hasanozturktrb@hotmail.com
2019 yılının sonlarında yayımlanan Edebiyat Estetiği kitabını, felsefeci Afşar Timuçin hocanın sekseninci yaşının bize armağanı olarak okudum. Bilenleri biliyor, Afşar Timuçin kendisini ‘felsefe’ ile sınırlandırmamış az sayıdaki felsefecilerden biridir bizde. Edebiyat- felsefe ilişkili şahsî sorularını, sözünü dolandırmadan cevaplayıp da “kendimle konuşmalar” dediği bu yeni kitabından önceki felsefe-estetik-edebiyat odaklı yazıları bir yana onun şiir, öykü ve roman türündeki kitaplarına bakıldığında gönüllü bir edebiyat emekçisi olduğu görülür. Sanatçılar hakkında yazdıklarıyla edebiyat ödülleri de eklenmelidir felsefe hocasının bu edebiyat etkinliği halkasına. Afşar Timuçin’in edebî metinleriyle ilgilenmişliğim pek yok ancak içeriğinin yabancısı olmadığım Edebiyat Estetiği, edebiyatın felsefe ile ilişkilerindeki estetik kazanımlarının ne denli önemli olduğunu ve bir de bu kazanımı somutlaştıran bizdeki felsefeci edebiyatçıları yeniden anımsattı bana. Felsefedeki yeriyle söylendiğinde “konuş ki seni bileyim” sözüne tanıklık edecek Edebiyat Estetiği, genlerine felsefenin ‘karın gurultusu’ kanısı işle(n)miş bir dünyada okurunu bilgilendiren bir ‘bilişme’ kitabı.
Oldukça geniş etkinlik alanıyla hayli eskilere giden edebiyat-felsefe ilişkisine dair ansiklopedik bilgiler verebilecek durumda değilim. Kendi adıma söylersem iki ayrı alanın, sözünü ettiğim bu tarihsel yakınlığı için İris Murdoch’un “Felsefe ve Edebiyat” (Bryan Maggee, Yeni Düşün Adamları,1979) başlıklı televizyon söyleşisi, döne dolaşa okuduğum yazıdır. İtalo Calvino’nun, “Felsefe ile Edebiyat” (Yeni Bir Sayfa, 2008) başlıklı yazısı da vazgeçemediklerimdendir. (Konuyla ilgilenenler, başkaları yanında Felsefe Edebiyat Sempozyumu (29-30 Nisan 2015, Van) Bildiri Kitabı’na bakabilirler.) Afşar Timuçin’in kitabını okuyunca yeniden okudum kitaptan kırk yıl önceki o söyleşi yazıyı. Murdoch muhabbeti/esintisi hissettim hocanın kitabında uzaktan uzağa. İrlandalı Murdoch gibi yirmi yaş küçüğü Timuçin de önce felsefeci ve yanında iyi edebiyatçı ise onların söylemlerindeki yakınlıktan doğal ne olabilir ki dedim kendime.
