Geniş Bir Coğrafyanın Şairi: Mehmet Karabulut
Ramazan Teknikel
Kitapların önsözleri severek okuduğum metinlerdir. Yoğun bir edebiyat tadı alırım o metinlerden. Mehmet Karabulut’un Şimdi Haberleri Veriyoruz şiir kitabında yer alan önsöz yerine geçen metin de öyle. Edebiyat dünyasını, yayıncılığı eğip bükmeden dosdoğru anlatıyor. Gerçi bu önsöz şairin yazdığı bir önsöz değil, kitabı yayımlayan May Yayınları’nın sahibi ve ödülün düzenleyicisi Mehmet Ali Yalçın’ın ödüllerle ilgili olarak yazdığı bir metin. Yayınevinin adı MAY, Mehmet Ali Yalçın’ın adının ve soyadının ilk harflerinden oluşuyor. Bu önsözü kitaptaki şiirler kadar çok okudum ve dört dörtlük bir edebiyat tadı aldım. Edebiyat dünyasının panoramasını doğru ve de içtenlikle çiziyor. Önsöz yerine geçen metin şöyle:
“Sanat ve edebiyatımızın gelişmesine hizmette bulunmak, yerli yazarların tanınmasına ve geniş çapta okunmalarına yardımcı olmak amacı ile kurduğumuz May Edebiyat Ödülü sanılanın üzerinde ilgi gördü. Yarışmaya katılan sanatçıların çokluğu, büyük bir dikkat ve titizlikle çalışan jüri üyeleri Hasan Ali Ediz, Tahir Alangu, Behçet Necatigil, Rauf Mutluay, Selahattin Hilav, ve Aykut Oray’a May Yayınları adına teşekkür etmeyi bir görev saymaktayız.
Sanatçı ile halk arasındaki ilişkiyi pekiştirmek, özellikle genç ve yeni sanatçıları tanıtmak, okutmak düşüncesiyle yapılan bu yarışma; umudun üstünde yararlı sonuçlar sağladı.
Son yıllarda yüzlerce, binlerce yabancı eser dilimiz çevrildi. Edebiyat ve sanat meraklısı Türk okuru, susamışlığını gidermek için dünyanın tanınmış yazarlarını sindire sindire okudu. İşte bu arada Türk yazarları ile yabancı yazarları kıyaslama olanakları da kendiliğinden ortaya çıkmış oldu. Ve böylece Türkiye’de de çağdaş sanat gücüne ulaşmış yazarların varlığı anlaşıldı. Dünyanın dev yazarlarının hiç de altında olmayan pek çok sanatçımız dikkati çakmaya başladı. Çevirilerin getirdiği bu kıyaslama soncudur ki, Türk yazarı kendi itibarını birdenbire kazanıverdi., gerçek değerlerini ispatlama olanağına kavuştu. Bu, elbette ki mutlu bir olaydı, sanat hayatımız için bir dönüm noktası sayılabilirdi.
Kendilerini kabul ettirmiş yazarlar yanı sıra memleketimizde eserlerini yayınlamak olanaklarından yoksun gençler ve yeniler yok mu idi?…
Elbette vardı. Vardı ama, nerede idi bunlar?…
Ellerinde tomar tomar yazı ile yayınevlerinin kapısını aşındıranlardan hangisi ilgi görüyordu?…
Yayınevleri, yaptıkları kültür hizmeti yanında b yenilere itibar ticari müessese idiler. Tanınmış yazarların eserleri dururken yenilere itibar etmezlerdi. Gençler, tanınmış yazarlar, her gün yüzlerine kapanan kapılardan umutsuzluk içerisinde dönüyorlardı. Çok defa selametlediğim amatör gençlerin arkasından hüzün kaplamıştır içimi… “Bir defa okusanız efendim” diyen bu amatör genç adamlara; bıraktığınız eserin iki sayfası bile okunmaz; diyemedim çoğunlukla…
İşte bu girift dramın etkisi ile olacak amatörlere açık olan kırk bin liralık ödülü koymaya karar verdik. Uzun süreli bir yatırımdı bu… Türk okurundan aldığımızı, genç sanatçılara vermeyi uygun bulduk.
Tanınmış yazarların yanı sıra genç yazarların ortaya çıkması çok daha ilginç olacaktı. Yarışmanın sonucu umudumuzu kırmadı, artırdı.
