Arda Cevahir
Huşu içinde kendini zikre bırakmış mürit, imanının derin gücü üzerinde kendinden geçmekte, başka her şeye gönlünü benliğini kapatmaktadır.

Ama acaba bu kapanmışlık mı inancının gücünden doğmakta, kapanmışlık mı imanın gücünü doğurmaktadır? Eğilip bükülmez bir inançla imanına bağlı dindar, Tanrı adına en çok başka bir şeye inandırılıp kandırılmaktan korkar. Günahtan, nefsine yenilmekten korkar, ayağını bu yola kaydıracak her durumdan titizlikle kaçınır, ne var ki bundaki korkusu öte dünyada yanmak değil, bu dünyada rezil olmaktır. Tehlikeye karşı kılıcı koynunda uyuyan bir dikkatle korur itikadını. Dindar olmayı seçmiş ve bir kez bu yolu özümsemiştir, iş güç, geçim derdi, dünya benliği, bu dünyayı yaşayanların ya da öte dünyayı düşünmeyenlerin yaşantısıdır, kimlik derdinden de kurtulmuş, Allah’ın yargı dolu bakışını gözlerine giyindirmiştir, mütevazı bir tebliğci, kendini tanıyıp yaşama şansına kapıları kapatmış alçakgönüllü bir mümindir o.
Kendisi yoktur, imanın üzerine geçirdiği bir kimlik cübbesidir yaşadığı, mimiklerine, tavırlarına biçim veren, özümsediği müminlik ruhudur. Giysisini hafiften aralayıp benliğindeki boşluğa sızacak, bedeniyle ruhu arasına girecek akıl yollu hiçbir izaha yanaşmaz, çünkü o zaman korktuğu başına gelebilir, imanının katı buzuluna kıvılcım sıçrayabilir.
Bu yüzden, mümin, dünyanın eleştirilecek her şeyini görür duyar da, dünya kendisini eleştirmeye kalktığında kör sağır dilsiz kesilir. Allah adına dünyaya baktığı, Allah’ın gözleriyle kullara göründüğünü düşündüğü için, korunaklı kovuğundan izlediği insanlar ona boş ve anlamsız emeller yığınıyla görünür, asıl zenginlik takvadadır, dünyayla ahireti bilincinde yer değiştirdiğinden, iman dolu ruhun hazineliği karşısında her şey üç para etmez dünya hevesidir, içinde acı, ızdırap, çile yükü barındırmayan hiçbir şeyin gerçekliğine inanmaz dindar. Fen ve matematik, ona bin yıllar öncesinden aktarılan menkıbe kadar gerçekçi görünmez. Akıl ve bilim kendisine pek duygusuz göründüğü ve gerçekliğin duyguyu da illa ki içermesi gerektiğine inandığından, bilime boşveremediği ama imanı da elden bırakmayacağı melez bir kavram icat etmiştir: İlim.
Böylelikle, bilimi imana içsellerken imanı da ona dışsallamakta, evrenseli imana uydururken imanı da evrensele giydirme olanağı bulmaktadır. Bilim, ancak dinine hizmet ediyor ve onu doğruluyorsa vardır, değilse sapkınlık, inkar yolu, ateistliktir. Çünkü özünde dindar, bilimden ürkmektedir, sıra arkadaşının sınav kağıdına göz ucuyla bakıp bir şeyler aparmaya çalışan tembel öğrenci gibi, işine yarar gördüğü şeyleri kendi hanesine yazmakta, işine gelmeyenleri kulak arkası etmektedir.
İlim, tam da burada icat olmakta, çünkü kainattaki her şey yasalara uygun hareket etmektedir, ama önemli olan yasaları değil, ardındaki Yaratıcı iradeyi anlamaktır. “Kendi kendine mi oluyor?” sözü tam da burada edilir, maddi varoluşa insansı varoluş izafe ettiğini bilmeden bilinçsiz maddenin nasıl olup bilinçli kendiliğindenlikler oluşturabildiği yollu atıp tutmaya koyulur.
Dindarın zihni bu bakımdan dünyayı kendi idealizmini doğrulamanın aracısı varsayar, eğer ekonomik koşullar insan geçimine uymuyorsa, bu, geçinmenin ekonomik koşullara uymayışındandır, araba duvara çarptıysa duvarın yanlış yerde oluşundandır. Öznellik uğruna nesnelliği sürekli yadsımaya kurgulu aklı, bir aşırtma hokkabazlığıyla hakikati öznellik düzleminde bilek güreşine indirgemekten hoşlanır: Yoğurdun ak mı kara mı olduğunu tartışmak gereksizdir, kazanmak için, şu laikler yoğurda beyaz diyor, diye seslenmek yeterlidir.
