Melahat Moral ve Süleyman Altıok’un ilk çocukları olan Metin Altıok, 1941 yılında, İzmir Karşıyaka’nın Alaybey mahallesinde doğar. İlk ve orta öğrenimini İzmir Karşıyaka’da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya fakültesinde Felsefe okur.
1960’lı yıllarda Metin Altıok sürekli resim yapmakta ve kimselere göstermediği şiirler yazar. Şair yönünü kendisi dışında bilen hiç kimse yoktur. Çetin Sipahi, Orhan Taylan, Fahir Aksoy gibi ressamlarla karma sergilere katılır.

Şiirlerinde annesiyle ilişkisinin iyi olmadığını bazı dizelerinde dile getirir Altıok. Annesi ‘sevgisizliğin’ ilk imgesi olarak geçer şairin kişisel tarihine. Çocukları ile şefkat ilişkisi kurabilmiş bir kadın değildir. Ancak, annesi ne kadar şefkatsizse, babası ise tam tersi o sevgi doludur onun gözünde. Eksikliği ölüme eş…
“Kötü annem, / Beni komşunun oğlu kadar seven, / Yok olan babamdı belki / Ölüm tutkumu pekiştiren…”
Tavan arasındaki odası ilk resimlerinin, ilk dizelerinin kağıtla buluştuğu yer olur. Odanın içinde dolaşarak yüksek sesle şiirlerini okur. Bazen çizgiyle bazen de şiirin, canının çektiği kelimenin arayışıyla saatler geçirir o odada. Belki de ustalık öncesine denk düştüğünden bu çocukluk ve gençlik saatleri, yıllar sonra ilk şiir kitabı “Gezgin”i çıkardığında “çıraklık dönemi olmayan şair” denecektir kendisine.
Daha çocukluk yıllarında, şiirlerini şekillendiren acı ile tanışır. Arkadaşı Mehmet Taner’e bir anısını “Biliyor musun, beni kaynar kazanda kaynattılar” diyerek anlatır.
Küçücük bir çocukken, İzmir taraflarında, annesiyle babası tarladaki işleriyle meşgulken onu bir ağacın altına bırakırlar. O yaz sıcağında, bir akrep Altıok’u zehirler. Çevredeki insanlar ise, akrebin zehrini almak için, ateşin üzerine koydukları bir kazan dolusu suyun içine kendisini sokarak suyu kaynatırlar. Bunları anlatırken Metin Altıok, gözyaşlarına boğularak der ki:

“Küçücük yahu, daha küçücük bir beden suda kaynatılıyor, düşünsene”
Bu çocukluk anısı ve ileride Sivas’ta yaşadıkları herkesin boğazında yumrular oluşturur.
1966 yılında fakülteden sınıf arkadaşı Füsun Akatlı ile evlenir. İlk evleri Sakarya Caddesi’ndeki Kızılay lojmanında bir dairedir. Mütevazı evlerinde, birkaç parça eşya; portatif bir pikap, Metin Altıok un plakları ve henüz 20’li yaşlarının başındaki bir çift için hayal bile edilemeyecek kadar zengin bir kütüphaneye sahiptir evleri.
1970’li yıllarda Türkiye’nin inişli çıkışlı yılları hayatlarını da etkiler. İki sanatçının zorlu üretimleri ve bununla birlikte maddi zorlukları evliliklerinde sorunlar çıkmasına neden olur. Aralarında gelgitler yaşanır. Tutkulu aşklarına ve canlarından çok sevdikleri kızlarına rağmen evlilikleri biter. Bu durum bir hayli yaralar Metin Altıok’u.
Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden / Bir yüzük bükerek hoşça kal sözcüğünden
Bir süre İzmir- Ankara arasında gidip gelir. Ancak bir yandan da çalışmak, geçimini sağlamak zorundadır. Aynı yıl öğretmenlik için başvuruda bulunur. Bütün isteği Ankara da ya da çocukluğunun ve ilk gençliğinin geçtiği bir Ege şehrinde ya da kasabasında çalışmaktır. Ancak Kasım 1979’da Bingöl Lisesi felsefe öğretmenliğine atanır. O günlerde Elazığlı ilkokul öğretmeni Nebahat Çetin ile tanışır. Şairin açık yarasını, 15 yıl boyunca iyi gününde de kötü gününde de yanında olacak olan Nebahat Hanım, Altıok’un hayranıdır.
Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü’nü aldığı yıl 1980’de Nebahat Çetin ile evlenir. Ne var ki, Çetin’in eş durumundan olan tayini epey gecikir. Gene zordur Altıok’un hayatı. Çünkü, sevdiklerinden, kızından, dostlarından ayrı düşer. Bir de 80’li yılların Bingöl’ü var. Öyle ha denince gidilecek bir yer değil. Hele kışın kar yolları kapadığında. Sınıfının penceresinden Çabakçur Deresi’nin etrafndaki kavak ağaçlarını seyredalar sık sık Altıok.
Bedenim üşür, yüreğim sızlar. / Ah kavaklar, kavaklar… Beni hoyrat bir makasla / Eski bir fotoğraftan oydular./ Orda kaldı yanağımın yarısı, /Kendini boşlukla tamamlar./ Omzumda bir kesik el,/Ki durmadan kanar./Ah kavaklar, kavaklar…/ Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Ankara ve orada bıraktıkları, koca bir özlem olarak yanıbaşındadır. Bingöl’de geçirdiği yıllarda onu en çok etkileyen şey, kızına olan dinmeyen özlemidir. Sürekli ona mektup yazan ve onu herkese anlatan Metin Altıok için bu katlanılması en zor durumdur.
her şeyin üstünde sulusepken bir kar;/bir aşkı delik deşik ediyordu/lar./bense inatla susuyordum /ve kızımı seviyordum ekmek kadar.
