Selda AKTAŞ
1950-60 yılları arasında ürün veren yenilikçi öykücüler, daha önce denenmemiş anlatım biçimleriyle öykülerini zenginleştirmişler ve bu içerik- biçim farklılaşmasını kendilerine özgü vurgularla kişiselleştirme çabasına girmişlerdir. *
Birey’i ve onun ruhsal durumunu, derin arzu ve düşüncelerini, insan bilincini temsil edecek giriftlikte bir dille ifade etmeyi amaç edinirler. Ferit Edgü’ nün şu düşüncelerini, büyük olasılıkla, 1950 kuşağı öykücülerinin çoğu paylaşır: Bugün ortalarda, üstünde konuşulan romanlara, öykülere bakın: Sonunda hepsinin tortusu, toplum romanlarının tek bir açıdan açıklanmaya girişilmesinden başka bir şey değildir. Pekiinsan, insan nerde kalıyor?*
Ferit Edgü 1950 kuşağı öykücüleri gibi varoluşçuluğun etkisiyle öyküler yazmıştır. Şiddet, topluma ve kendine yabancılaşma, sıkıntı, suç öykülerinde sıkça rastlanan temalardır. Anlamsızlık ve hiçlik duygusu insanı toplumdan soyutlamış, kendine ve topluma şiddet yansıması olarak geri dönmüştür.
Ferit Edgü’ nün 1959 yılında yayımlanan Kaçkınlar öykü kitabında şiddet, toplum tarafından yok sayılmanın, önemsenmemenin, duyulmamanın bir sonucu olarak ortaya çıkar.
Kitap, iki bölüm olarak yazılmıştır. Birinci bölüm “1. Kaçkın/ Öndeyiş”, “Odada”, “Dışarsı”, “Sondeyiş adlı öyküleri, ikinci bölü ise “2. Kaçkın”, “3. Kaçkın, “4. Kaçkın” öykülerinden oluşur. 1. Kaçkın/Öndeyiş adlı hikayesinde geçmişin anılarıyla kuşatılan, kendini ifade etme yetisini yitiren, yalnızlığın üzerinde oluşturduğu baskıyla şiddete başvuran bir kişi anlatılmaktadır. Hikaye bilinç akışı tekniği ile başlar.
…kırdım. Gene görsem gene kırarım. Pişman değilim. Hiç pişman değilim. Orda duruyordu. Mahsus. Öbürlerinden nasıl ayrıydı. Onu kurtarmak için yaptım. Işıklı yeşil suda nasıl oynaşsızdı. Nasıl ayrı. Bırakılmış. Hemen tanıdım. Öldürdüğüm balık. Tuzak kurmuşlardı bana. Kim bilir nerden buldular? Çürümemiş demek daha. Yeniden canlı.Bana bunu…
Karakterimizin çocukluk arkadaşı Gün’le balıkları vardır. Balıkların ölümüne sebep olduğu için Gün’ün annesi tarafından arkadaşlığı yasaklanır. Bu arkadaşlığın yasaklanmasıyla, balığın ölümü ilişkilendirilir. Vitrin’in önünde dururken geçmişi hatırlar. Yaşadıkları öfke ve şiddete dönüşür. Hayal kırıklığı, haksızlığa uğradığı düşüncesi iyice bunaltır onu.
Duruyordu. Akvaryum… Bu sözcük güneşli bir gün gibi. Saçma yalnızlık. Gün’ü de gördüm orda. O an üçümüz beraber. Ben dışardayım. Eski ben. Camdan parlak ışıltılı bana bakıyordu. Bunaldım.
Çocuklukta yaşadığı yok sayılma, önemsenmeme yetişkinliğinde de peşini bırakmamıştır. Farklı bir şekilde kendini ifade edememe duygusu, şiddet davranışıyla dışarı yansır.