Felsefeci Afşar Timuçin’in edebiyat ilgisi ve bilgisi, yazılarında apayrı zenginliklerle karşılaştığım başka edebiyat ilgilisi felsefecileri anımsattı bana, Montaigne’in “Arama Sevdası” yazısından esinle nedir onlardaki bu zevkin kaynağı diyerek elbette. Okuyun siz de onların yazdıklarını, felsefî birikimleriyle edebiyat yazanların ayrımını ayan beyan göreceksiniz. Hiç olmazsa birkaçının adını -doğum yılı önceliğiyle- vereyim burada: Nermi Uygur, Selahattin Hilav, Bilge Karasu, Füsun Akatlı, Ahmet İnam, Oruç Aruoba… Her birinden ne çok öğrendiklerimiz var; insan, dil, kültür, yazı ve genel anlamda edebiyat adına. Yalnızca Ahmet İnam’ın aramızda kaldığı bu saygın kadroya, önceki kuşaktan Rıza Tevfik Bölükbaşı adını da eklemeliyiz derim. Kendi adıma, selefsiz olmadıklarını bile bile Eflatun’un dünya için durduğu yerde görüyorum bizim için Rıza Tevfik’i, felsefe-edebiyat alışverişinde. Meslekten ‘tıbbıyeli’ olmasına karşın, şiirleri ve didaktik metinlerine yansımış felsefî birikimi bir yana Mithat Cemal Kuntay’ın “tahkikat-ı edebiye” anketine (Midhat Cemal Kuntay, Tahkikat-ı Edebiye, haz. Handan İnci, 2018) verdiği -dönemin tanınmış ancak donanımsız edebiyatçılarının, yanlarında hayli sönük kaldığı- o karşılıklar, Rıza Tevfik’i bu bağlamda onaylamamıza yeter. Editör Bryan Maggee, filozof romancı ile konuşmasına başlamadan önceki kısa açıklamasında büyük filozofları; “büyük yazarlar” (Platon, St. Augustine, Schopenhauer, Nietzche), “onların düzeyinde olmasa da çok iyi yazarlar” (Descartes, Pascal, Berkeley, Hume, Rousseau) ve “kötü yazarlar” (Kant, Aristotales) olarak üç gruba ayırmış ya böyle bir tasnif beni aşar. İkinci basımını edinebildiğim İnsan Açısından Edebiyat kitabıyla ilk kez tanıştığım Nermi Uygur, yazı yolculuğumun değişmeyen dili kullanma kılavuzudur, bunu içtenlikle söylemeliyim. Denemeli Denemesiz, el kitabımdır benim.
Sanat ve araştırma alanı olarak edebiyat
Edebiyat Estetiği kitabının yazarı akademisyen felsefeci Afşar Timuçin ile Kasım 1998 tarihli “Varlık” dergisinde tanışmıştım. Bu, geç kaldığım bir tanışmaydı kuşkusuz. Hocanın, dergideki yazısının başlığı, “Edebiyatta Felsefe Felsefede Edebiyat” idi. (Dergide, ayrıca Füsun Akatlı ile Hilmi Yavuz’un da aynı eksende birer yazıları olduğunu belirteyim.) Kitabını okuyunca döndüm, hocanın yazısını yeniden okudum. Şimdi, yeni kitap için o dergi yazısının açılımı desem doğru olmayabilir yargım, buna karşılık andığım yazının, yeni kitaba kalkış noktası olduğu açık. Her ikisi de aynı kalemin okura armağanı, ne gam!
Edebiyat ilgilileri için ‘yeni’ bir sözü olmaktan çok, sözleri bir arada söylemiş olmakla önem kazanan Edebiyat Estetiği, “edebiyatı felsefenin kaynağı hatta felsefenin anası” sayarken “edebiyat felsefe değildir ve felsefe de edebiyat değildir” ekseninde tartışmayı sürdürüyor. Edebiyatın bir sanat olup olmadığını ve eğer edebiyat “sanat” ise onun “nasıl bir sanat” olduğunu irdeleyen sorularla edebiyatçının “toplumla ilişkisi” konusuna soru ve cevaplarıyla açıklık getiren kitabın dört ana başlığı var: roman estetiği, öykü estetiği, şiir estetiği ve deneme estetiği. Edebiyat-sinema ilişkisi ile okullardaki edebiyat eğitiminin yetersizliği, kitabın birkaç soruluk “sonuç” bölümüne sıkıştırılmış. Kitabı okuyup bitirdiğinize, zilin çalmasını hiç mi hiç istemediğiniz bir öğretmenin dersinden, takıldığınız her soruya ders dışında bile karşılık bulmanın mutluluğuyla çıkmış talebe sayıyorsunuz kendinizi. Felsefe, sanat, edebiyat, yazar, okur, şiir, öykü, roman, deneme, eleştiri vb. hakkındaki ne çok bilgi, sözlük hazırlayıcısı Kaşgarlı Mahmut’un, büyük uğraşlarla derlediklerini kitaplaştırırken “katılıkları gevşettim” deyişine benzer biçimde anlaşılır anlatılmış soru-cevap yöntemiyle Edebiyat Estetiği kitabında.
