Kaynak: Sam lllingworth
Çeviren ve Derleyen: Eser Ceran Erdi
Bilim ve şiirin her zaman iyi anlaşamadığı söylenmiş olsa da İngiliz şair John Keats (aynı zamanda tıp doktoru olarak da eğitim görmüştür) 1819’da yayımladığı şiiri “Lamia“da bu konu ile ilgili şu ünlü dizeleri yazmıştır:
“Felsefe bir meleğin kanatlarını kırpar
Tüm gizemleri kural ve dize ile fethedin”
Keats burada doğa felsefesinin -19. yüzyılın ortalarından önceki doğa bilimlerinin adı -şiirde daha doğru bir şekilde yakalanan bir dünyadan, sihri nasıl ortadan kaldırdığını eleştirir. Keats haklı mıydı? Yeni kitabında şiirin öncü bilim adamlarının yaşamlarını ve eserlerini nasıl etkilediğini araştıran Sam lllingworh, Manchaster Metropolitan Universitesi öğretim üyesi olup, dünyamızı daha iyi anlamak için disiplinlerarası bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu kanısına vardığını söylüyor.
Ada Lovelace
Ada Lovelace, kızının doğumundan kısa bir süre sonra ensest söylentileri üzerine Yunanistan’a sürülen romantik şair Lord Byron‘ın kızıydı. Lovelace‘in annesi Annabella, kızının babasının dönüştüğü “deli, kötü ve tanınması tehlikeli” bir şair olarak büyümemesinde kararlıydı. Annabella, kızı için kendini 19. yüzyılın başında mevcut olan en iyi bilimsel eğitimi sağlamaya adadı.
Lovelace bir öğrenci olarak mükemmeldi. Eğitiminin başlarında İngiliz matematikçi Charles Babbage ve onun Analitik Makine üzerindeki çalışmaları ile tanıştı. Babbage‘ın ömrü boyunca hiçbir zaman tam olarak inşa edilmemiş olan bu makinenin tasarımları, basılı kopya çıktıları ve grafikleri çizme yeteneği de dâhil olmak üzere modern bilgisayarların birçok özelliğini içeriyordu.
Babbage bu inanılmaz mühendislik parçasını tasarlayıp yaratırken, makinenin gerçek potansiyelini gören Lovelace oldu. Lovelace, annesinin tüm tereddütlerine rağmen şiir yazmaya devam etmiş, daha sonraları anlaşılmıştır ki annesine karşı bu isyanı sayesinde şiir iç görüsü mümkün olabilmişti.
Analitik Motor, Babbage tarafından karmaşık matematiksel hesaplamalar yapmak için tasarlandı, ancak Lovelace, motorun doğru programlandığında herhangi bir görevi yerine getirebileceğini, hatta müzik bestelemek veya şiir yazmak için bile kullanılabileceğini öne sürdü. Bu, neredeyse bir yüzyıl sonra Alan Turing tarafından evrensel bilgisayarı resmileştirilmesinin habercisi olan şaşırtıcı bir iç görüydü. Her dizüstü bilgisayar, tablet ve akıllı telefonun esasen evrensel bir bilgi işlem makinesi olduğu göz önüne alındığında, Lovelace‘in orijinal öngörüsü bugün internetten müzik dinleyen veya bir bilgisayarda yazı yazan herkese tanıdık gelecektir.
Humphry Davy
Humphry Davy, aynı zamanda başarılı bir şair olan bir bilim adamıydı. Sodyum ve potasyum elementlerini keşfetti (diğerlerinin yanı sıra) ve şiiri William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge tarafından övüldü. İlk dönem araştırmalarının bazılarında Davy, nitröz oksidin tıbbi faydalarını incelemekle görevlendirildi. Bileşiğin coşku ve neşe veren öforik etkilerini çabucak fark etti ve 1800’de bu gaza alternatif bir ad olarak “gülme gazı” adını verdi.
Davy, gazın zihinsel ve fiziksel durumu üzerindeki etkileri hakkında ayrıntılı notlar almaya devam etti. Bu erken deneylerden bazılarını kayıt altına aldı. “Nitröz Oksidi Nefes Almak Üzerine” adlı şiiri, gazdan nasıl etkilendiğini açıkça göstermektedir. Nitröz oksitle deneyler yaparken hissettiği coşku, yalnızca bilimsel mantık ve akılla tarif edilemezdi. Onun yerine şiir, etkilerini belgelemek için en doğru yöntem haline gelmişti.
Davy, şair arkadaşlarını benzer ‘edebi deneyleri’ denemeye teşvik etti, ancak pek bir faydası olmadı. Bununla birlikte, onları bilimin erdemlerine ikna etmede çok daha başarılı oldu. Bir şair olarak yetenekleri ona döneminin romantik şairlerinin saygısını kazandırdı ve kısmen bilimin başarmayı umduğu şeyin yeniden gözden geçirilmesinden de sorumlu oldu.
Rebecca Elson
Hayatı ve araştırması şiirden güçlü bir şekilde etkilenen bir bilim insanının daha güncel bir örneği Kanadalı astronom Rebecca Elson‘dur. Elson, evrenin erken evrelerine bakmak için Hubble Uzay Teleskobu’ndan alınan ölçümleri kullanan ilk bilim insanlarından biriydi.
Birkaç yıllık gecikmeden sonra, Hubble Uzay Teleskobu, 24 Nisan 1990’da 2,5 milyar ABD doları maliyetle dünyanın yörüngesine başarıyla fırlatıldı ve o dönemde şimdiye kadar bir araya getirilmiş en pahalı bilimsel araç haline geldi. Haftalar içinde teleskop uzak yıldız sistemlerinin görüntülerini iletmeye başladı. İletilen görüntülerin kalitesi başlangıçta beklenenden çok daha düşüktü ve ana aynanın yaklaşık 2,2 mikrometre – bir insan saçı genişliğinin 1/50’si kadar düz bir şekle parlatıldığı ortaya çıktı.
Bu sapma, Hubble‘ın öncelikle gözlemlemek için tasarlandığı soluk ve uzaktaki nesnelerin gökbilimcilerin ihtiyaç duyduğu doğruluk derecesinde ölçemediği anlamına geliyordu. Elson, astronomların arasındaydı ve erken galaksi oluşumu üzerine devam eden araştırması sekteye uğradı.
“Sapma” adlı şiirinde Elson, istenen hedefe bu kadar yaklaşmanın yarattığı hayal kırıklıklarını ortaya koyuyor ve bunu yaparken bilimsel çaba için çok kritik olan başarısızlık kavramını araştırıyordu. Fizikçi Elson, duygusal kararsızlığını ancak şiir yoluyla ifade edebildiğini hissetti. Onun şiir dizeleri, laboratuvar notlarında veya bilimsel yazılarında mümkün olmayacak bir şekilde, gelecekteki deneysel umutların yanı sıra ezici hayal kırıklığını tartıyordu.
İster modern hesaplamanın temellerini atmak, ister biliminsanının rolünü yeniden tasavvur etmeye yardımcı olmak, isterse başarısızlıkla yüzleşmek olsun, bu biliminsanı şairlerin çalışmaları, bilimin ve şiirin etrafımızdaki dünyayı anlamlandırmaya karşıt değil, tamamlayıcı bir yaklaşım sunduğunu göstermektedir.