Deniz Poyraz
Timaş Yayınları, dünya edebiyatının ve 20. Yüzyıl’ın sayılı ustaları arasında gösterilen, Açlık adlı kült romanın yazarı Knut Hamsun’un külliyatını yayımlamaya devam ediyor. Yazarın Son Bölüm adlı romanı da geçtiğimiz ay Behçet Necatigil çevirisiyle Türkiyeli okurlarla buluştu. Hamsun, dağ başındaki bir sanatoryum atmosferinde yaşanan olayların etrafında ördüğü kurgu ve yarattığı benzersiz karakterlerle insanlığın ölüm, hiçlik, öze dönüş gibi temel meselelerini ele alıyor.
Romanın başkarakterlerinden Daniel, yapıların aksayan taraflarını tamir eden, ark yapan, taş duvarlar ören çalışkan ve iyi kalpli bir adamdır. Bütün varı yoğu Torahus’taki minicik çiftliği ve mandırasıdır. Fakat gün gelir, çiftliğine talipler çıkar. Yemyeşil kırsal alandaki bu panoramik dağ manzaralı arazilerin ortasına bir sanatoryum inşa edilecektir. Daniel çiftliğini satmak istemez. Daniel’in tüm yaşamı, bu aile yadigârı eski yapıdan ibarettir. Hatta çiftlikte yaşamak uğruna, dağ başında ömür çürütmek istemeyen sevdiceğinden bile vazgeçmiştir. Fakat komşu mandıralar bir bir satılır. Dağa yollar yapılır, inşaat malzemeleri taşınır. Kaşla göz arası dönüşür Daniel’in özgür mekânı. Dev sanatoryumun temelleri çoktan atılmıştır bile. Her şey olup bittiğinde Daniel koca bir bina ile baş başa kalır.
Sanatoryumun odaları bambaşka hayatların içinden savrulup gelen hastalarla bir bir dolarken, Yazar Hamsun, usta işi çizgilerle renk verir konuklara. Selmer Eyde, genç ve kibar bir delikanlıdır. Piyanisttir. Öteki konukların ricasına göre bazen Çaykovski bazen Sibelius ezgileri yükselir sanatoryumdan. Matmazel d’Espard hoş bir kadındır. Romanın ana aksamına yerleşir ve sayfalar boyu görünüp kaybolur. Kahverengi gözlü, Fransızcasıyla meşhur bu hoş kadının yaşamı pek çok adamın kaderini kökten değiştirecektir. Binanın başka kibar konukları da vardır. Bir İngiliz bakanının eşi, Norveçli hizmetçisiyle teşrif edince sanatoryumun popülaritesi yükselir. Hem doktorlar hem de avukat, birçok konuğu sanatoryuma çekecek olan bu “mıknatısın” varlığına pek sevinirler. Dağ havasında şifa aramaya gelenler içinde kendi yaşamlarının karaltısından kaçmaya çalışanlar da vardır. Konukların kısaca “İntiharcı” diye andıkları bay tam da böyle biridir. Kendisi hazırcevaplığıyla ve uzun suskunluklarıyla bilinir. Kitaptaki en enteresan diyalogların sahibi de yine bu beydir. Diğer diyaloglar da öyle ustaca yazılmıştır ki pek çok karakter aynı anda konuşsa bile okur cümlelerin kime ait olduğunu bilir. Burada Necatigil çevirisindeki ustalığın da payı var elbet.
Tüm konuklar hayat denen bilmece üzerine çoğu kere saf ve kaygısızca birbirlerine yarenlik ederlerken, Hamsun’un sade anlatımındaki büyünün tesiri okuru kuşatmaktadır. Yüzlerce sayfa boyunca kurguda dişe dokunur aksiyonlara şahit olmasak bile, yazarın çağını, yaşamı ve modern insanın doğasını okuyuşuna hayranlık duymadan edemeyiz. Hikâyenin on – on beş bölümlük uzunca gövdesini geride bıraktıktan sonra bizi bekleyen çarpıcı final de ancak bu uzun ve sarp patikanın yıldıramadığı okura teslim eder kendisini.
Son Bölüm, insanın var olma krizinin ne doğaya dönüşle ne de başka bir yöntemle çözümlenecek kadar kolay olmadığının ispatı gibidir. Dünyaya bir kez gelmiş bulunmanın tedavisi ne kadar mümkünse küçük insanların basit yaşamlarını mahveden yoğun kaygıların, korkuların tedavisi de o kadar mümkündür. Şüphesi olanlar “İntiharcı”nın yıllarca taşıdığı o yükün 106 numaraları odada nasıl yok olduğunu bir kere daha anımsasın. Velhâsıl insan var oldukça kaos da kendine üreyecek bir beden/yaşam bulacak. Hamsun gibi büyük yazarlar da bu gerçeği acı acı hatırlatacaklar insanlığa. İyi okumalar…