Burçin LÂÇİN ALTAY
-Aziz Nesin’in Yedek Parça Eseri Üzerine Bir İnceleme-
Aziz Nesin, edebiyatımızın en cesur ve en üretken yazarları arasında kesinlikle üst sıradadır. İroni dünyasının penceresinden bakarak özellikle mizah öykülerinde toplumsal eleştiriyi ülkenin nabzını sıkıca tutarak ustaca yapması ile meşhurdur. Eşitlikçi, özgürlükçü, sosyalist, hümanist bütün unsurları kaleminde hissettirirken halkçılık ilkesinden ayrılmadan ülkenin iç sesini, kaleminden ince ince akıtır. Metaforların alt metinlerde sezdirildiği öykülerinde sade bir dille, anlaşılır, yalın bir üslupla aktarır öykülerini… Toplumsal gerçekçilik içinde ülkenin yaralarına parmak basarken okuyucunun hissettiği düşmeyi tamamlayan okurken düştüğü engebeli zemini inşa eder. Bu bağlamda mizahın edebiyatımızda önemli bir yer tuttuğunu ispatlayan öykülerle, bu türün devamını sağlayan adımları cesurca atmıştır. Yoksulluk, insanın değersizliği, para için yapılacakların sınırsızlığı, çaresizlik ve umut içi içedir öykülerde. Umutsuz bitse de bazı öyküleri, gülümsetirken yaralayan bir yerden yakalıyor okuyucuyu Aziz Nesin.
Yedek Parça adlı öykü kitabında yer alan öyküleri tam da bu minvalde, ustalıkla yazılmış, zihne kazınan kurgularla yazarını da dünyasına davet ediyor okuyucuyu. Ayrıca yazarlık tarafından da bakıyor ve yazıyor öykülerini ki bu da güçlü gözlem yeteneğini gösterirken insanların okuduklarından etkilendiğini, bilinç kat sayılarının okumakla arttığını vurguluyor. Kısa kısa 32 öyküden oluşan kitabın farklı baskılarında öykü sayısı azalıp artmasının yanında bazı öykülerde değişikliler yapılmıştır. İncelenen söz konusu eserin Adam Yayıncılık beşinci baskısını yapmış ve önceden dokuz baskısı olan kitabın ilk baskısı 1955 yılında yapılmıştır. Yedek Parça öyküleri şu şekildedir.
- Medeniyetin Yedek parçası
- Yazıdan Karakter Tahlili
- Çapkın Hikaye
- Zamane
- Bir Okul Anısı
- İş Hayatında Kadın
- Uzatmıyalım Efendim
- Tarih Boyunca Düello
- Suçlu Nasıl Bulunur
- Bir Amerikan Rüyası
- Bir Yazı Nasıl Okunur
- Çiki Çiki Bom
- İntikam
- Eşek Davası
- Kasabın Derdi
- Bir Gazete Okunuyor
- Hasan Baba Çeşmesi
- Bir Derginin Adı
- İyi Adam Lafının Üstüne Gelir
- Merhum Papel
- Terbiyem Müsait Değil
- Apartman Peştamaliyesi
- Milletvekili olacak Vali Nutkundan Bellidir
- Potinbağı Kralı İstanbul’da
- Edebiyat Meraklısı
- Kabadayı
- Kara Lahana
- Kambur Sabri’nin Radyosu
- Metro Ne Piçuke
- İskarpin
- Suç Senin
- Çılgın Bir Aşk
Yedek Parça kitabının mizahi dille yazılan bireyden topluma doğru yönelen, toplumsal sorunları alt metinde söyleyen, hatta yaşamın çoğu zaman boşun bir çaba olduğunun çaresizliğini anlatan öykülerden bazılarının sesini duymaya çalışalım:
MEDENİYETİN YEDEK PARÇASI
Kitaba da kısmen ismini veren bu öyküde Aziz Nesin, ironik üslupla mübalağanın sınırlarında dolaşan yaşamın zorluğu ve önemi içinde yürürken anlamsızlık üzerine düşündüren bir metni sunuyor. Yaşamın gerekliliği para üzerinden, ailenin, eş dostun, köy hayatının gözlemleriyle halktan, gerçek bir hikâye anlatıyor. Değişen, gelişen teknoloji ile tarımda verimliliğin yüksek olmasını hedefleyen ancak bilgisizlik ve yetinmeyi bilmemenin elindekini kaybettirmesini ince ince işliyor.