Piyasa koşulları elverdiği, dükkanda işler yolunda gidip iyi kazandığı dönemde, Allah yolunda gidişinin kazanışından değil, kazanışının Allah yolunda gidişinden geldiğini düşünür. Çünkü maddi çıkarını bir kez garantilemiştir, uyandıktan sonra rüyasını dilediği gibi yorumlama hazzı kendisinindir. Sakladığı kaçağın ne yöne gittiğini soranlara ters yönü gösteren bir kollayıcı gibidir. İnancı evrensel hakikatlerle uyuşmadığından evrenseli inancına uydurmaya çalışan dindar, bu yüzden, evrensellik karşısında ablukaya alınmış hisseder kendini. Baş aşağı baktığı yaşamı tersindirerek kendini doğruladığından, eğer tesettür giymiyorsa, bu, Hillary Clinton’un günahkarlığından başka bir şey değildir artık.
Enes Kara’nın varlık düzlemi, evrenselle yerel arasındaki işte böylesi bir varlık sıkışmışlığının bizatihi kendisidir. Tıp okumakta, yani evrensel bilgi üzerinde çalışmakta ama aynı zamanda, kendisine çocukluktan beri benimsetilen metafiziğe bu iş üzerinde rastlayamamaktadır, o bilgi doğası gereği yapıdışı kalmaktadır. Bu dışarıda kalış yalnızca bir düşünümün dışarıda kalışı da değildir: Kafa yapısı değişimidir. Ailenin dededen toruna evrensel karşısında kuşatıldığı yerellik, genç Enes’in bünyesinde yerelin evrenseli hapsettiği bir zemine taşınmıştır. Kütüphaneden takunya sesleri eşliğinde namazgaha bir geçiş, nesnelliğin öznellik uğruna acımasızca bir kurban temrinidir.
Genç Enes kurban edildiğini görmekte, buna karşı bir özgürlük çıkışı aramaktadır, varlık trajedisini bilgiye sığdıramamakta, sınavda başarısız olmaktadır, çünkü bu trajedi o bilgiye sığmayıp taşmakta, onu olmak ya da olmamak durumuna çekmektedir. Dışarıdan doktor olacak ya da olmayacak biri görülen bu genç, kendi içinde olmak ya da olmamak mücadelesindedir aslında. Baba, eriminin uzağındadır, bu da işleri daha zorlaştırmaktadır çünkü sorun yaşanan baba sorunun ta kendisidir de. Babayı anne üzerinden aşamamaktadır, ama aslında aşmak için sürekli gerisinde de kalmalıdır: Suçlunun seçilir olması için belli bir mesafede durması gerekir.
Başarısızlıklarının geçmiş kökeninde sürekli onu yakalamakta, her çocukluk anısında suçüstü yapmakta, kaderini iki dudağı arasında taşıyan bu ‘cahil yerliye’ kin bağlamaktadır. Cahil yerli’yse, dünyaya kendini dindarlıkla bağladığından, oğlunun mayasının bozulmasından korkmaktadır. Gerçekte, dindar, mahzendeki sandığın kımıltısızlığında yaşamak ister. Böylesi daha emniyetlidir, başka bir çevre, tanıdık olmayan bir kitap, yeni bir şarkı, bilinmedik sulara açılmanın ürküntüsünü ona yaşatır, yeni fikirler edinmek istemez, kapıyı bir kez aralamak katı buzulun çözülmesi demektir, ilkelerinin erimesinden, geleneğin bozulmasından, başkası gibi olmaktan ödü kopar dindarın.
Eğer çocuğu kitap okuyacaksa, bu, ilmi olmalıdır, bir kez sosyoloji, mantık, edebiyat okudu mu elden uçup gitti demektir. Çünkü o durumda ‘onlardan’ olacaktır, düşman safına geçecektir, bizden olmayıp bizden olmayanlardan olacaktır. Varsın akşama kadar televizyon izlesin, yeter ki onların kitaplarından okumasın! Doktor ya da bilim adamı mı olacak? O halde dindar bir doktor, ilim adamı olmalıdır. Öbür türlü, ruhsuz bir beden gibi ahlaksız bir hayat olup çıkacaktır.
Genç Enes’in doktor olmak yanında ikinci bir görevi de vardır bu noktada: Şeriatı benimsemek ya da şeriatçı olmak.
Bu ikincisi, doktorluktan daha ağır yükümlülüktür, ruhu ve benliğiyle adanmayı gerektirmekte, başka biri, o kişi olmaya zorlamaktadır. Zor olan da budur, başkasını oynadığını düşündükçe kendine geri düşmektir. Mümini oynadıkça bireyliğiyle yüz yüze gelen Enes, kullukla bireylik, varlığın tek bir boyutuna hapsolmakla hürlük arasında tercihle de yüzleşmektedir. Çünkü: Değişen Ademoğlu kaderiyle şimdi artık dinin veya dindarlığın anlamı da değişmiştir. Biz, büyüklerin sahnesinde oyunu ikinci kez oynayan çocuklar gibiyiz, tanımlar ve kavramlar ilk dönemindeki arılığını yitirmiş durumda. Doğalı yaşamak yerine oynuyoruz, sonradan gelenlerin anlam örtüleri üzerinden görüyoruz varlığı: Binlerce söylentinin, peşin yargının toplamından yaratılmış bir Kürt görüyoruz, baktığımız Ermeni bir kötülük efsanesi, kadın içimizi kızıştıran düşler yumağı…
Genç Enes’in kaldığı cemaat yurdu, bu bakımdan, bir yargıhanedir. Birbirinin hem yargıcı hem sanığı, yargılayan yargılanan birliğinde yok saydıkça var olanıdırlar. Beri taraftan, bedensel hikaye de gelip bu duruma eklenmektedir. Müslümana özgü jestler ve mimikler, badem bıyıklar, incecik dudaklar vs.
