İsmail Şimşek

Tanıl Bora’nın kaleminden Hasan Ali Yücel biyografisi yayımlandı. Yücel’in kendi ifade ettiği şekliyle biyografi türünün, gençliğin eğitimi için çok etkili olabileceği düşüncesi önemli olmakla birlikte biyografi yazımında zengin olmadığımız bir gerçek. Ülkemizdeki biyografi yazımı genel anlamda biyografisi yazılacak kişiyi övmek üzerine kurulu, bazen tamamen ilgili kişinin olumsuzluklarını ön plana çıkarma amacıyla hazırlanan biyografilere de rastlıyoruz.
Yücel biyografisinin Tanıl Bora’nın kaleminden çıkmış olması iki kat heyecan verici bir gelişme. Hem cumhuriyet tarihinin en uzun süreli eğitim-kültür bakanı, kültürel kalkınmanın tartışmalı kişisi Hasan Ali Yücel biyografisi olması hem de bu biyografinin ülkemizin önemli çevirmen, yazar, düşünce insanlarından Tanıl Bora’nın kaleminden çıkmış olmasının heyecanı. Kitabı, Bora’nın eserin yazımında gerçekten nesnel bir yaklaşım sergilemiş olacağına inanarak okumaya başlayıp bitirdiğimizde beklediğimiz gibi genel biyografi anlayışını, övgü-sövgü kıran, olabildiğince nesnel bir bakış açısıyla yazıldığını rahatlıkla görebiliyoruz. Bora’nın, Hasan Ali Yücel biyografisi için Yücel’ in kendi yazdıkları, hakkında yazılanlar, yakın çevresindekilerin mektup ve ifadeleri, ailesinin şahitlikleri, dönemin kültür ortamında kendisine yönelik ifade edilenler, ölümünden günümüze kadar yapılan çalışmalar -TV de bir bilgi yarışmasında kendisi ile ilgili sorulan soruya verilen cevaplar- da dâhil olmak üzere ne kadar geniş yelpazede bir araştırma yaptığını gözlemliyor ve böylesi titiz çalışmaya şapka çıkarıyoruz.

Döneminde “kutuplaştırıcı” bir şahsiyet olarak anılan Yücel, sağ cenahta genellikle aşırı batıcı yozlaşmanın mimarı olarak görülür. Solda ise daha çok cumhuriyet aydınlanmasının baş aktörüdür. Cumhuriyet tarihinde Kemalizm, milliyetçilik, din-sekülerlik, anti-komünizm, hümanizma, eğitim konularına bakmak için Yücel’den daha iyi bir ‘kaynak’ bulmak zor. Bora da eserinde bütün bu cephelerden irdeliyor Yücel’i.
Bora, çalışmasını “entelektüel biyografi” olarak tanımlıyor. Eserini okuduğumuzda bu ifadesinin yerine oturduğunu görmek zor değil. Siyasi hayatından daha çok düşüncelerine ve yazılarına odaklanan bir çalışma onun yatığı. Yücel’ in hayat hikâyesinde, çocukluğundan başlayarak yetiştiği aile ortamı, okuduğu okullar hocaları, arkadaşları, düşünce dünyasının oluşturan bütün saikler toparlanmaya çalışılmış ancak odakta ‘bakan’dan önce ‘kültür adamı’ olan Yücel’in yazıları ve düşünceleri var.
Yazımda belirttiğim gibi Hasan Ali Yücel, bugünkü bildiğimiz anlamıyla Milli Eğitim Bakanı değil, eğitim-kültür bakanıdır. Hasan Âli Yücel deyince aklımıza ilk olarak Köy Enstitüleri gelir ama o aynı zamanda kendi adıyla anılan dünya klasiklerinin yayınını sağlayan bakandır. Bu iki büyük iş, onun eğitimci ve kültür insanı olma yanlarını ifade etmesi açısından önemli hatta bazı yazarlara göre kültür tarafı daha önemsenmesi gereken ancak ıskalanmış tarafıdır.

“Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli eğitim bakanı” olmanın nasıl bir önemi olduğunu ise milli eğitim bakanlarının listesindeki görev sürelerine bakınca anlıyoruz. Eğitim, Cumhuriyet kurulduğundan beri hep çözülemeyen temel bir sorun olmuş, bir türlü kalıcı bir eğitim politikası belirlenememiş. Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet’in 22. ‘eğitim bakanı’. İlk maarif bakanının atandığı 4 Mayıs 1920’den Yücel’in göreve geldiği 28 Aralık 1938’e dek, 18 yılda 21 bakan görev yapmış. Yani bakanların ortalama görev süresi bir yıl bile değil. Hasan Âli Yücel, 5 Ağustos 1946’ya kadar, yedi buçuk yıla yakın görevde kalmış. Hasan Âli Yücel bir istisna, ondan sonra da durum değişmemiş; 1920’den günümüze, 100 yılda 75 bakan göreve gelmiş. Böylece eğitim politikamızda neden istikrar sağlanamadığı da anlaşılabilir.
Yücel, Cumhuriyet ideolojisinin gönülden savunucusu, herkesin gönlünü etmeye çalışan bir kişilik yapısında, orta yolcu anlayışta bir yönetici ama sonunda partisine ve liderlerine sadık. Ama siyasetin acımasız yüzüyle o da karşılaşıyor. Koşulsuz bağlandığı, savunduğu liderinin ve partisinin onu iftiralara uğrarken yalnız bırakması, dost bildiklerinden gördüğü kadir bilmezlik, vefasızlıkları da başta politikacılar ve yöneticiler olmak üzere hepimiz için bir hayat dersi.
Gerçek yaşamdaki kişilerle kurmaca kişilerin aynılığından söz edilemez elbette. Tanıl Bora’nın Hasan Ali Yücel biyografisini bitirdiğimde Bora’nın, Yücel hakkındaki bütün bilgi ve belgelerle ortaya koyduğu Yücel profili bana Hasan Ali Yücel’in yakın dostlarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının kahramanı Hayri İrdal’ ı hatırlattı.
Peki, kimdir bu Hayri İrdal? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, 1961 yılında kitap olarak yayınlanan “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının anlatıcısı ve başkahramanıdır. Çocukluğu II. Abdülhamit döneminde geçen İrdal’ın hayatta en çok sevdiği şey saatlerdir. Diğer bir deyişle, İrdal’ın varlığı, saatlerle özdeşleştirilir ve karakterin değişimi hayatına giren farklı saatlerle paralellik gösterir. Hayatını Halit Ayarcı’ dan önce ve sonra olarak ikiye ayıran İrdal, Halit Ayarcı ile tanışmadan önce ustası Muvakkit Nuri Efendi’nin yanında çalışan, kendi halinde biridir. O dönemlerde yine kendi halinde, uysal, anlayışlı bir kadın olan Emine ile evlenir. Üç çocukları olur. Emine’nin vefat etmesini izleyen günlerde Halit Ayarcı ile tanıştıktan sonra dönüşüm geçirir. Nuri Efendi’nin etkisi altındayken Doğu’yu ve geleneği temsil eden bir karakterken, Halit Ayarcı ile tanışmasıyla birlikte onun etkisi altına girer ve Batı’ya yakınlaşır. Yaşadığı bu ikilemi hiçbir zaman çözemeyen İrdal, hem Doğulu olmanın hem de Batılı olmaya çalışmanın ortaya çıkardığı bir üründür.
Hasan Âli Yücel’in ‘gönül’ tarafıyla ilgili bazı ipuçlarına; Yaşar Nabi Nayır’ın “Aklıyla Batı’da, gönlüyle Doğu’da olan bir düşünce adamı”, Abdülbaki Gölpınarlı’nın “Mevlana âşığı” ve Fikret Adil’in “Taptaze, canlı ve diri… Çevresi ile yakından ilgilenir, hareketli ve meraklı” tanımlarından ulaşabiliyoruz. Yücel, Doğu-Batı sentezinin gerçekten kusursuz bir şekilde sağlanabileceğine inanıyor, inanmak istiyor. Doğu’nun ve Batı’nın bilgisine ziyadesiyle vakıf birisi ayrıca. Sadece yazılarındaki dilden bile anlayabiliriz bunu. Osmanlı Türkçesinden batı dillerindeki ontolojik kavramlara kadar geniş yelpazede bir yazı dili vardır, “öz Türkçeci” de değildir. Doğu ile Batı’yı meczetme çabası sürekli bir çaba olarak gözlemleniyor hayatında. Yücel’in hayatında Doğu-Batı ayrımının keskin çizgilerinden kurtarabilecek bir portre görüyoruz ama bir taraftan da Hayri İrdal’ın arada kalmışlığını hissediyoruz.
Acaba Hasan Ali Yücel ve Hayri İrdal’ da gözlemlediğimiz arada kalmışlık bu coğrafyada yaşayan herkesin, bizlerin arada kalmışlığı mıdır? Hepimiz Hayri İrdal mıyız ya da Hasan Ali Yücel?
Son olarak kitabın yapısıyla bitirmek istiyorum. Kitabın ikili bir yapısı var, kısımlar ve kısımların bölümlerinden oluşuyor. Kısımların ilk bölümlerinde Hasan Âli Yücel’in yaşamöyküsünü anlatırken ikinci bölümlerde düşünce dünyasına yoğunlaşıyor. Din, milliyetçilik, Türkçülük, Kemalizm, hümanizm, antikomünizm hakkındaki görüş ve inançlarının Hasan Âli Yücel’in yaşamını ve yaptıklarını nasıl belirlediğini onun kendi yazdıklarından yola çıkarak anlatıyor. Çünkü Yücel aynı zamanda eğitim ve kültürde öncü olması, akıllara kazınan bakanlık icraatları, tek-parti döneminin önde gelen siyasi şahsiyetlerinden olmasının yanında ömrü boyunca kalemi elinden bırakmamış kitaplar, makaleler, köşe yazıları yazmış çalışkan bir yazar.
532 sayfalık çalışmasında Tanıl Bora kapsamlı bir biyografi ortaya çıkarmış. Üstelik bunu Hasan Âli Yücel’le ilgili olarak övgü ve sövgülerden uzak durarak olabildiğince nesnel ve doğru anlamaya çalışarak yapmış. Bora’nın kitabı Türkçe biyografi yazınına önemli bir katkı olarak okunmalı.