Afşar Timuçin, “kültürün üç kardeş alanı” saydığı “bilim sanat felsefe” etkinliklerinde ortak bir amaçla “asıl sorun insan nedir sorusunu karşılayabilmek” olduğunu ancak bu üç alanın yöntemlerinin birbirinden ayrı olduğunu ve sanatın, içeriği önemseyen diğer iki alandan biçim/üslup yönüyle ayrıldığını vurguluyor özellikle. Doğada sanat olduğunu varsayanların “sanatı tanrısal kaynaklı” bilmelerini sanat adına onaylamıyor. Ona göre sanat, “doğallığıyla” değil de “yapaylığıyla” yani “insan elinden çıkmış olmasıyla” değer kazanır bizim için. Bu da sanat felsefesinin başat belirlemesidir. Çok zaman felsefeyle iç içe giren edebiyat, “gereci dil olan bütün sanatları” barındıran bir toplamdır. Özü insanı anlamak, anlatmak ve bir insanda bütün insanlığı görmemizi sağlayacak estetik bir çabadır edebiyat. Sanat, dolayısıyla edebiyat, kendisini tanımak isteyen insana, başkaları aracılığıyla kendini tanıma fırsatı sağlar: Biz, “Kendimizde başkalarını tanırız ve başkalarında kendimizi tanırız.” çünkü.
Edebiyat yoluna, gerek sanatçı gerekse araştırmacı olarak çıkacaklarının istekli, donanımlı, hoşgörülü, sabırlı ve yöntemli olmalarından yanadır Afşar Timuçin. Bu nedenle; kolaycılığı, sıradanlığı, edebiyatta ahlakçılığı, yan tutmayı eleştirir sıklıkla. Edebiyat dilinin gücünü, “Görünmez olanı görmek, göremez gibi olana göstermek…” ayrıcalığıyla tanımlayan Timuçin’e göre edebiyatın önündeki iki engelden biri, “değer başka sürüm başka” uyarısıyla dikkat çektiği, ‘piyasa için yazmak’ çıkarcılığıdır. Edebiyat, “yaşamı dönüştürmede” önemli bir etkinlik alanı olduğundan bu güçten çekinen yöneticilerin baskılarıyla edebiyatçıların yaşadığı ‘özgürlük sorunu’ da onların gündeminden hiç düşmemiştir. Sanatçılar arasında her dönem, yaratıcı özgürlüklerini bir yana bırakıp iktidar çevreleriyle dirsek temasına geçen “ayak uydurmuşların” sayıca çokluğuna dikkat çeken Afşar Timuçin, bu tür kapılanmışlar için “büyük bir çoğunluğu tarihin çöplüğünde çürümeye bırakıldı” notunu eklemeyi de eksik etmiyor. Zamanımızın sanat-siyaset ilişkilerinin durumuna bakıldığında bu gidişle tarihin çöplüğünde yer kalmayacak gibi görünüyor açıkçası.