Bingöl yıllarının sonuna doğru 1986 da Genç ilçesine sürülür. 1987 yılında “Gerçeğin Öte Yakası” kitabı Türkiye Yazıları Yayınları tarafından basılır. 1989’da kendisine Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü getirir.
Daha sonra Karaman İmam Hatip Lisesi’ne tayin edilir. Karaman da bağnaz ve kısır bir çevrede kalır, belki de hiç olmadığı kadar mutsuz olur Altıok. Ardından da hastalanır. Hastalığını takiben dostlarının yardımıyla malulen emeklilik için rapor alır ve 1990’da Ankara’ ya döner.
Oraya yerleştikten sonra “İpek ve Kılaptan” adlı şiir kitabı çıkar. 1990-93 arasında Aydınlık Gazetesi’nde Kara Kutu adlı köşesinde yazıları yayımlanmaya başlar. Müthiş bir keyif alır bu yazıları yazmaktan; yeniden edebiyat çevrelerine, dostlarına dönmüştür.
1991’de “Süveyda” isimli kitabı çıkar. Altıok, aynı yıl Cemal Süreya Şiir Ödülü’ne değer görülür. Hemen ertesi yıl Varlık Yayınları’ndan “Alaturka Şiirler” adlı kitabı basılır.
Madımak: İnsanlık Tarihi’ndeki Kara Leke
Altıok, bir gün kız kardeşine, “On taneden fazla şiir kitabı çıkarmayacağım, elli yaşından fazla yaşamayacağım, ölümüm yatağımda sıradan bir ölüm olmayacak.” diyerek adetâ bir kâhin gibi söylemiş başına gelecekleri. Sadece bu sözleriyle değil, şiirleriyle de anlatmaktadır hissettiklerini…
Kor düşseydi keşke yüreğime, / Bu yine anlaşılır olurdu. / İçimde suyu kesilmiş bir fıskiye,/ Birdenbire buruşup soldu.
Daha sonra, 1993’te dördüncüsü kutlanacak Pir Sultan Abdal Şenlikleri için Sivas’a gitmek üzere davet alır. Akşam, evde o güne dek hiç yapmadığı bir şey yapar: Aydınlık Gazetesi’ne yedek yazılarını yazıp bırakır. Elindeki bütün şiir kitaplarını tek tek imzalar. Giderken de masanın üzerine kendi resmini çizdiği bir kağıt bırakır; eşine dönerek: “Yandığımın resmidir”, der.
Şenliğe katılacak diğer konuklarla birlikte Ankara dan otobüse binip, yola çıkar. Şarkılar, türkülerle, semahlarla varılır 1 Temmuz 1993 sabahı Sivas’a.
Katılımcıların bir bölümü gibi o da Madımak Oteli’ndeki odasına yerleşir. Semahçılarla tiyatrocular Devlet Su İşleri’nin misafirhanesine geçer. Sivaslılar’la söyleşir Metin Altıok.
2 Temmuz’da Buruciye Medresesi’nde yazarlar okurlarıyla buluşacaktır gene. Öğle saatlerinde, kimi daha yaşlı provakatörlerin de bulunduğu birkaç yüz kişilik grubun Paşa Camii’nden çıktığını öğrenirler.
Lokantadan çıkıp güvenli olacağını düşündükleri otellerine döner Metin Altıok ve arkadaşları. “Şeriat isteriz”, diyerek ilerleyen kalabalık, Madımak Oteli ne geldiklerinde sayıları beş bin kadardır. Oteli taşlamaya, camları kırmaya başlarlar. Nasıl bir tesadüfse, -anlaşılamamaktadır- belediye, yol yapımında kullanılmak üzere otelin karşısına taş yığmıştır. Bu taşlar öfkeli kalabalık tarafından Madımak Oteli’ne yağdırılır.
Akşam sekiz gibi gaza batırılıp ateşlenmiş ilk taş düşer otelin içine… Dışarıdakilerin sayısı yirmi bini bulur. Artık insanlar ellerinde benzin bidonları, Madımak Oteli’ne doğru yürümektedirler. Lobideki perde tutuşur önce, daha sonra halılar… Otelin girişindeki ahşap doğrama kat ardından kara bir duman kaplamaya başlar otelin içini. İnsanların soluğu kesilerek nefessiz kalırlar. Zehirli gaz ve kor alevlerle yanan ve boğulan aydınlar…
İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen katliam için, “Ben babamı kaybetmedim. Sizler geleceğinizi kaybettiniz. Metin Altıok ve 34 can yanarak öldüğü için değil. Unuttuğunuz için. Sustuğunuz için” ifadesini kullanmıştır Zeynep Altıok Akatlı.
Bilincini kaybedene kadar herkese moral vermiştir Metin Altıok. Yangından hemen önce çekilen resminde gördüğümüz fırça ile kendini savunmaya hazırlanır. Bir yandan da gülümser:
“Şair böyle savaşır”, der.
Yangın öncesi bekleyiş esnasında, üzerlerine binlerce taş yağarken “Burada ölürsek geride kalanlar ne yazar hakkımızda?” diye soran birisine de şu cevabı verir: