Gülçin Sahilli
Duyguların bile sosyal mesafe içerdiği bir tarihi yazıyoruz. Mesela fütursuz neşe ile aramızda dağlar var. Hele açık havada yürümenin yarattığı huzuru düşünmek bile okyanus aşırı etkisi yaratabilir.
Yelkovan akrebinden vazgeçmez. Çünkü zaman geçmek için kurgulanmış. Ama geçen günün içine penceredekinden fazla gökyüzü sığmayınca, haliyle yarım ağız geçiyor. Evler de unlu mamuller dükkanlarına döndü. Her köşede maya kokusu. Şiirler de çörek otları ve susamlar…
Kendimizi dinliyoruz ama ruhumuzu değil. Ağrıyan bir yerimiz var mı diye bakıyoruz. Evde biri öksürse aklımız kararıyor. Enfekte ve pandemi sözcükleriyle yeni cümleler türetiyoruz. Eski korku filmlerinin de tadı kalmadı. Artık market poşetlerinden korkuyoruz. Rüyalarımızda beyaz maskeli prensler çok gözlü korona canavarına karşı…
Kolonyanın muz ve çilek aromalarıyla üretileceği bir çağa açılmak üzereyiz. Çamaşır suyu can arkadaşımız. Şöyle güneş kremi sürer gibi sürülenini de yapsalar fena olmaz. Şükür ki kaygı ölçer henüz icat olmadı. Oradaki sayıları bu bünyeler kaldıramaz. “Tuvalet kağıtlarından güller yaptım vazoma” adlı kürdilihicazkar eserim de tamamlanmak üzere…
Bakasana, utkatasana, malasana… 1. Yoga günlükleri… Sen sana, ben bana, kim kime dum duma… Marconi Union dinlemediğim günüm yok… Kontamine kaç heceye ayrılır bilinçaltı dehlizlerinde?
Sosyal ilişkiler, ıssızlığın ortasında tamlamasıyla karşılıklı raks ediyor. Araya girip ritmi bozmamak lazım. Tek başına halay diye bir dans yaratılsın. Ve herkes tek kullanımlık mendil kullansın. Hayallerin bile bir metreden fazla yaklaşmadan kurulması gereken bir nisan bu. Küçük meşguliyetler edinin efendimiz…
Yüzümüzün kaldırım taşında yansıdığı zamanları unutmaya başladık. Deniz kıyısında bira içtiğimiz, çimlerde şarap açtığımız, kumsalda rakıya oturduğumuz günleri unuttuk. Ne kadar alkol içeren özlemler oldu. Sonra vapuru unuttuk, bisiklete binmeyi -ki bilirsiniz mekanik eylemdir- dutlu yolda yürümeyi, meyi, mey-i. Bir önceki özlem dizinine eş anlamlı sözcükle bağlandı bu da… Bu özlemleri ne zaman hatırlarız belirsiz. En iyi ihtimalle aynı mevsimin bir sonraki versiyonun da…
Evin dışına ilk çıktığımızda korkup geri kaçacakmışız gibi geliyor. Bitse de inanmayacağız. Çok yıllık, nerden kessen kopmaz ilişkiler gibi oldu salgın günleri. İnanmayacağız bittiğinde de bittiğine. Tedirgin dokunacağız aldığımız gazeteye, oturduğumuz banka, soluduğumuz havaya. Cümlemizde farklı ahrazlar gelişecek. Hatta çoktan köklendi de yeni yeni yeni dolanıyor sarmaşıkları.
Çağlaların yeşili yıprandı. Dalların ilk patladığı zamandan sonrası bu yılın hafızasında kayıtlı değil. Gece uykuları soğan zarı, gündüz uykuları örtüsüz, tadın da tadı yok. Mahsuben biraz mutluluk istesek, eş dostta da az önce bitmiş. Olsa da çıplak elle veremezler zaten. İçimizden dışımıza kırk kat kapandık.
Ellerimizden korkar olduk, ellerimizden. Bizi hayatı öğreten parçalarımız, yüzümüze dönük, dolu silahlara dönüştüler. Kafamızın içindeki ağ bağlantıları haliyle fena dolandı. Rüzgar aldı götürdü ucu ışıldayan yazı. Çoktan yıktı o zalim, tatil planlarımızı. Geçen yaz ki kumdan kalem bekleme beni!!
Bilmediğinin altından kalkmak zor. Ömrü beyazlamışlar bile uzak böyle zamanlara… Onların anı katları bile bugünlere yabancı… En yakın benzeriyle aramızda bir asır var. Bir de zencefil, zerdeçal ve bal var. Konserve zararlıysa bu yaşadığımız ne? Nerede benim güneşten alacağım D vitaminim?
İnsan yola umutla devam eder etmesine de bugünler de umut büken bir ayaz var. Azıcık gülesim gelse havadaki huzursuzluktan korkup geri kaçıyor. Çocuklar mutsuz azizim, çocuklar… Kaldı mı ötesi…