Felsefe(ci)nin bakışıyla edebiyatta türler
Afşar Timuçin’in öykü ve roman türleriyle ilgili açıklamaları, edebiyat tarihine yaslanarak verilmiş derli toplu bilgiler olarak okunabilir. Öykü ya da roman yazmayı deneyeceklerin, hocanın “İyi sanat çalışkanlığı gerektirir.” uyarısına kulak vermelerinde yarar görüyorum. Hoca, ‘ben yazdım oldu yok’ demeye getiriyor sözü. Osman Cemal Kaygılı, Sabahattin Ali ve Refik Halit ile hakkında kitap yazdığı modern öykücümüz Sait Faik’ten yola çıkarak -Çehov karşılaştırmalarını da ekleyip- vardığı, “Sokaklardan geçmediyseniz öykü yazmaya yeltenmeyin.” uyarısını göz ardı etmemek gerekir. Roman eleştirmeni olmamakla beraber Afşar Timuçin’in, romanımızla ilgili açıklamalarında hiç olmazsa Memduh Şevket Esendal, Nahit Sırrı Örik, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suat Derviş, Yusuf Atılgan, Adalet Ağaoğlu, Bilge Karasu, Tahsin Yücel, Oğuz Atay, Ayla Kutlu, Pınar Kür, Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş vb. adlar/romanları geçmezken Osman Cemal Kaygılı’nın Çingeneler ve Aygır Fatma romanlarını, “roman edebiyatımızın en seçkin örneklerinden” sayması, başkalarıyla da konuşulmalıdır bence. Bugünün edebiyat ortamındaki “derinliği olmayan” piyasa mantığını, “okurla yazar arasında bir al gülüm ver gülüm ilişkisi kurulmuş” sözleriyle eleştiren Afşar Timuçin’in, “Nitelikli okur sayısı çoğaldıkça niteliksiz yapıtların piyasada dolaşma şansı azalacak elbette.” iyimserliğine katılmamak ne mümkün. Bu beklenti, “kişisel beğeninin kitle kültürü tarafından boşa çıkarıldığı” (Massimo Fusillo, Edebiyatta Estetik, 2012) bir çağda nasıl gerçekleşir, bu da ayrıca konuşulmalı elbette.
Edebiyat türleri arasında şiirin eskiliği ve yaygınlığı, Edebiyat Estetiği kitabında vurgulanan önemli ayrıntılardan biri. İnsanoğlunun, “düşünmeye şiirle başladı”ğını söylemek bu belirlemeye işaret ediyor sanki. Şiiri bir tür “içtenlik sanatı” olarak gören Afşar Timuçin, şiir dilinin, roman ve öykü türlerindekinden apayrı biçimde, “dönüştürülmüş” ve aynı zamanda “simgesel” olduğunu, farklı dönemlerden seçtiği dizelerle somutlaştırıyor. Bu yolda, dizeleri alt alta dizip geçeceklere de “şiir hazır lokma değildir” uyarısı unutulmamış. Şiir-felsefe ilişkisini Homeros’un tarihsel metinleriyle başlatan Timuçin, “şiir geleneğimizde simge kullanma alışkanlığı” pek olmadığı kanısındadır. Bu konuda yalnızca “simgeye biraz yakın durdu”kları için Ahmet Muhip ve Tanpınar adını anan Afşar Timuçin, roman örneğindekine benzer uç bakışla Faruk Nafiz’i “şiirimizin yapı taşlarından” sayar. Şiirin, sanatçısından başka sanatlarınkinden ayrı/fazla özgürlük beklentisi olduğundan “bekçi aklıyla şiir olmaz” der felsefeci hoca.
