Bir röportajında sorulan ‘Romanlarınızda neden kadın karakter yok?’ sorusuna verdiği, ‘Pek çok romanda pek çok şey yoktur. Romanlarımda kadın yok ama zebra da, bengal kaplanı da, guguklu saat de yok’ cevabı nedeniyle tepki çeken yazar İhsan Oktay Anar’ın cevabıyla ilgili eleştiriler yeniden gündeme geldi. Konu hakkındaki görüşlerini sorduğumuz edebiyatçı Baki Ayhan T. konu hakkında şu yanıtı verdi:
İhsan Oktay, ilginç bir aralıkta roman yayımlamaya başlamış, özgün üslubuyla dikkat çekmiş bir romancıdır. Üslubu, evet, ilginçtir… fakat onun romanlarında genel olarak “insan” yoktur ki kadının olup olmadığı sorgulansın! Sıkı bir roman okuru olarak ve biraz da akademik gerekçelerle romanlarının tamamına yakınını okudum; okurken çok ilginç geliyor, sayfalar akıp gidiyor lakin roman bitince geriye sabun köpüğü gibi bir şey kalıyor. Bir çeşit çizgi veya fotoroman gibi…
Fantastik edebiyatın iyi örnekleri olduğu söylenebilir onun yazdıklarının ama “insan” açısından sınıfta kalmış romanlardır. Postmodern roman zaten “insan” dolayımında zayıf edebiyattır. Hele de postmodernin fantastik yüzü kabarınca yüzeysellik kaçınılmaz oluyor. İhsan Oktay’ın yaptığı da budur. Olay olay olay… İroni ironi ironi… Sürpriz sürpriz sürpriz… Tuhaf ve ilginç olma çabası, gereksiz kelime oyunları, popülist tavır… Hepsi bu! Hele Galîz romanı tam bir felaketti. İnsanı ıskalayan, metnin dışına iten bir kalemin büyük yapıtlar vermesi mümkün değildir.
Hatırlatmaya gerek var mı: Herkesin 5 dakikalığına şöhret olduğu bir çağda çok okunuyor, seviliyor olmak, baskı üstüne baskı yapmak, “büyük” hatta “iyi” edebiyat yaptığınız anlamına gelmez. Geçtim Raskolnikov, Emma, Goriot, Bartleby vs.yi; Behlül, Feride, Hakkı Celis, Raif Efendi hatta Felatun gibi bir kahraman yaratma gücünden dahi yoksun bir yazardır Anar. En büyük zaafı da budur kanımca. Önce bunun ve postmodern edebiyatın insani duyarlığa getirdiği yüzeyselleşmenin, sığlığın sorgulanması gerekirdi.
Yanlış anlaşılmamak için vurgulayayım: Postmodern özellikler gösterip “insan”ı ıskalamamak da mümkün. Yeter ki romanın “insan”ı anlatma sanatı olduğu unutulmasın, yetenek ve arzu kurmacaya kurban edilmesin. Latife Tekin’in “Dirmit Kız”ı yahut Huvat’ı, Oğuz Atay’ın Selim ve/veya Turgut’u, Auster’in Adam Walker’ı bu çerçevede aklıma ilk gelenler. Bizde ise postmodern romancılar “insan”ı değil, şaşırtmacayı öne aldıkları, üstkurmaca içinde kaybolup gittikleri için seviyeyi çok düşürdüler. Şimdi, sadede gelelim: “Anar’ın romanlarında kadın kahraman neden yok?” diye kahırlanan arkadaşların duygusunu anlayabiliyorum ama önce o romanlardaki “insansızlığın” farkına varmaları gerekmez miydi? Bunu neden hiç sorgulamadılar?