Ersin Kurt
Öncelikle yardımcı yönetmen olduğu dönemlerdeki işlerini saymazsak ilk uzun metraj filmini izleme olanağı bulduğum Mustafa Kotan’ı dram gibi bir tür seçmesi dolayısı ile cesur bulduğumu belirtmek isterim.
Aynı zamanda, Annem Filmi sayesinde yıllar önce hayranlıkla izlediğim Durul Bazan – Erkan Köse ikilisinin Gecekondusu’nun da yönetmeniymiş Sayın Kotan. Ve hatta bir dönem ekranlarda fırtınalar estiren Şanslı Masa’nın da yönetmeni olduğunu geç de olsa yine Annem Filmi sayesinde öğrendim. Bazı filmler bazen güzel birer öğretici de olabiliyorlar.
Bu minval doğrultusunda filme büyük anlamlar yükleyen bir izleyici olarak ilk başlarda hayal kırıklığına uğradığımı açıkça belirtmekte fayda var. Film başladığında açıkçası bir yansıyı izliyormuş hissine kapıldım desem hiç de abartmış olmam. Sahnelerin hızlı ve kopuk geçişleri, düşünceli, kimseyle diyaloğu olmayan Nazlı’nın (Özge Gürel) abartılı üzgün hâli ister istemez beni bu düşünceye ve endişeye sevk etti.
Akabinde Nazlı’nın tren yolculuğunun başlamasından hemen sonra iç sesinden yansıyan: ”Yaşamak için bir sebebi olmayanlar kendileri için bir sebep yaratırmış. Annem için o sebep bendim” cümlesi, filmin durağan ve aksak ilerleyişinin yüzüne adeta soğuk bir su çarptı ve ben de kendime geldim.
Cümlenin devamında ise trende yolculuk eden Nazlı flashback bir sahneyle doğup büyüdüğü ve yaşamını sürdürdüğü köy evinin avlusunda, annesine (Sumru Yavrucuk) kendi tabirleri ile ”patates yemeği” yaparken buldu kendisini.
Buldumcuk bir anne rolünün altından başarıyla sıyrılmaya çalışan Sumru Yavrucuk’u rolünün hakkını layığı ile vermesinden dolayı önce tebrik edip sonra kendisine dahi saygısı olmayan, fazlasıyla kendinden ödün veren bir karaktere büründüren senariste de fazlasıyla kızdım doğrusu. Yani her ne kadar Sumru Yavrucuk’u usta oyunculuğundan dolayı takdir etsem de hayat verdiği ”Ayşe” rolündeki kadına ziyadesiyle kızdım.
Ama sizler de göreceksiniz ki Ayşe film boyunca herkese, her şeye inat geç anne olmasının bütün kayıplarını elinde olan imkânlar dahilinde kazanca dönüştürmeye niyetli bir kadın. Ve bu inadını sürekli at yarışı oynayan, alkol müptelası kocası Osman (Tuna Orhan) dahi kıramıyor. Daha önceleri Hokkabaz, Memleket Meselesi, Can Tertip ve Hep Yek filmlerinde hayranlıkla izlediğim Tuna Orhan da bana kalırsa sinemamız için asla yabana atılmayacak bir oyuncu. Yeri gelmişken belirtmek isterim.
Köy yaşantısı yaşayan her klasik baba gibi Osman da kızının okumasına karşı bir baba ve bu anlamda da elinden geleni ardına koymuyor. Kâh iğneleyici cümleleri kâh sert tavırlarıyla sürekli köstek oluyor anne kıza. Filmin bir sahnesinde eve hayli geç gelen ve yine ebeveynlerinin hararetli bir kavgasına tanık olan, ardından da babasına karşı cephe alan Nazlı’nın annesine:
”Neden bu adamla aynı evde yaşıyorsun anne? Neden zamanında bırakıp gitmedin?”sorusuna aldığı cevap aslında birçok çaresiz kadınımızın ortak sorunu niteliğinde. Şöyle ki;
”Anam mı var, babam mı var? Nereye gideyim? Gitseydim de kucağımda el kadar çocukla kim alırdı beni?” cümlesi, bir anda Ayşe’nin çaresizliğinin altında yatan sır kapısını aralayıveriyor.