Dünya edebiyatına Montaigne’in armağan ettiği ‘deneme’ türünün, modern edebiyatlardaki konu, hacim ve üslup yönleriyle biçimsel yönden tanımlanmasının güçlüğünü, “nesebi gayri sahih bütün yazılar nüfusa deneme adıyla geçiriliyor” yakıştırmasıyla anlatan Afşar Timuçin, bu tanımsızlık sorunu için kurucu ustanın, edebiyatçıların kendilerini felsefeden sorumlu tuttukları dönemine, hatta ailesine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Tür adı belirlenememiş her yazıya -kendi gençliğinde olduğu gibi- deneme denilip geçilmesinin doğru olmadığını anlatırken de bu “kaypak” türün, “insana aptal cesareti verebiliyor” olduğu düşüncesiyle deneme yazmayı deneyeceklere altı maddelik kurallar listesi belirliyor. Kitabını 1571’de yazmaya başlayan kurucu ustanın, kitabının hemen başlangıcındaki; “Okuyucuya”, “Denemelerin Konusu”, “Kendimizi Anlatmak” ve “Nasıl Yazmalı?” başlıklı yazıları, deneme türünün yüzyıllar sonraki -özellikle konu özgürlüğüyle karşılaşacağı- “tanım” belirleme sorununa, vaktinden önceki bir açıklamadır bir bakıma. Afşar Timuçin’in, bile isteye kurcaladığı anlaşılan ‘deneme’ türünü, ondan yüz yıl önce Georgy Lukacs’ın, kendi yazılarını konumlandırma kaygısıyla arkadaşına yazdığı mektupta “bir sanat eseri ya da tür müdür” sorusuyla enine boyuna tartışması (Georgy Lukacs, “Leo Propper’e Mektup, Denemenin Doğası ve Biçimi Üzerine”, Defter, Ekim-Kasım 1987) nedensiz değil bence. Adorno’nun, ellili yılların ortalarında Lukacs’ın yazısına da göndermelerle yazdığı “Biçim Olarak Deneme” (Edebiyat Yazıları, 2012) başlıklı oylumlu yazıyı da bu tanım belirsizliğine açıklık getireceklerden saymalıyız. Deneme türünün, Montaigne’in kitabının yayımlandığı zamanlarda yarattığı şaşkınlık ve heyecan için ustanın manevi kızı Marie de Gourney’in yaşamını konu edinen Yazan Kadının Savunması (Jenny Diski) adlı roman okunabilir.
Felsefe(ci)nin dili ve kitabı
Anlaşılır, okuru yormayan biri dili var Edebiyat Estetiği kitabının öyle ki kitabı okuyanların, içlerinden ‘bunları ben de söylerdim’ diye geçirmeleri pek de şaşırtıcı olmaz. Sözlüklere bakma gereği duymadan felsefecinin kitabını okuyup bitirmenin pek görülür bir durum olmadığını söylemek bile fazla. Bu böyle de Afşar Timuçin hocanın, ÖSYM’nin sınavlarında Türkçeden geçer not alması pek kolay olmazdı gibi geliyor bana. Kendisi de ‘yazım kılavuzu’ kullanmayı pek ciddiye almıyor ya… Okuyanlar görmüştür, dil ve ırk adlarının yazımında sözcükler küçük harfle başlıyor. Birden çok sözcükten oluşan kitap adlarının yalnızca ilk sözcüğü büyük harfle başlıyor, diğerleri küçük harfle. Özel adlara bulunma ekleri getirilirken sert ünsüzlerle biten sözcüklere eklenen yumuşak ünsüzlerle başlayan eklerin ilk seslerinin sertleşmesi kuralına da uyulmamış. Kitap boyunca ‘virgül’ kullanmamaktan ( cümlede eş görevli sözcükleri ayırmada) ve kullanmaktan (bağlı cümlelerde bağlacın önünde) kaynaklanan pek çok sorun dikkat çekiyor, benzer durum ‘iki nokta’ için de geçerli bazı durumlarda. Bir de ‘deyim’ ile ‘deyiş’ sözcüklerinin karıştırılması -‘deyim yerindeyse’ değil, doğrusu: ‘deyiş yerindeyse’- var ki bu, ulusal bir sorun artık. Dikkat ettim, “adam” sözcüğünü sıklıkla kullanıyor hoca oysa ‘bilim insanı’, ‘iş insanı’ türünden sözcükler yaygınlaştı kullanımda. Bu ve benzer dil/yazım sorunları için Afşar Timuçin’e itiraz edecek olsak, ‘Barthes’ın Dilin Çalışma Sesi kitabını okuyun gelin, konuşuruz’ diyerek uğurlardı bizi herhalde.