Asıl hikâye; 1955 yılında geçen, ana karakter Hamit Ağa’nın, iki öküz ile sürdüğü seksen dönüm tarla ile geçinip giderken; askerden gelen oğlunun, enstitüden öğretmen çıkan kızı ve damadının, traktör alması konusunda ısrarlara dayanamayıp aldığı traktörün hezimetini anlatıyor. Hamit Ağa’nın ilkin köy kahvesine gelişi ve ahaliye, “Kurtuldum şu cenabetten… Şükür Allaha… Dünya varmış!”sözünü “Gâvur ölüsü traktörden kurtulduğunu” açıklayarak başlıyor öykü. “Hekâyesi uzun bu işin…” sözüyle anlatmaya başlıyor nasıl kurtulduğunu. Gerçekten de uzun, iki öküzü satıp bir de üstüne borçla aldıkları traktör, önceleri çok hoşlarına gitse de birkaç ufak kaza ve talihsizlikle durmadan arızalanması ve tamiri için “Yedek Parça” beklerken geçen sürelerde kaçırılan hasat zamanları ile Hamit Ağa, elindeki avucundakini yitirirken son noktaya geliyor. Artık traktörün ne olursa olsun kaybedilmesi, yok edilmesi ile eski güzel günlerine dönmeyi arzulamasını, dişlerini sıkarak beklenmedik bir şekilde gösterdiğinde şaşırtma öğesinin de hikâyeyi çekici hale getirmesi ile kavuştuğu rahatlığı abartılı bir dille aktarıyor. Sonuç olarak insanın, kendisini sürekli üzen, yaralayan bir şeyden kurtulma arzusunun sabrının taştığı noktada nasıl kurtulduğunun öneminin kalmadığını da aktarıyor. Kapağında ise yine bu öykünün değerini yansıtan bir görselle, traktörün ahşap olması ve insan iskeletinden gövdesiyle bakış açısının sınırlarının zorlayan bir yönü sunuyor.
YAZIDAN KARAKTER TAHLİLİ
“Olay 1944’te geçer.” cümlesiyle başlayan öykü ben diliyle anlatılan bir gazeteci; gazetede, pek çok işe koşturması karşılığında çok az kazandığı ücretine zam istiyor. Çünkü iktisat, eğitim, adliye muhabirliği yanında yazdığı fıkralara ek olarak radyo haberlerinden aldığı verileri habere dönüştürüp en çok da geceden sabaha yaptığı çeviriler ve yine zaman kalırsa sekretere yardım etmesi işleriyle hiç durmadan çalışıyor. Ancak bunun üzerine patronu ondan, okurların el yazılarından karakterlerini tahlil etmesini istiyor. Bu fikrin tutması için bizim gazeteciyi, bir ilanla, Alman Bir Grafoloji Uzmanı, olarak tanıtması üzerine olay örgüsü kuruluyor.
“Herkes, kendisine iyi şeyler, iyi huylar olduğunu sanır. Başarısızlığını, şanssızlığından bilir. Ona göre yaz!..”öğüdünü veren patrona karşı gazeteci genel yargılar üzerinde durarak, kimsenin karşı gelmeyeceği şeyleri yazıyor. Bu yazılar insanları oldukça etkiler ve talep de oldukça fazla olur. Ancak bir terslik olur, bir okuyucu karakter tahlilini kimin yaptığını merak ederek gazeteye gelir. Alman bir profesör olarak bilinen gazeteci ile görüşmek istemesi üzerine dönen dolaplar yalanın ortaya çıkışı ve Almanca sözlerini uydururken telaşlı tavrı ile idare etmeye çalışan gazeteciye gülmemek imkânsız da olsa nasıl bir sonuç olacağının merak unsuru en tepeye tırmanıyor. Üstüne başka insanların tesadüf eseri içeri girerek adamı tanıdıklarını göstermesi üzerine foyası ortaya çıkıyor ancak suçlu yine bizim gazeteci oluyor. Bu mizahi dille de olsa para kazanma arzusunun özellikle patronun başvurmayacağı yöntem olmadığının gösteriyor ve bu geldiğimiz zamanda bu kadar masumane bir pencereden değil daha da büyüyerek insanların hayatını riske atarak devam ediyor. Bunları gülümseterek anlatsa da alt metinde yine para için yapılanların sınırsızlığı ve insanın değersizliği işleniyor.
ÇAPKIN HİKÂYE
Bu öyküde yine bir gazeteci yazardan yazması istenen “Çapkın Hikâye” üzerinden yazmanın önemini, yazmanın zorluklarını, yazarın derdi olması gerektiğini içten içe sezdiriyor. Ben diliyle anlatılan öyküde yazar “Çapkın Hikâye”nin önce nasıl olduğunu düşünüyor; “Çapkın hikâye yazmak bir marifet değil… İnsan istese günde on tane çapkın hikâye şişirir. Çapkın hikâye de sanki mizah mı? Mizah hikâyesi, efendime söyliyeyim, şöyle sosyal, sonracığıma…” sözleriyle yazarlıkla ilgili bilgisinin olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyor, anlatıcı yazar. Böyle bir türün olmadığını da bilerek birkaç deneme yapıyor ancak sekreter tarafından beğenilmiyor. Çünkü hikâyeler, kadın erkek ilişkisi ile başlasa da arzu, sevinç, mutluluk, ihtiras yerini hep toplumsal duruma, dertlere parasızlığa gidiyor. Yaşamak için gerekli barınma, yemek ve bunların karşılığında namuslu çalışmaya, değinen öykülerin ancak başlangıcında çapkın hikâye olarak nitelendirilebilecek sonrasında bütün bu toplumsal olaylara parmak bastığı için yazarın yarım hikâye yazma teklif etmesiyle öyküyü sonlandırıyor. Oldukça düşündüren bir öykü olmasının yanı sıra bütün sorunlara mizahi dille yazarken kurgusal olarak oldukça güçlü bir öyküyü sunuyor Aziz Nesin bizlere.
İŞ HAYATINDA KADIN
Öykünün başında aile kavramının ilginç bir tanımını yapıyor yazar; “Aile, sürekli zarar edecek olan ve hiçbir zaman birbirine uymayan bir cıvata ile bir somun arasında, aşkla başlayıp kavgayla süren bir ticaret ortaklığıdır.” sonrasında yine ben diliyle anlatılan öyküde, bir gazeteci yazar olarak tanıtıyor kendini ve belki de gerçek yaşamında gece çalışmalarında zamanın ve hayatın elinden nasıl da kaçıp gittiğini anladığında yazıverdiği bir öyküdür Aziz Nesin’in. Oldukça bu kadar da olmaz dedirten abartılı bir anlatımda, mizahın da üst seviyelerde olduğu, sinirleri zorlayan bir oyunbazlıkla yazılmış, yine eleştirinin de pik yaptığı bir öykü sunuluyor. Şöyle ki; gündüz çalışan bir kadın ve gece çalışan bir adamın evliliğinde, hiç görüşemeden birbirlerine not bırakarak haberleşmesi ile hayatlarının devam ettirdiğini anlatıyor. Bir gün notta, kadın hamile olduğunu yazıyor ve adamın hiç görmediği bir kadından görmediği bir çocuğunun olmasını sorgulamadan kabullenmesinin laçkalaşmış bir hayatın boş vermişlik seviyesinin zirvesinden okuyucuyu atlatarak aktarıyor. Şaşkınlık, merak ve abartının yüksek sesinde sağır ediyor adeta. Bir gün karşılaştıklarında; adamın kadını tanıyamamasını bile olağan karşılaması, yazarın hayal gücünün ulaşılmazlığında okuyucuya sınırsız düşlemenin kapılarını da aralıyorken hisleri yıpratan dalgalı bir mübalağa denizinin içine atıyor.