Hikaye dalında bir halk çocuğu Bekir Yıldız’ın birinci oluşu, şiir dalında Özdemir İnce ile Mehmet Karabulut’un birinciliği paylaşmaları, tiyatro eseri yarışmasında Gündoğdu Gencer’in ödülü alması gerçekten sevindirici olaylardır.
Roman dalında Kemal Bilbaşar ile Mehmet Seyda’nın sanatlarını ortaya koymaları bu alanda gençlere pek fırsat vermedi. Ama yine de bu dalda umut verici yazarların varlığı dikkatleri çekti.
Mehmet Seyda’nın İhtiyar Gençlik romanı Cumhuriyet gazetesinde, Kemal Bilbaşar’ın Yeşil Gölge-Şu 1945 Yılı adlı romanı Milliyet gazetesinde tefrika edildi.
May Edebiyat Ödülü ile çağdaş sanat gücüne sahip profesyonel ve amatör yazarların kendilerini daha kuvvetli olarak göstermeleri Türk okurunun gözünden kaçmayacaktır. Ödülü kazanmış yazarların eserleri, edebiyatımızda sözü edilecek niteliktedir.
Böyle bir yarışma sonucunda okurlarımıza bu eserleri sunmakla kendi payımıza mutluluk duymaktayız.
Saygılar.”
Editör
Mehmet Ali Yalçın
Mehmet Karabulut (1925 – 2003) Muğla /
Yerkesik doğumlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü
bitirmiş. Şiirleri Yeditepe, Yenilik, Yelken, Ataç, İmece, Yön, Türkiye
Yazıları, Yansıma, Yeni Ufuklar, Türk Dili dergilerinde yayımlamış. Şimdi
Haberleri Veriyoruz kitabı ile 1969 MAY Şiir Ödülü, Gün Kapısı kitabı ile de
TRT Sanat Başarı Ödülü almış. Şimdi Haberleri Veriyoruz, Marçal Akşamları ve
Güney Çocuk Değil adlı kitaplarından sonra yayımladığı şairin 3. şiir kitabı.
Karabulut 19 şiir kitabı yayımlamış.
Mehmet Karabulut’un Şimdi Haberleri
Veriyoruz kitabını, 70’li yılların başında öğretmen okulunda öğrenciyken
edinmiştim. Nereden edinmiştim onu anımsamıyorum. Ancak satın almadığım
kesindi, çünkü kasabamızda bir kitapçı yoktu.
Gülten Akın’ın Kırmızı Karanfil adlı şiir kitabıyla aynı anda edindiğimi
de anımsıyorum, zira her ikisi de aynı yayınevinin kitabıydı. Kırmızı Karanfil
adres değiştirmiş başka şiir severlerin kitaplığına geçmişti ama Şimdi
Haberleri Veriyoruz o kadar yer değiştirmeme rağmen hâlâ kitaplığımda. Her
okuyuşta o yılları anımsadığım, değişik bir tat aldığım, çokça okuduğum bir
kitap. Bu şiirlerdeki beni kendisine çeken etken nedir, belki bunu açıklamak da
zor. Ama bir bakıma şu olabilir; kitapta yer alan her şiir ilk yazıldığı
haliyle kitaba alınmış hissi veriyor bana. Sanki o dizeler başka türlü
yazılamazmış gibi. Yazıldığı yılların toplumcu gerçekçi şiir anlayışına koşut
şiirler. Kitapta yer alan yirmi sekiz şiirin hemen hepsi de geniş bir
coğrafyanın şiirleri. Altmış kuşağının şiirlerini yaşım gereği izlemedim, ama
yetmiş kuşağının şiirini adım adım izlemiştim. Mehmet Karabulut’un şiirlerini
yazıldığı yılların gereği belki altmış kuşağı şairleri arasında saymak daha
uygun düşecektir Zaten altmış kuşağı ile yetmiş kuşağının şiirleri arasına
kesin bir çizgi koymak da pek mümkün değil. Şimdi Haberleri Veriyoruz’da yer
alan şiirler bir savsöz değil, insani sıcaklığı olan, oldukça geniş bir
coğrafyanın şiirleri. Kitap şu iki dizeyle açılıyor: “Hızlı kasırgalar büyüten
ak kaya / Sensin beklediğim kendini sınırlama”
Kitabın ilk şiiri “Haber spikerinin
dedikleri” bir ırmak şiir. Hani keskin bir inişten koşarak inerken kendimizi
tutamaz hızımızı kesemeyiz ya, tıpkı öyle. Amerikan – Vietnam savaşını anlatan
bu şiir de öyle. Şiirin sonunda düzlüğe iniyor ve şu iki dizeyle nefes
alıyoruz. “Yüklenip acıyı, hüznü, yorgunluğu / Yürüyüp gittiler dağlara doğru.”