Yumruğuma doladım mendilimi. Bu işkence… Onların işkencesine beyaz yumruğumu indirdim. Sokakta kimseler yok sanıyordum. Cam kırıklarının üstünden aştım. Akvaryuma elimi, çıplak sol elimi daldırdım. Buldum dipte onu. Gözleri soluk, ışıltısızdı. Tıpkı o. O işte. Tırnaklarımla etini deldim. Sesi bile çıkmadı. Parçaladım. Oysa canlanmasını istiyordum. Çevrem insanlarla dolmuştu. Gittikçe sıklaşıyorlardı. Hava alamıyordum. Üstlerine atılıp, açığa çıkayım dedim. Kıskıvrak yakaladılar. Bir ikisi yumruk vurdu. Karşı koyamadım.
Hikaye kahramanı, akvaryumun dibinde gördüğü balığın öldüğünü düşünür. Tıpkı çocukken olduğu gibi balığı kurtarma içgüdüsü taşır. Sonra Gün’le ayrılmasına sebep olduğu için içinde bir öfke kabarır ve balığı parçalayarak öldürür. Çocukluğu, hayal kırıklıkları, çözümsüzlükler birleşerek şiddete dönüşür. Şiddetin nesnesi kimi zaman insanın kendisi kimi zamanda başka insanlar ya da hayvanlardır.
İktidarı bireyler arası bir ilişki türü olarak tanımlayan Foucault, iktidara sahip olanların başka insanların davranışlarını belirleyebilme gücünü de elinde bulundurduğunu söyler. Tıpkı Gün’ün annesinin üzerinde kurduğu baskı ve yok sayılma gibi polis merkezindeki sorgulamaya götürülürken itilip kakılan, önemsenmeyen kahramanımız gücünü elinde bulunduran iktidarın baskısından burada da kurtulamaz. Neden camı kırdığını soran polise cevap vermekte zorlanır.
Canım sıkılıyordu, dedim. Sözcüklerin üstüne basarak herkesin canının sıkıldığını söyledi. İyi, dedim. Herkesin, dedi. Benim bile. Ama kimse camları kırmıyor. Onun da, onun da canı sık… Ben herkes değilim, dedim. Kimsin sen? Dedi. Kinliydi sesi. Hiç kimse değilim, dedim. Masanın üstünde duran cetveli aldı. Herkese olan kinini benden… Ürperdim. O kalın şimşir cetveli vuracak sandım.
Burada iktidarı ve gücü elinde bulunduran polis, şiddeti meşrulaştırır. Hikaye kahramanın üzerinde kurduğu baskıyla onu toplumun yaptığı gibi korkutur ve silikleştirir. Kahramanımız kendini ifade etmekten yoksun, yalnız ve yabancılaşmış olduğu için zihninden gelişi-güzel geçen sözcüklerle konuşur.
…yalnızım o kadar yalnızım ki… camları kıracak kadar.
Ferit Edgü’nün “Odada” öyküsünde bu sefer huzursuzluğun simgesi farelerdir. Anlatıcı cehennem olarak algıladığı dış çevreden kaçar; kendi içine ve evine sığınır; ancak evde de huzura kavuşmasını engelleyen fareler vardır.*
Bu dünya cehennem, cehennem… dışarda çevredekiler. Odanda, yalnız odanda… Gündüzleri çıkmayıp, başkalarına görünmekten kaçıp, bir sığınak gibi saklandığın, dağınıklığını sevdiğin, kirini tozunu benimsediğin odanda bile… Fareler, burada da bir başka kılıkta… Bir yer yok mu ki…
Yalnızca bir fare olduğunu düşünen kahramanımız onu zehirlemek için bir parça peynir koyar. İşe yaramayınca bir kapan kurmaya karar verir. Fareyi öldürmeyi başarır. Kapanı fareyle birlikte alıp sokağa fırlatır sonraki günlerde evde herhangi bir tıkırtı yoktur. Kahramanımız kendisiyle konuşmaya başlar.