Fakat annesinin kendisi için yaptıklarını görmezden gelen, babasına sırf kendisi yüzünden meydan okuyan, zamanında kendisi okuyamadığı için kızı okusun, ezilmesin diye düşünen annesine her türlü hakareti ediyor Nazlı. Nankörlüğünün yanına ergenliğin vermiş olduğu pervasızlığı da ekleyip her fırsatta annesini hor görmekte, ondan utandığını yüksek sesle haykırmakta ve annesini sürekli yerin dibine sokmakta hiçbir sakınca görmüyor ne yazık ki.
Hatta annesinin okula öğretmeni ile görüşmeye geldiğinde, okul bahçesinde tek arkadaşı olan Meryem (Zuhal Acar) ile sohbet eden Nazlı bir hışımla yerinden kalkıp annesinin yüzüne ”Senden utanıyorum,” diyecek kadar ileri boyuta taşıyor olayı.
Zaman zaman Yeşilçam’ın kasvetli bulutları arasına girip çıksa da buraya kadar ara ara Yeşilçam’a sadece el sallıyor Annem Filmi. Mağdur bir anne, işe yaramaz, alkolik, soğuk bir baba ve ailesinden utanan, köyden kaçmayı kendisine kurtuluş olarak gören burnu havada ergen bir kız…
Ve nihayet, üniversite sınavının sonuçları açıklanınca amacına ulaşan Nazlı, Meryem’e sürekli dert yandığı, kaçıp kurtulmak istediği köyüne de veda ediyor böylelikle. Kuşun yuvadan uçma saatleri gelip çatıyor. Annesi kızının öğretmen olacağı sevinciyle Nazlı’ya sarılırken Nazlı’nın ”Buradan kurtuluyorum,” patavatsızlığı Ayşe’nin sevincini kursağında bırakıyor ama o yine de ne yârdan geçiyor ne de serden. Her anne gibi sımsıkı sarılıyor kızına.
Osman ve Ayşe ayrılık günü gelip de otogarda Nazlı’yı uğurlarlarken Osman’ın kızına aldığı hediyenin şoku ile sarsılmıyor değilim. Film boyunca bir kez olsun kızının başını okşamayan, kızana sürekli sert davranan Osman’ın yumuşak yüzünü de görmüş oluyorum böylece.
Otobüse bindiğinde babasının aldığı akıllı telefona hayranlıkla bakarken buluyoruz Nazlı’yı. Sonrasında ise annesinin zorla eline tutuşturduğu çantada bir kavanoz dolusu 1 TL’yi görmesi ve annesinin mektubunu okuması gözlerini bulutlandırıyor tripli ergen kızımızın. Annesinin o kavanozu odunların arasında sakladığını ve o bozuk paraları dişinden tırnağından artırdığını bilmiyor üstelik. Bilse ağlar mı inanın ben de onu bilmiyorum.
İstanbul’da Nesrin (Fatma Toptaş) denilen ve uzaktan akrabaları olan kadını bulunca hem garsonluk hem de ahırdan bozma bir evi kazanç hanesine yazdırıyor Nazlı. Ev o kadar bakımsız ve eski ki mutfağı ve salonun kırık camını görmem ev hakkında fikir sahibi olmam konusunda yetiyor da artıyor. Eee, Nazlı’nın da burnu biraz sürtüyor tabii.