BİR YAZI NASIL OKUNUR?
Gerçek bir eleştiriden de bahsedilen öyküde, aslında yazarın hislerinin yansımasını seziyoruz. “İnsanın piçine aldırmam, ama yazının piç olmasına sinirlenirim.” diyor yine ben diliyle anlatılan hikâyedeki ana karakter olan yazar Hasan. Çünkü yazdığı hikâyeyi ne zaman patronuna okumaya gitse ya telefon çalıyor ya biri geliyor, mutlaka ama mutlaka bölünüyor hikâyesi. “Adamın biri” diye başlıyorken tam telefon çalıyor, tekrar ve tekrar… Sonunda patron kendisini öfkelendiren bir telefon aldıktan sonra karakterimiz “Bundan sonra değil gazeteci Hasan, Kel Hasan gelse, hatta Mark Twain gelse, iş yok…” diyor. “Adamın biri”diye başladığı yazıyı dinlemeden, olmamış diye gönderen patrona, diğer seferde karakterimiz bu kez aynı yazıyı “Bir adam…” diye başlayıp okumaya çalışıyor, sonunda yazı onayından geçiyor. Bu kısır bir döngü böyle sürüp giderken yine yazıların ve yazarların önemsenmemesi üzerinden okunacak eserleri değerlendirenlerin yetkinliğine bir eleştiri getirerek yazıyı sunuyor Aziz Nesin. Kitapta fazlasıyla yer alan bu ve bunun gibi öyküler sayfalar arasından ve alt metinde yazarlık üzerine notlar ve yazarın düşüncelerini de belirten bir yerden göz kırpıyor.
MİLLETVEKİLİ OLACAK VALİ NUTKUNDAN BELLİDİR
Tanrısal dil ile anlatılan öykü, kırsalda, bir köyde geçiyor ve öyküde yöresel ağız özellikleri ile kurulmuş diyaloglardan fazlasıyla yararlanılıyor. Milletvekili adayı olacak valinin bütün kurum müdürleriyle köyü ziyaret etmesi üzerine kurgulanıyor öykü. Köy halkının tek tek sözünü dinleyen, her istediklerini yapan biricik valilerinin içtenliği, milletvekili olmak istediği için yaptığı yatırım olduğunu anlatan öyküde, bürokrasinin, düşünülen politikaların halkın düşüncesinde nasıl ters teptiğini gözler önüne seriyor. Hatta siyasetçilerin yaptığı benciliği, ilk kez belki de bu öyküde halk, köylü kendi menfaatlerini düşünerek yapıyor. Sonuçta valinin bunca zaman yaptığı hizmetleri boşu boşuna icra ettiği ortaya çıkıyor ki bu da üzücü bir durumu mizaha çeviren bir öyküde üstünkörü anlatılsa da derinlemesine hissettiriyor. Vali, köy halkının kendisini sevdiğinden emin olunca, milletvekili olacağına kesin gözüyle bakıyor. Bu yüzden istifa eden vali ancak köylü kendilerinin ilk kez dinlenildiği, ilk kez isteklerinin yerine getirildiği gerekçesi ile milletvekili oyu vererek valiyi kaybedemeyecekleri konusunda bir köylünün konuşması üzerine anlaşırlar. Sonuçta ne vali ne de milletvekili olamayan karakterimiz emekli olarak yöresel ağız ile konuşmayı bırakamadan yaşamına devam ediyor. Sistem eleştirisi, kırsala gitmeyen hizmetler ve halkın sorunlarını dinlemeyen yetkililer anlatılsa da mizahın ve mübalağanın içinde bu gibi toplumsal sorunları işaret ediyor.