Tek bir şeye karar vermiştim, bunaldın mı üstüne gideceksin. Daha çok bunalmaktan korkma, yalan yeliyle yelken açma. Belki de sevinçlerden kaçmam bu yüzdendir. Sahtelikleri hep yadırgadım. Sonunda her şeyde bir sahtelik aramaya başladım. Kuşkulu bokun biriydim. Şimdi kendimden başka hiçbir şeyden, hiçbir kimseden kuşkulanmıyorum. Her şey, hepsi ilgim dışında. Ah! Keşke, gerçekten olabilse.
Burada da kişinin karanlık, güçsüz, şüpheci, korku dolu yanları ortaya çıkar. Topluma ve kendine yabancılaştığı için bilinçaltının egemenliği altındadır. Gördüğü düşler ve yansımaları buna örnektir. Düşünde gördüğü fareler gittikçe büyümektedir. Kedi, kuzu, koyun daha sonrasında domuz büyüklüğüne ulaştığını görür. Bir gece yine tıkırtıyla uyanır, fare yine odadadır: “Anladım ki bunlardan kurtulmak hiçbir zaman mümkün değildir.” Fare, evinde huzuru arayan kahramanımızın ruhundaki huzursuzluğun ve tedirginliğin ifadesidir ve bu yüzden fareden bir türlü kurtulamamıştır. “Dışarsı” öyküsünde de varoluşsal sorunlar yaşar öykü karakteri. Karamsar ve ümitsizdir. Cinselliğe, kadına, hayvana, dünyaya karşı bir öfke vardır.
Dünyaya karşı öfkesi şöyle yer bulur, bir çocuğu doğar doğmaz öldürmeli miydik ya da böylesi bir dünyada tek başıma olsam hemen öldürürdüm kendimi. Sevgilisinin köpeğinin varlığı da onu çileden çıkarır.
“Sondeyiş” Sandalyeler, masa, yatak, yorgan tıkış tıkış darmadağın… odaya girer girmez üstüme gelmeye başlıyorlar. Yorgunum. Her gece aynı sanrı. Faresiyle, Aysel’iyle, Josef’iyle, Hasan’ıyla, üstüme çullanan bu pis, bu çürümüş eşyalarıyla, polisiyle, yargıcıyla her gece karşımdalar. Her gece daha kalabalık. Her gece daha karanlık. Her gece daha dayanılmaz.
Karakterimiz kafasına üşüşen sanrılardan, düşüncelerden bir türlü kurtulamaz. İçiyorum, içiyorum bir türlü kurtulamıyorum. Çıldıracağım der. Baş ağrıları, bulantılar.
Her şey bitti. Hiçbir şey bitmedi.
Ferit Edgü’nün intiharı tasarlayan kahramanları genellikle bunu gerçekleştirir. “Kaçkınlar 4” başlıklı öyküde, kendisini yaşadığı topluma ait hissetmeyen, dışarı çıktığında gördüğü her şeyden tiksinerek yeniden eve kapanan bir adam, tıraş olurken şunları düşünür: “ Bir an elimdeki usturayı gırtlağıma bastırmak, orada geberip kalmak istedim. Böylece canımın çıkışını, ölüm anımı da görecektim. *
Yazarımızın cümleleri kesik kesiktir. Çoğu zaman cümleler tamamlanmaz. Bu hikaye karakterinin ruh halini, iniş çıkışlarını en iyi şekilde yansıtır. Okuyucuyu öykünün içine çeker. Öykü de çokça geri dönüşlere yer verilir. Geçmiş kahramanımızın peşini bir türlü bırakmaz.
Hikaye boyunca gerek kendine gerekse çevreye uyguladığı şiddet, öykü kişisinin ölüme ne kadar yakın olduğunun sinyallerinin verir bize. Yaşadıklarından dolayı tıbbi destek alıp tedavi edilmeye çalışılsa da hastaneden taburcu edildiği akşam intihar eder.
Kurtuldunuz, iyi oldunuz artık, sürdürmek, tabii, tabii…
*Jale Özata Dirlikyapan – Kabuğunu Kıran Hikaye