Kabullenmek zorunda kaldığı yeni hayatında okuluna gidip gelen, Meryem’e ‘asla evlenmeyeceğim’ salvoları savuran Nazlı bir gün evinde ders çalışırken hiç farkında olmadan klasik ‘zengin oğlan fakir kız’ aşkının fitilini ateşleyiveriyor. Hâl böyleyken de Yeşilçam’a esaslı bir selam çakıyor Annem Filmi.
Annesinin köyden aramalarında sürekli topu taca atan, bir bahane ile telefon konuşmalarını kısa tutan Nazlı’ya şahit oluyoruz filmin gelişme bölümlerinde. Annesi kendisi için köyde mantılar açarken, turşular yaparken Nazlı, Mert (Sercan Badur) ile flört etme derdine düşüyor. Mert zengin olmasına rağmen film boyunca yanlış yapmayan, Nazlı’yı çok seven, sadık ve iyi niyetli bir adam profili çiziyor. Bu olumlu özelliğini de filmin sonuna kadar sürdürüyor üstelik. İstikrarlı…
Yeşilçam filmleri havasında ilerlediğine sıklıkla değindiğim filmde bir gün apar topar köyden yola koyulan Ayşe ve Osman İstanbul’un hayli lüks bir restoranının otoparkında alıyorlar soluğu. Tek amaçları kızları ile evlenmek isteyen, niyeti ciddi olan Mert’in ailesi ile tanışmak, kaynaşmak olan bu doğal çiftimiz gittikleri lüks restorana adapte olmakta zorlandıkları gibi Mert’in annesi ile uyuşmakta da hayli zorluk çekiyorlar.
Her ne kadar Nazlı’nın ailesi mekân için fazla eğreti dursa da Mert’in annesi de (Itır Esen) hiç masum değil. Aliye Rona ciddiyetindeki duruşu ve Nazlı’nın ailesine tepeden bakışı ile oldukça antipatik bir izlenim yaratıyor. Bu aksaklıklara rağmen Mert ve babası son derece iyi niyetli insanlar olsalar da iyilikleri ve olgunlukları ne yazık ki Itır Esen’in iticiliğini bastırmaya yetmiyor. Mert’in annesinin sürekli ezen bakışlarla bakmasına sinir olan Ayşe de klasik olarak ”Bizim size verecek kızımız yok,” diyerek bir hışımla kalkıyor masadan.
Bunun üzerine Nazlı’nın hayata küsüş süreci başlıyor. Kızının yemeden içmeden kesilmesine gönlü razı olmayan Ayşe her fedakâr anne gibi gururunu ayaklar altına alarak Mert’in annesine zeytin dalı uzatmaya, tabiri caizse tükürdüğünü yalamaya gidiyor. Itır Esen her ne kadar bu işin imkânsız olduğu tezini ısrarla savunsa da sonunda Ayşe’nin önerdiği fikirle ikna oluyor ve Nazlı ile Mert evleniyorlar.
Devam eden süreçte Nazlı babasının ölüm haberi üzerine Mert ile köye gidiyor ama babasına olan öfkesinden dolayı ölüm karşısında dahi soğukkanlılığını muhafaza ediyor. Ayşe de kızının hamile olduğunu kocasının öldüğü gün köylü kadınlardan öğreniyor. Nazlı her fırsatta annesine ‘dış kapının dış mandalı’ konumunda olduğunu fazlasıyla hissettiriyor.
Babasının ölümünden sonra köyden kaçarcasına, hızla baba evinden uzaklaşan Nazlı bir erkek bebek dünyaya getirse de bebeğin doğumdan hemen sonra ölmesi Nazlı için yıkıcı bir tablo çiziyor. Bu dönemde çöküş evresine giren Nazlı hayattan soğurken çevresine ve Mert’e de duyarsızlaşıyor.
