, kamu spotları, acılı şarkılar eşliğinde dönen reklamlar ise an be an beyaz camda… Biz öyle katatonik halde tırnaklarımızdan kalan son parçayı da kemirirken bilincimizin yer altına döşenen negatif kablolar sayesinde ölmeden ölümü yaşıyoruz. Ruhumuzun seratonin ve oksitosin şişeleri boş… Gülünmez ayıptır diyor annem… Virüse saygılı ol! Dün beş altı yaşlarında bir kız çocuğu karşıdaki bahçeden sokağa adım atacak annesi…

Devamını Oku

Gülçin Sahilli Duyguların bile sosyal mesafe içerdiği bir tarihi yazıyoruz. Mesela fütursuz neşe ile aramızda dağlar var. Hele açık havada yürümenin yarattığı huzuru düşünmek bile okyanus aşırı etkisi yaratabilir. Yelkovan akrebinden vazgeçmez. Çünkü zaman geçmek için kurgulanmış. Ama geçen günün içine penceredekinden fazla gökyüzü sığmayınca, haliyle yarım ağız geçiyor. Evler de unlu mamuller dükkanlarına döndü. Her köşede maya kokusu. Şiirler de çörek otları ve susamlar… Kendimizi dinliyoruz ama ruhumuzu değil. Ağrıyan bir yerimiz var mı diye bakıyoruz. Evde biri öksürse aklımız kararıyor. Enfekte ve pandemi sözcükleriyle yeni cümleler türetiyoruz. Eski korku filmlerinin de tadı kalmadı. Artık market poşetlerinden korkuyoruz. Rüyalarımızda…

Devamını Oku