Hakan Cem
Oyuncu, meraklı, uykucu ve uyandırıcı, istediğini bilen ve uygulayan, evinizin gerçek sahibi, sağaltıcı Kedizade! Bu zat, ‘Müzik’ sanatıyla sosyolojik tınıların iç içeliğini taşır. Kucağınızda sere serpe yaşadığı mutluluğun şarkısını söylerken ah, duyduğunuz mırıltıların notasyonunu çıkarsanız… Aman ha, ilgisiz kalıp ke(n)dinizi bilgisayar başında unutmayasınız, Kedizade bilgisayarınıza hemen oracıkta el koyar: “…biraz sevişelim mi?”
Ya sabahın kör vaktinde sizi uyandırması! “Yalnız değilsiniz!..” der, “Miyavv”
(…)
Pist, diye kovaladığımız; şair Hüseyin Peker’in deyişiyle: “Üstü başı pislenmiş, yalamaya gerek duymadan siyah beyaz her türlü rengi alacaya çevirmiş o doğal yaşamın kedileri…” Kapağını açtığımız sokak çöpünde dünyalar kuran, çöpten fırlayan… Sokağın Kedi!
Arabaların altları, o sıcak yuva motor boşluğu; güvende olduklarını hissettikleri yer olsa da en çok karşıdan karşıya geçerken… Dikkat! Arabada ‘Kedi’ var. Doğal yaşamın kedileri.
(…)
Çevresindekiler ilgi alanıdır. Sadece kedinin değil! Sanatçı, ‘insana değsin’i çalışırken, varlıkların ve şeylerin benzersizliğini kavrar, onlardaki gizli yanı hisseder. Sanat aracılığı ile bize çevremizi anlama, anlamlandırma sürecini yaşatır, onun bir parçası haline getirir.
Her sanat disiplini gibi ‘Müzik’ de var olduğu toplumun kültürüne aittir. Kökleri, halk müziklerinin mırıldanıldığı toplumdadır. Toplumu inceler, kültürü kodlar, söylem oluşturur, toplumu estetize ederek değişime uğratır. Soyut yapısıyla müzikte anlam, dinleyicisinde yarattığı ruhsal etkileşimlerken, anlama yönelik ‘Senfonik Şiir’ler, ‘öykülü müzikler’ aracılığıyla anlamı merkeze alan müzik formları da vardır.
Rönesansla birlikte müzik sanatı, kilise egemenliğinden insana, ona ait olana evrilmiş, bireyi, kendini ve çevresini anlama, anlamlandırma kaygısına savurmuştur. Besteciler, her dönemde peş peşe verecekleri ürünlerle çevresel duyarlılık bağlamında derinden etkilenirken, her alanda uyanışın filizlerini de vermeye başlarlar…
Fransız Barok besteci François Couperin (1668-1733) yaşadığı 17.yy ikinci yarısıyla 18.yy. ilk yarısında genel müzik tarihinde önemli bir yere sahip. Aynı zamanda kuramcı ve eğitimci olan Couperin, anlatımcı, tasvirsel müziğin ortaya çıkmasında, eserlerinde yer verdiği pastoral anlatılarıyla öncülük etmiştir. Yanı sıra kızıl papaz lakaplı İtalyan Barok dönem bestecisi Antonio Vivaldi, Mevsimler eseriyle tasvirsel müziğin yapı taşlarını kurar. Barok dönemin sona ermesiyle kapıları aralanan Klasik dönem ve hemen ardından gelen Erken Romantizm’in ölümsüz bestecisi Beethoven’ın Pastoral Senfonisi de tasvirsel müziğin doruklarıdır. Tüm bu ürünler, yaklaşık 100-200 yıl sonra, resim sanatının disiplinler arası ön planda olacağı ve ressam Monet’nin ‘İzlenim’ adını vereceği tablosu ile resimde ilk adımlarının atıldığı İzlenimci yürüyüşe katılan Debussy, Ravel gibi Fransız İzlenimci bestecilere de ışık tutacak, öncülük etmiş olacaktır.
Barok besteci Domenico Scarletti’nin ‘The Cat’s Fugue’ adlı eseri için söylenegelen, Scarlatti’nin Pulcinella adlı kedisinin, bestecinin çalıştığı klavsenin tuşları arasında gezinmesinden esinlenerek bestelediği Sol minör Füg’dür. İki ya da daha fazla sesin kontrpuantal besteleme tekniği olan Füg’de müzikal tema, farklı arkalıklarla tekrarlanır.
Geç Romantizmin doruk Rus bestecilerinden P.İ. Tchaikovsky’nin Sleeping Beauty (Uyuyan Güzel) adlı bale eserinin 24 numarası Pas de Caractere Puss~in~Boots and The White Cat başlığını taşır ve ‘Pas de deux’ formundadır.
20.yy müziğinin önemli temsilcilerinden Rus besteci Sergey Prokofiev’in ‘çocuklar için senfonik bir peri masalı’ olan Peter ve Kurt adlı eserin kahramanlarından biri olan ve klarnet tarafından canlandırılan kedi. (The Cat)
Kedizade’nin müzikli patisine bir başka ezgi, 20.yy müziğinin Amerikalı temsilcilerinden besteci Samuel Barber’ın Keşiş ve Kedisi’dir (The Monk and His Cat) Eser, 8~13. yy arası yaşamış İrlandalı bir keşişin kedisi Pangur ile yaptığı günlük konuşmaları anlatan bir şiirin, Prokofiev’le 20 yy da (1954) müziklenmesi ve halklarla kucaklaşmasıdır.
