Zahide Koçyiğit
Sen, hiç ve kimse olmanın verdiği sınırsızlıkla karşımdasın. Ben, kederli bir gölgeden aşırılmış o saydam rengiyleyim yaşamanın. Birbirimize erişemeyeceğimiz bu yerin iddiasız rüzgarıyla dinginim. Aramızdaki bu boşluk, biliyorum, bizi kopamayacağımız bir yerden ayırıyor.
Uzun sürmüş bir hastalıktan uyanırken inanmaz ya insan kolayca geçeceğine. Hızla koşarken, varacağı bir yer olmadığını fark etse bile, duramaz bir anda. “Son kötü günleri yaşıyoruz belki”* umudundan “İlk güzel günleri de yaşarız belki”* umuduna geçerken de aynı eşikte duraklar aklımız. İnanmak zordur. Bir an gelir her şeyden kaldırırız başımızı, kaldırabiliriz, derken aynı duvarda soluk soluğa, uzak anılara ait fotoğraflar gibi ellerimiz. Dilimizi umuda, gözlerimizi yarına alıştırmamız gerek önce. Sonra, Van Gogh‘un Badem Çiçeği’ndeki o hüzünlü iyimserlikle uzatabilirim sana ellerimi. Ellerimiz yorgunsa da tutmaktan hepimizin öfkesini, seni mümkünlere inandırmak isterim. Belki senden çok kendimi… “ Bütün mümkünlerin kıyısında”** geçti an an eksilen varlığımız, doğru. Öyle bir kıyı ki ufkundaki yalanlar görünmez kıldı olasılığın tüm kapılarını. Ama bak rüzgâr aralıyor yarının dumanlı perdesini, mümkünleri hatırlayabiliriz.
Mesela, günler döner biz saymayı unuturken. Yokluğunla bir su başında otururuz. Kırk yıllık acemi sözler yuvarlanır ağzımızda. Her biri, kuş kanadının gökteki izi kadar kalır yüzümüzde. Ölümle kavranabilen hayatı, eski bir gömlek gibi sıyırıp üstümüzden yaşamak üstüne cümleler kurarız. Biriken bir suyun akması gibi güleriz. Kederimiz gümüşten bir gül yakamızda, aşk koyun cebinde kalmış bir deniz kabuğu geçen yazdan. Rüzgârda ters dönen şemsiyelere tutunuruz. Görürüz ki eksik kalmışız, kendimizi yeniden uydururuz.
*Cemal Süreya
**Turgut Uyar
1 Yorum
Yazı bi hüzünlü şarkının sana ellerini uzatması gibi… Yazar dingin ve nahif anlatımıyla usulca umudu dürtüyor, umutsuzluğa meydan okuyor…