Zirvelerde yaşadığı hissizlik duygusu ile iyice uyuşan Nazlı bir gün aniden köye, annesinin yanına gelişi ile herkesi şaşırtıyor. İlk başlarda bunun nedenini anlamakta güçlük çeken Ayşe daha fazla Nazlı’yı sorgulamak yerine akışa ayak uydurup kızıyla anın tadını çıkarıyor. Nazlı annesi ile köyde mutlu bir şekilde dolaşırken birlikte fotoğraf çekinmeleri ve hâllerinden oldukça memnun olmaları gözlerden kaçmıyor.
Köye gelmesi sebebi ile arkadaşı Meryem’in dükkânına uğrayan Nazlı köyde dolaşmak, hava almak isteğini söylüyor kadim dostuna ve Nazlı, Meryem ve kızı bir anda sahil kenarında buluyorlar kendilerini. Tıpkı eski günlerdeki gibi. Tabii sayıca bir fazla olarak…
İki arkadaş sahil kenarında sigara içip dertleşirlerken Meryem’in kızı denizde taş sektiriyor. Ve bu esnada Nazlı da annesi Ayşe’yi Meryem’e emanet ediyor. Ne olduğunu, neden olduğunu anlamayan Meryem ise ”elbette,” deyip yüreğine su serpiyor arkadaşının. İşte bundan sonra da bana göre filmin en can alıcı konuşması geçiyor iki arkadaş arasında.
Köyde kaldığı için Meryem’in mutlu olup olmadığını sorgulamak isteyen Nazlı Meryem’e:
”Burada kaldığın için mutlu musun Meryem? Hiç pişman oldun mu?” diye sorunca;
”Benim bir amacım vardı Nazlı. Sevdiğim çocuk ile evlenmek. Oldu, evlendim. İnsan bir yerde neden kalır Nazlım? Mutlu olduğunda… Ben burada niye kaldıysam sen de o yüzden gittin ya…”
cevabını alıyor. Bana göre filmin kilit noktası ve her şeyden öte özetidir bu cümleler. O an, gitmek ve kalmakla ilintili söylenebilecek en güzel cümleler dökülmüştür Meryem’in dudaklarından. Sinemanın doyumsuz güzelliği…
Her anlamda filmin sonunun yaklaştığı izlenimini veren sahnelerin birinde, Mert’in yine ısrarla Nazlı’yı aradığı bir anda telefonu açan Ayşe’nin Mert’ten acı gerçeği öğrenmesiyle içimiz burkulmuyor değil. Şöyle ki; Nazlı pankreas kanseridir ve hastalığın son evresindedir. Bu yüzden annesi ile yaşayamadığı günlerin acısını çıkarmak, annesinden af dilemek için köyüne, o nefret ettiği köye gelmiştir. Bu acı gerçeği Mert’ten öğrenen Ayşe bildiklerini Nazlı’ya belli etmemeye çalışsa da sonunda dayanamaz ve ”Ölmeyeceksin! İyi olacaksın,” diye haykırır. Bunun sonucu olarak da bavulunu kendi elleri ile topladığı kızını trene, İstanbul trenine iyi olması için uğurlar.
İstasyondaki son sahne oldukça dramatik bir sahne olsa da Kırklareli’nden İstanbul’a uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkan Nazlı’nın akibetini öğrenmek mümkün olmuyor maalesef. Baştan sona başarılı bulduğum film müziklerine Candan Erçetin’in ”Annem” şarkısı finalde son noktayı koyuyor. Tabii, son sahnede köyde bir meçhule doğru yürüyen Ayşe’nin kızına ne olduğu da bütün sırrını koruyor.

Yönetmen: Mustafa Kotan
Senarist : Ayşe Balıbey Tanıl, Evren Erdoğan, Bener Karaçor
Yapımcı : Hann Medya
Oyuncu : Sumru Yavrucuk, Özge Gürel, Sercan Badur, Tuna Orhan, Itır Esen, Fatma Toptaş, Fulya Özcan, Tuğçe Karabayır, Zuhal Acar
Film Müzikleri: Candan Erçetin
Vizyon Tarihi: 20 Eylül 2019