Okullardaki edebiyat eğitiminin yetersizliği âlemin malumu, bunu sözle ya da yazıyla kanıtlamaya çalışmak, fazlalık sayılır. Okulun türü lise veya üniversite olduğunda bile durum değişmiyor ne yazık ki. Afşar Timuçin, sözlerinin sonunda, “Mahalle bekçisi anlayışıyla ve bilgisiyle eğitimci olunamaz.” diyor ve bu sorunun tartışılmasında yarar görüyor. Şöyle küçük birkaç hesapla bu ülkenin şiir, roman ve öykü yazarlarının pek çoğunun ‘edebiyat bölümü’ mezunu olmadıklarını görebilirsiniz. Adı edebiyat eleştirisiyle anılanlar arasında ‘Türkoloji mezunu’ bulmanız da nadir görülen bir durumdur. Bunca üniversitenin edebiyat bölümü öğrencilerinin okurken, mezuniyet sonrasında ve çeyrek yüzyıllık görevindeyken sayıca ne kadarının bir edebiyat dergisi alıp okuduğunu araştırın, hayal kırıklığı yaşarsınız… Sıralamayı uzatmanın anlamı yok, bir yerden başlayabiliriz derim.
Edebiyat Estetiği kitabının, edebiyat ilgililerince yazarının “hepimiz kendimizi denetleyeceğiz” önerisi gereği “biraz da kitapla kavga etmek” biçimiyle okunmasını isterim. Üniversitelerin ‘edebiyat’ bölümlerine bu yıl gidecek öğrenciler, ilk derslerindeki o heyecanla kitabı konuşabilseler keşke. Liselerde görev yapan edebiyat öğretmenleri özel derslerinden, okul kurslarından, merdivenaltı eğitim çalışmalarından kalan zamanlarında, test ile tost arasına sıkıştırılmış öğrencilerine, adı geçen kitaptan söz edebilse sınıflarında. Edebiyat piyasasının yeni yatırım alanlarından, ticareti edebîleştiren yaratıcı yazarlık kurslarında Edebiyat Estetiği kitabı da okunacaklar listesine alınsın isterim.
Son söz Afşar Timuçin hocanın: “Bazı işler sevmeden yapıldığında insana acı verir, severek yapıldığında da sanki bir bayram yeridir.”
Hasan ÖZTÜRK
28.01.1961 Araklı (Trabzon) doğumlu. İlkokul ve ortaokulu Araklı’da okuduktan sonra liseyi Trabzon Erkek Öğretmen Lisesinde okudu.Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (Selçuk Üniversitesi) mezunu (1983).
Önceki başlangıç çalışmaları ile bir-iki yazısıyla adının geçtikleri bir yana bırakılırsa Hasan Öztürk, yazıya 1980’li yılların ortalarında Yeni Forum dergisindeki ‘kitap’ eksenli yazılarıyla başladı. Sonraki yıllarda Millî Kültür, Türk Edebiyatı, Türkiye Günlüğü, Polemik, Matbuat, Virgül, Liberal Düşünce, Gelenekten Geleceğe, Dergâh (1990-2015) ve Arka Kapak adlı dergiler ile k24 ve gazeteduvar başlıklı sanal ortamlarda edebiyat/roman eleştirisi yazıları yazdı. Bazı yazıları ortak kitaplar içinde yer alan Hasan Öztürk, oldukça kısa süreli (2018/2019, 6 sayı) ömrü olan mevsimlik ve mütevazı Kitap Defteri adlı ‘kitap kültürü’ dergisini yönetti ve dergide yazdı.
2000 yılının başından bu yana yayıma hazırladığı iki aylık Mavi Yeşil yanında Roman Kahramanları, Kitap-lık ve Edebiyat Nöbeti adlı dergilerde aralıklarla yazan Hasan Öztürk’ün edebiyat/eleştiri yazılarından oluşan Kitabın Dilinden Anlamak (1998), Yazının İzi (2010), Aynadaki Rüya (2013), Kurmaca ve Gerçeklik (2014), Kendine Bakan Edebiyat (2016) ve Gündem Edebiyat (2017) adlı kitapları yayımlanmıştır.