Yanılgılar Evi (şiir): 1.basım 2010, Yasakmeyve Yay; 2. basım 2020 Klaros Yay.
Yanılgılar Evi’nin Ad Öyküsü

İnsan niçin ad vermek ister? Çünkü tanımak, tanımlamak, tanıtmak ister de ondan. İnsan, kuş, ağaç, kitap, ev, aşk, şiir, keder, ölüm… Her biri bir nesnenin/şeyin, kavramın, olgunun tanımlanmasıdır. Ve bir de bizim adlarımız vardır, bizi tanımlayan/tanıtan. Ali, Jack, Özge, Abraham, Mary, Rojda gibi. Adlarımızı biz seçmedik, bize ebeveynlerimiz ya da aile dostlarımız, yakınlarımız, belki de hatır sahibi bir büyüğümüz verdi. Her birimizin adının bir öyküsü vardır ve adlarımız bir gerçekliğe, yaşanmışlığa, geleneğe, anlamsal bir ilintiye yaslanarak bizimle varlık bulur. Biz nereye, adımız oraya. Adımız bu anlamda bizi özel kıldığı için, tür/cins adı olmaktan çıkarak “Özel ad” olur. İnsanların, şehirlerin, ülkelerin adları gibi kitapların, şiirlerin de adları olur, özel adları…
Şairlerin, yazarların, sanatçıların adları olur da yapıtlarının olmaz mı? Şairlerin, yazarların, sanatçılar adlarının öyküsü olur da yapıtlarının olmaz mı? Benim de şiir kitaplarımdan ikincisi olan Yanılgılar Evi’nin elbette bir öyküsü var. Adını kim verdi, ne zaman ve nasıl verdi? Kitaba başlarken mi adı verildi? Yoksa bitip yayınevine giderken mi verildi adı? Dinlemek istersiniz belki…
Yanılgılar Evi, 2005-2010 yılları arasında yazılan şiirlerimin yer aldığı, ikinci şiiri kitabımdır. O yıllarda memleketim Bingöl’de yaşıyordum, öğretmenlik yapıyordum. Şiir dosyam için biriken şiirleri düzenlerken, aslında onların gerek tema gerekse retorik olarak zaten kendi içinde üç bölüme ayrıldığını fark etmiştim. İlk şiir kitabım gibi bu şiirler de nedense “Dün, bugün, yarını” imler gibi, “Üç günlük dünya işte” der gibi üç bölüm olarak bir araya gelmişti. Birinci bölüm için henüz adına karar verememiştim, ama ikinci bölüm şiirleri, “Arka Bahçede Uğultular” adını, bölümün ilk şiiri olan “Arka Bahçe” ve bir diğer şiirim “Uğultular” adından harmanlanmıştı. Biçimsel olarak tek dize, iki, üç, dört, beş, altı ve yedi dizeli şiirlerden oluşan üçüncü bölüm ise, “Kimsenin Anlamadığı” şiiri söz konusu biçimselliğe ve içeriğe işaretle bölüm adı olarak kendini zaten öne çıkarmıştı. Gelelim kitabımın dünü, yani ilk bölümünün adı ne olmalıydı ya… Yedi şiirden oluşan, lirik ve mistik temanın, geleneksel ve modern olanla içselleştirildiği bu bölüm şiirleri; “Kasvet Kapısı”, “Geçmiş Zaman Avlusu” gibi şiirler adlarıyla aslında kendi içinde bir kompozisyonu şairine salık veriyordu. Ne ki bu bölümdeki altı şiirin adı önceden şiirler yazılırken zaten doğmuştu. Bu bölümün, kitabın ilk şiiri;
“kalbim…
susmalarla gezinen avareydi
akarken ardından arzuların
hiç kabahati yoktu yaşanmışlığın
düşüyorken dalından
unutmaların arzına onca şey.” dizeleriyle başlayan ve henüz adsız olan bu şiir, kitabın son yazılan şiiri olsa da yukarıda belirttiğim biçim ve içerik uyumu gereği yerim burası demişti. Bu ilk şiir aynı zamanda kitaba adını verecek şiirim olarak hem kendine, hem birinci bölüme, hem de kitabın kendisine ad olacaktı. Yazgısı kitabın da yazgısı olacaktı.

Adı ne olmalıydı, elimdeki taslak çıktıları okuyup son dokunuşları yapıyor, buna kafa yoruyordum. Bingöllüler bilir, şehri iki yakaya ayıran yemyeşil Çabakçur vadisine nazır, küçük tabureli mütevazı Çabakçur Kahvehanesi’nin salkım söğüt gölgesinde çayımı yudumluyor ve dosyayı kontrol ediyordum. Dosyadaki ilk şiire, ilk bölüme ve tabii ki kitaba ad seçmeliydim. İçindekiler kısmındaki ikinci bölüm adı; “Arka Bahçe” ve birinci bölümde yer alan; “Kasvet Kapısı”, “Geçmiş Zaman Avlusu” şiirlerine odaklandım. Birbirini çağrıştıran ögeler; arka bahçe, kapı, avlu dikkatimden kaçmadı, birden işte bu ilham olmalıydı belki de (yazarken tebessüm ettim) henüz adsız olan ilk şiirimin son bendi dilimden dökülüp kağıda sözcük sözcük damladı:
“besbelli…
cilvesine kapıldığımız
camlarda nefeslerin buğusuyla
yanılgılar eviymiş
şu şımarık dünya!”
Evraka, evraka demesem de, buldum dedim sesli olarak. Adsız şiirin ve kitabın adını buldum dedim. Üç bölümden oluşan şiir kitabım, şu üç günlük dünyadaki sesim değil miydi? Arka bahçesi, kapısı, avlusu varsa, şair bir evden söz ediyordu. Ona adsız şiirin son dizeleri olarak ilham olan ev, “Yanılgılar Evi”ymiş. Böylece adsız ilk şiirim adına kavuştu ve sonra ilk bölümün ve tabii ki kitabın adı oldu. Geleneğin gereği olarak adını ben verdim yaşını Allah versin kavlince, ikinci şiir kitabım adını son ana kadar saklı tutup birden kalbime doğarak yazgısını gerçekleştirmişti.
Dosya elimde, çayımı keyifle yudumladım. Allah rahmet eylesin, Enver Ercan ağabeyi aradım; son görüşmemizde dosyamı göndermemi istemişti. “Ağbi dosyayı tamamladım, akşama sana e-postayla gönderiyorum.” Dedim. Çok sevindi. “ Tamam, yakın zamanda baskıya girecek dedi. Komşu Yayınları/Yasakmeyve şiir dizisi o günlerde şiir yayıncılığında nitelikli kitaplarla iyi bir çıkış yakalamıştı. (Maalesef sonradan birçok kitabın basılmasıyla nitel bir düşüş olmuştu.) Öyle işte. Aynı günün akşamı eve gidip dosyayı bilgisayar ortamında nihayete erdirirken Yanılgılar Evi bu kez de sevdiğim şair Haydar Ergülen’in, “Tanrım, ev sahibim, izin ver bana /Biraz daha oturayım evinde.” dizelerini anımsatınca, dedim madem Yanılgılar Evi’ydi şımarık dünya, bu evin bir de sahibi vardı. Sahip ben değildim, Tanrı’ydı. Evet, Tanrım, Homayê min, Rabbim ev senin, konuk senin dedim.
İşte böyle adını en sona saklayan Yanılgılar Evi, 2010’un eylülünün ilk haftasında tamamlanıp gönderildi ve eylül sonunda kitaplaşmış olarak okura merhaba dedi.