Kendini durmadan yeniden üreten bir baskı karşısındadır Enes, kendisine sunulmuş yurt odası, yemek, duş, kütüphane tek bir amaç içindir: Cemaate hizmetkar olmak.
Ereklendirilmiş öznelliğe doğru yabancılaşması beklenmekte, o ise kendisi olarak ve kendisi için var olmayı seçip buna direnmektedir. Gelişiminin ikinci aşamasında, geçmişten bakılınca dünkü çocuk, gelecekten bakılınca genç bir bireydir, içerden dışarı genç bir entellektüel, dışarıdan içeri filancanın talebe oğludur, geçmişle geleceği ayıran varlık eşiğinde bir varoluş sancısı halinde beklemektedir. Bu varoluş, doğası gereği, tıpkı bir kertenkelenin kopan kuyruğunu geride bırakması gibi, geleceğe erişmesi için geçmişten kopuş formunda ayrılacak olan bir olumsuzlamayken, yani başarının gelecek formu olarak üzerinde belireceği varlık fonuyken, Genç Enes bu içkin olumsuzlamalığını dışsal bir olumsuzluk, bir umutsuzluk biçiminde imlediği varlık kayması halinde yaşamaktadır. Kendi varlığını ontolojik bir sorun olarak yaşarken, yanılgıyla karıştırıp mevcudiyetini ortadan kaldırılması gereken bir sorun sanmaktadır.
Yaşamaması, olmaması gerektiğini derinlerde berkitmektedir, bugün değilse de günün birinde nasılsa ölmeyecek midir? Boyun eğmektense tercih etmenin soyluluğuna tutunmaktadır. Bu soyluluk, Enes Kara’nın ileride düşülecek sefilliğe karşı onur kalkanıdır. Otuzlu yaşları ona sıradan bir işçinin, bir sigortalının para etmez hayat ölgünlüğüyle görünmekte, hastane kuyruğunda, işe başvuru sırasında bekleşeceği bakışları kaygılı, günlüğü üç kuruş insanlardan olmanın kara hayali, gururuna yedirmeyeceği bir seviye düşüklüğüdür. Cemaat yurdu ve içinde büyüdüğü geleneğin baskısı, burada zemin hazırlayıcı bir görev taşımaktadır.
Genç Enes, intiharı seçmekle, gelecekte her gün yaşayacağı asıl ölümünü bugünden engelleme ereğindedir.
30 yorum
To the aksisanat.com owner, Your posts are always well-referenced and credible.
Hi aksisanat.com admin, You always provide in-depth analysis and understanding.
Hi aksisanat.com admin, Thanks for the in-depth post!
To the aksisanat.com admin, Thanks for the well-researched and well-written post!
Dear aksisanat.com webmaster, You always provide practical solutions and recommendations.
To the aksisanat.com admin, Thanks for the well-written and informative post!
Dear aksisanat.com webmaster, You always provide useful information.
To the aksisanat.com administrator, Your posts are always well-supported by facts and figures.
Hi aksisanat.com owner, You always provide clear explanations and step-by-step instructions.
Dear aksisanat.com administrator, Your posts are always well-written and easy to understand.
Hi aksisanat.com admin, Keep up the good work!
To the aksisanat.com admin, You always provide valuable feedback and suggestions.
To the aksisanat.com webmaster, Thanks for the well-researched and well-written post!
To the aksisanat.com owner, Your posts are always well written.
Hi aksisanat.com administrator, You always provide great information and insights.
Hello aksisanat.com webmaster, Your posts are always well-delivered and engaging.
To the aksisanat.com admin, You always provide in-depth analysis and understanding.
Hello aksisanat.com administrator, Your posts are always well-delivered and engaging.
Dear aksisanat.com administrator, You always provide in-depth analysis and understanding.
Hi aksisanat.com webmaster, Your posts are always thought-provoking and inspiring.
To the aksisanat.com owner, Your posts are always interesting.
Dear aksisanat.com owner, Keep it up!
Dear aksisanat.com webmaster, Keep up the good work!
Hello aksisanat.com webmaster, Your posts are always well-supported by research and data.
To the aksisanat.com owner, Your posts are always well-balanced and objective.
To the aksisanat.com webmaster, You always provide clear explanations and step-by-step instructions.
Hi aksisanat.com admin, Thanks for the well-researched and well-written post!
Dear aksisanat.com administrator, Keep the good content coming!
To the aksisanat.com webmaster, Thanks for the well-researched post!
Hi aksisanat.com owner, You always provide clear explanations and definitions.