Bir kitabın uyandırma sevinciyle bakıyorum karşımda duran gökyüzüne. Düşünceli olan ben miyim eşikte bekleyen kedi mi? Geceye aldanan yarınlar çiziyorum. Gündüz hiç yok muş gibi. Oysa bıraksam uçup gidecek serçe sürüsüne karışan paslı dünyam. Düşündükçe içime çekilmeler, yeterince zehirli sular, ölü topraklar, yapraksız ağaçlar biriktirdim. Hayali bir sarmaşığa dönüşüyor ellerim. Sonra kızgın bir yumruğun dikenli ucuna…
Zaman yavaşlıyor tüm gecikmişliklere. Anda yaşananlar buhar olup süzülüyor boşluklarından…
Akşamı uzakta bekleyen bir çocuk duruyor. Yaralı oyunlar oynarken. Uykulardan uyandıran, prangalardan kurtaran masallar gibi başkaldırıyor. Bazen sihirli bir öpücük ile özgürleşen kurbağaya bazen Peter Pan gibi süzülerek hayata karışıyor. Bazen de korkulu tünelleri aşıp bir başına yaşadığı macerada kesişiyor yolları. Okumak kendi gibi olmayanlarla yüzleştiriyor insanı. Kör sokaklara girenlerin gözünü açıyor. Masada hiç içilmeyen bir şişe beyaz şarabı açtırıyor. Ve boynuna doladığın iplerin düğümlerini tek tek çözdürüyor. Döküldüğün yerden topluyor seni.
İçtiğin o beyaz şarabın sarhoşluğuyla dağılıyorsun. Bilmediğin bir tatla ürperttiğin içini zamanların ötesine taşıyorsun. Bir araya getiriyorsun yaşamakla yaşayamamayı. Okurken eşitleniyorsun. Çevirdiğin her sayfanın kendi dünyasına devriliyorsun. Gözbağlarından sıyrılıp özel bağlarını yaratıyorsun. Kurmacanın çizdiği portreyi kendi renklerinle boyuyorsun. Ya da siyah beyaz suların dalgasına kulaç atarken derinliğin değerini anlıyorsun. Okurken bir değil binlerce duygunun içinden geçiyorsun.
En çok da -ben hayatımı tek perspektiften yapılan okumalarla geçiştirmişim. Nihayetinde eksik kalmışım, geç kalmışım, küçük kalmışım dememek için okuyorsun. Seni büyüten kitapların elinden tutarak da hayatı okuma becerisinin tanımını aşkla yapıyorsun. Nasıl mı?
Aşk, bir pandomim sanatı belki de mesele elimizde tuttuğumuzu sandığımız bir duygunun varlığını inandırmak değil de elimizde olmadığını unutmakmış. Elimizde olmayan her duygunun karşılığını da cennet ile cehennem arasında bir yerde buluyorsun. Arafta değil ama söylemek istediğim İlhan Berk’in bir şiirinde kullandığı sözcük bunu çok güzel perçinliyor:
‘Cehennet’ sana aşkın gidilebilen değil onun gelebileceği bir yerde olduğunu gösteriyor.
Okuma aşkının gelmesiyle yarattığınız büyü insanlık hallerinizle kesişiyor. Ve sizi siz yapan özellikleri var ediyor. Kitaplarla kendini bulmak, yeniden doğmak mümkün. İçinizde birikip de dışarı çıkarmak istediklerinizi okuyarak bulmanız mümkün. Dilin tüm anlatım güzelliklerini duyumsadığımız yaratılar insanı hayat gerçekliğinde buluşturur. Anlatım olanaklarıyla evrenimiz genişler. Etkili düşünme becerimiz artar. Yaşamın sevinci, öfkesi, umudu ya da karamsarlığı, farklı olanı, öznel gerçeklikte buluşturur, yeni anlamlar kazandırır.Yaşanmışlığın kapısını aralarken hiç yaşanmayacak olana da tanıklık ettirir.Yeter ki kitapların da çocuklar gibi samimi ve saf özellikte bir oyun sevgisiyle yazıldığını keşfedelim. Çocuklarımızı da güzel olandan, hakiki olan her şeyden yana düşündürmeye, bilinçlendirmeye yönelten kitaplarla tanıştıralım.
Aşk ile okumanız ve okutturmanız temennisiyle…