EDEBİYAT MERAKLISI
Anlatıcı, yine bizim gazeteci, yazar Hasan, ben diliyle, önce apartman hayatını ve yeni nesil komşuluğu aktarırken yeni taşınan bir komşudan nasıl kaçamadığını, tanışmalarını ve sonunda büyük ısrar üzerine gittiği ziyaretin sonucunu anlatıyor. Bu komşu, Mümin Bey, “Bendeğiz, entelegtüvelmöhiti severim.” diye açıyor kendini ilkin. Anlatıcı ana karakterimiz ise bu şiveli konuşmanın altından nasıl bir “Edebiyat Meraklısı”çıktığına şaşırıyor ve kandırıldığını düşünüyor. Önce şiirlerini, sonra hikâyelerini en sonunda da kendisine hediye edildiğini iddia ettiği, Falih Rıfkı’dan Tevfik Fikret’e ünlü yazarlardan imzalanmış kitaplarla adeta bir gösteri yapınca Mümin Bey, bizim anlatıcı karakterimiz yalanlarını ortaya çıkarmaya çalışıyor ve aslında başarıyor. Sonraki gün ise kendi davet ediyor ve dünkü gösterine karşı Goethe’nin, Shakespeare’in “Hasan’cığıma”diye imzaladığı kitapları göstererek dalga geçmek istiyor ancak bu yazarları bilememesi üzerine sinirlerine hâkim olamayınca sonunda kendilerini karakolda buluyorlar. Asıl ironik kısmı, bütün bunları anlayamayan polis memurunun yazar isimlerinin zikredilmesi yüzünden karakterlerimizi siyasi şubeye yönlendiriyor olmasıdır. Buradaki ironik boyut oldukça derin, çünkü edebiyattan anlamayan insanların yazar isimleriyle, ahbaplıklarıyla prim yapmasının yanında, kitap okuyan herkesin siyasi suçlu olarak düşünülmesine ağır bir eleştiri topuna, yine mizah bir dille vuruyor Aziz Nesin.
ÇILGIN BİR AŞK
Çulsuz bir karakterin şans eseri bulunduğu otel lobisinde yaşadığı ilginç olayın çılgınlığında aşka açlığı sergiliyor öykü. Kurgusal açıdan tahmin edilemez ve yine yaşanması çok da muhtemel olmayan olayların birdenbire gerçekleşmesiyle oluşuyor. Kısa bir film izler gibi, bu kez kadının ve aşkın gücünü de kullanarak kalemini konuşturuyor yazar. Nefesi tutarak okunan öyküde otel lobisinde karşılaşılan kadın ve adamın aniden tutkulu bir çekimle yakınlaşması üzerine diyaloglarla ilerliyor. İki muhafızı olan siyahlı kadın yeni tanıştığı bu yeni adamdan kendisini odasına çıkarmasının istiyor ve hemen birlikte olmaları gerektiği konusunda ikna ediyor. Amerikalı, zengin, yaşlı ancak kısır bir iş adamıyla evli olduğunu ve derhal çocuk yapması gerektiğini anlattığında, zaten o an âşık olan adam hiç tereddüt etmeden kadının teklifini kabul ediyor, banyoya soyunmaya gidiyor ve bir bornozla geri döndüğünde muhafızlardan biri arkasından banyodan çıkarak adamın çulsuz olduğunu söylüyor. Karakterimiz apar topar giyinip odadan çıkıyor ve başına gelenleri düşündükçe anlam veremiyor. Tekrar yukarı çıktığında, suçüstü yakalanmış, aynı bornozdan giymiş bir başka adamın kapının önünde para koparmak için ailesi, çevresi ile tehdit edildiğini görüyor. O an nasıl bir tezgâha düşürülmek istenildiğini, çulsuzluğunun onu kurtardığını öğreniyor ve sessizce uzaklaşıyor. Başka bir bakış açısı kazandıran öyküde kurgunun gücü okuyucuyu etkisi altına almakta ustalıklı bir yapı oluşturuyor. Parasızlığın dert olduğu bütün kitap boyunca anlatılsa da son öyküde parasının olmaması yüzünden adam yerine koyulmadığını mizahi bir dille anlatırken bir yandan da parasızlığın karakterin hayatını kurtardığını da aktarıyor.
Aziz Nesin, Yedek Parça, ADAM Yayınları, Anadolu Yayıncılık A.Ş., 5. Basım, Mayıs 1996, İstanbul.