Bir başka Amerikalı besteci Aaron Copland’da La Fontaine’nin Yaşlı Kedi ve Genç Fare masalından esinlenerek The Cat and The Mouse (Kedi ve Fare) yazmıştır.
19.yy sonlarında doğan Latin Amerikan Brezilyalı besteci Heitor Villa Lobos’un O Gato e O Rato (Kedi ve Fare) çok sevilen piyano eserleri arasında sıkça seslendirilmektedir.
Sanatın tüm disiplinlerinde sanat üreticileri, kedizadeye ilgi duymuş, alanlarında ürünler vermiştir. Müzik sanatındaki bu tasvirsel ezgilerin ritmik dokusunda vücut bulan armonik anlatım, sanat alıcısında, aslına uygun görsel, işitsel etkiler yaratarak tema figürünü kanlı canlı kılar. Buna en güzel örneklerden bir diğeri de ‘Fransa’nın Mozart’ı’ yakıştırması yapılan Fransız besteci Camille Saint-Saens’ın Hayvanlar Karnavalı adlı eseridir. Bu eserde: Aslan, Tavuklar ve Horozlar, Yabani Eşekler, Kaplumbağalar, Fil, Kangurular, Akvaryum, Eşek, Guguk Kuşu, Kuşhane, Fosiller, Kuğu, ve son olarak tüm hayvanların final resmî geçidiyle doğamızı paylaştığımız hayvanlar dünyasında müzikal bir geziye çıkarız. Besteci, bir de sürpriz yaparak, ‘Piyanistler’ başlığıyla, eserin bölümlerinden birini, eserin solistleri olan iki piyaniste ayırır.
son acıklı sözüm!
Sanatın ulaşamadığı, estetize edemediği, değişim dönüşüme uğratamadığı bireylerin acımasızlığının, doğamızı saran sarsıcı ezgileri… Hayat müziktir! Oturduğum apartman dairesi, yüksek zemin giriş katı. Balkonumun hemen altında, sırtını adeta güvenle bana dayamış bir Kedi yuvası. Günlerden bir gün, yuvanın temeli olan taşlardan kaydığını ve ters döndüğünü ama bizim kedizadenin keyfini bozmadan içinde yattığını fark edince, yuvayı düzeltme girişiminde bulunmak istedimse de bizimki bana bir sert çıktı ki mesajı aldım; Doğum! Ellemedim. Sonraki günlerde ortadan kaybolan kedizade, bir süre sonra yine yuvaya dönmüş ama yanında beş yavrusunu da görücüye çıkarmıştı. İşte ne olduysa ondan sonra oldu! Yavrular daha yeni tüylenmiş, elimin karışından az büyüklerdi ve haliyle çocukluğun o güzel oyunculuğu ve yaramazlığını yaşıyorlardı. Arabaların altında, teker kenarlarında, motor boşluğunda… Apartmanda birkaç kişi alarma geçtik ve araba sileceklerine uyarı notları bıraktık; elden gelen yapıldıysa da iki kayıp verildi. Kedizade, üç yavrusuyla mutluluğunu sürdürmeye devam etti.
Bir sabah, yakılan bir ağıtla uyandım. Kedizade neredeyse konuşuyordu! Zaman zaman uzun ve acılı ezgileriyle… Bu ezgilerin bir ağıt havasında sürmesi, bana Mozart’ın Requeme’ini anımsattı ki eyvah, dedim, yavrular! Balkona seğirttim, bizim kedizade bir aşağı bir yukarı, Lacrimosa (ağlamaklı, gözü yaşlı..) yorgunu…
‘Ne oldu sana?’, gözleriyle merakla onu dinlerken, apartman kapısının açılmasıyla dışarıya Pissst, diye fırlayan bir genç kadın: “Defol! Pire torbası, bütün apartmanı pire sardı senin yüzünden.”diye çemkirmez mi? Baktım ki kadının yanında kedizadenin yavruları gibi küçük kızı da annesine uymuş, Pisssst! diye kovalamacaya katılmıştı. Kadın bana dönerek, davranışını açıklamak istercesine, bu kedinin apartman garajına doğurduğunu ve garajı pire sardığını hızla anlatmış, sonra yüksek perdeden gelen ‘cıkcıkcık’larıyla gözümde uzaklaşmıştı. (…) Üzüldüm kadının hayvan sevgisizliğine; en önemlisi, bunu kedizade yavruları kadar küçük kızına da aşılıyor olmasına…
O gün ve devam eden bir hafta boyunca, kedizade, geriye kalan üç yavrusunu, arabaların altlarını koklaya koklaya, sabahlara kadar müziğin doruklarında yaktığı ağıtlarla ısrarla aradıysa da apartmandan birileri, sütteki yavruları çoktan ortadan kaybetmişti!
(…)
Sanat ürünleri, haz alma aracı olmanın yanı sıra bilgilenme, dönüşüme uğrama aracıdır da! Sanat ürünleri bizi estetize ederken duyarlılığımızı da güzele, iyiye, ‘İnsan’ olmaya doğru filizlendirir.