Gülce Başer
Çok asap bozucu, diyorum kendime, yine de olay kişisel duyarlılığımı aşacak ölçüde önemli, serin durmalıyım.
Olup bitenlerin birkaç dikkat çeken boyutu var. Öncelikle tabii taciz meselesi… Bazı ülkelerde olduğu gibi bizde de yargının böyle durumlarda kendiliğinden harekete geçmesini isterdim. Bir kez daha olmadı, dava farklı biçimde açıldı / açılıyor… Kadın beyanını ihbar kabul edip inceleme başlatan bir yargı daha doğru olurdu. Bunun için bir kez daha İstanbul Sözleşmesi’nin ne kadar gerekli olduğunu hatırlatmış olayım.
Taciz söz konusu olduğunda tartışacak bir şey yok. Yargı öyle böyle devreye giriyor ve olay araştırılacak. O sırada mağdur olan kadın tarafını utandırmaya, suçlamaya çalışanlar olabilir. Elbette, kadınların yanında olacağım. Sanıyorum kadınlar arasında bu konuda da bir anlaşmazlık yok. Kimlerin ne kadar ileri gidebileceğini ve toplum olarak dekadansımızın sınırlarını göreceğiz. Tarihten de bilirsiniz, böyle davalarda toplum, kadın tarafı sindirmek için elinden geleni yapar. Bakalım bir gelişmemiz olmuş mu? Göreceğiz.
Özellikle en çok konuşulan olayda, olayın nakledilme ayrıntıları, özürden saldırıya geçerken değişen beyanatlar ve eril fail gibi sözlüğümüze katılan yeni terimler ışığında herkes gibi benim de akıl sesim bir kanıya vardı. Yine söyleyeyim: Burada yargının devreye girmesi gerekiyor elbette…
Bu olayda görünür olan ikinci konu linç. Linç faşizan bir gösteridir. Kadınlara sık uygulana gelmiştir, çünkü kadınlar ve koyunlar iyi kurbanlardır, sonradan hesabını soranları olmaz. Silahın dönüp faillere uygulandığını görmek bende adalet duygusu uyandırmadı. Çünkü prensip olarak linçe karşıyım. Buna döneceğim.
Üçüncü boyut olarak aile söylemi var. Bir söyleşide erkeklerin başları sıkıştığında dönüverdikleri mukaddes aile söylemi yinelendi. Buna eril faillikten erkekliğe dönüş diyebilir miyiz, deriz herhalde… Gerçi “evlenip aklanmak” genelde popüler kültürün kadın figürleri arasında çok yaygındır ama bir erkeğin evliliğini koruması fikrinin de itibarı vardır, kamuoyunda… Kamuoyu nedir, burada “halk arasında” demek gerekiyor. Kamu vicdanı bile fazla… Bir kereliğine affeder toplum erkeği… Tevessül edilen sözlü mevzuat maddesi bu işte… Adını koyalım. Böylesi bir demagoji iyice yakışıksız oldu.
Bir kez daha linçe dönüyorum: Bence burada vicdanın ibresi erkeğin ailesini gösterir, aile birliğini değil… Babanız “tacizci” diye linç edildiğinde utanır, yerin dibine geçersiniz… Kocanız “tacizci” diye linç edildiğinde sokağa çıkamaz olursunuz. Eve ihanet yoluyla getirilen zührevi hastalıkla onursal lekenin arasında ne fark var?
Linçle ilgili son olarak: Biz idam cezasına hak ihlali gerekçesiyle karşı çıkıyorsak, bize işlenen suçun linçle bedellendirilmesini tercih etmemeliyiz. Linçi bir yüzleşme biçimi olarak da görmüyorum. Tavrımı yumuşatmayacaksa, linç girişiminin, böyle ifşaatlarda toplumun genelde kadını sindirmeye çalıştığı yönündeki deneyimle de tetiklendiğini düşündüğümü itiraf ediyorum.
Tacizin terbiye mekanizması olarak kullanılmasından ziyade terbiye zemininde meşrulaştırılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Çünkü tacizi genel olarak bir gövde gösterisi, kudret pratiği olarak görüyorum. Gücün kabul ettirilme girişimi olarak görüyorum. Kadını erkeği yok. Genel olarak yetersizlik hissinin kudretle giderilme / telafi edilme girişimi… Taciz poşetine kadının toplumdaki statüsünü, konumunu koyup diğer şiddet meseleleriyle birleştirmeyeceğim. Taciz yasalara göre olmasa da vicdanlar nezdinde yüz kızartıcı bir suçtur.
Bu olup biten sonrasında, üstünde yeterince durulmayan bir olgu da yönetici tacizi oldu. Paylaşılan bir vaka, farklı sektörlerde de gerçekleşiyor ne yazık ki… Susulan bir cinsel taciz sorunu var, bu etmeli ki, her iki cinsin de deneyimi… Ama tabii kadın mağdurlar fiziksel dezavantajları nedeniyle daha zor direniyorlar… Cinsel saldırganlığa karşı acilen yasal mevzuatın daha caydırıcı kılınması gerekiyor, hem de acilen…
Sorun belli, çözüm belli… Acilen İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi gerekiyor.