Vietnam’la ilgili diğer şiirde de aynı şekilde bir koşu var. Kitabın ilk şiirleri; Haber Spikerinin
Dedikleri, Vietnam’da Aynalı Savaş, Guevera’ya Şiir ve Doritt adlı dört şiir
acılı bir dünya coğrafyası.
“Şimdi haberleri veriyoruz / Bir dağ
yürüdü Şili’de insanların üstüne / İngiliz başbakanı iki saat nutuk çekti / Ve
başlamadan bitti / Amerikan çelik fabrikalarında grev / Gene dün bütün gün /
Vietnam’da kan aktı.”
“Bolivya dağlarında bir nar ağcı /
Kayaların kentinde / Bırakır da rüzgârlara balını / Büyür yenilmeze, eskimeze
/
Guevara’ya ithaf edilen şiirden iki dize. “Mosmor ve zambak yüklü kıyıların /
Üstünden çok güzel bir sabahına Güney Amerika’nın”
“Ta Panama kanalından Ateş
Toprakları’na / Dökülen ak köpüklü bir
Amazon’dur / Kutup Yıldızı’dır senin kanın uzak kanada.”
“Şu Asyalı çocuk nasıldır bilirsin
Doritt / Senin Paskalya yumurtaların gibi elleri sarı / Saçları mısır
püskülleriniz gibi tel tel”
Ehram çağlarından ne kaldı
Ehramlardan başka Doritt / Ama sen bir gülmek meltemin ölse düşünüp duruyorsun”
“Sen dümdüz yollarına asfalt döşemişsin
bedava / En eski pazarlarından en ucuza alınmış Avrupa’nın.”
“Çoktan çürümüş olduğundan yadırgama
/ Vurulmuş kapkara bir Kongo suyunda”
“Bugün Asya’da Afrika’da her ülke /
Bir parça Dumlupınar”
“Vay anam vay dünya / Amerikalar,
Avrupalar / Dört yüz çocuk kar altında.”
Ülkemizden kırka yakın kent, kasaba,
belde, dağ, kır, bayır, ova, nehir, coğrafi yerleri yer alıyor şiirlerde.
Folklorik öge oldukça hâkim, hatta tamamen. Belki bir yurt güzellemesi ama
içinde acı gerçekleri barındıran bir yurt güzellemesi.
“Boğazlıyan dağlarında yangın bulutu
/ Girmiş yellere uzak, yakın / Getirmiş yağmurunu, umudunu / Bir ak badanalı
evin, bağımsızlığın.”
“Keçiborlu akşamında sarı kükürt
dumanı / Eğmiş yaprakları ölüme.”
“Ayaz gecede, karda, Amasya
koruklarında, Horasan çamlarında / Bir
karşı-devrim ordusu.”
“1919 dağlarından bir yaman ışık/
Samsun’da bir sınıfta / Çıktı yürüdü bayır ova / Bir ırmak göğünün altından /
Sömürüye, istatistiklere, bağımsızlığa”
“Çıkmışım da gelmişim Çarşambadan
Berec’e / En güzel türkülerle şimdi var
şimdi yok.”
“Biz üç bin ölü / Hınıs’da,
Varto’da, Karlıova’da / Derelerin içinde bir yaban gülü / Kara böğürtlen üzümü
/ Eski kayalardan bir kertenkele / Gibi uzak, kıraç / Senin vatandaşın olduk
Türkiye / Türkçesiz, yazısız, aç.”
“Muğla ovasında bir acı tütün / Fırat’ın orada yılanlı sıcak / Gelip yürürler
yan yana bir gün / Gelmez diyenler şaşıp kalacak.”
“Kır bayır, yıldızlar, gökyüzü /
Siirt’te, Hınıs’ta, Muş’ta/ Hadi senin olsun kalk yürü / İz mi kalır güzelden
uzun açlıkta”;
“Gittim zincirlerin üstüne / Bugün Asya’da Afrika’da her ülke / Bir parça
Dumlupınar.”
“Kara kaş altında Erzurum’da /
Bakmaya kanmaya doyamaz insan / Çocuklarda, kadınlarda kızlarda / Noksan
resimler gibi duvarlarda Güney-doğuda trahomdan.”
“9 Eylül 1922’de / İlk hangi süvari
girmişti İzmir’e / Toz toprak içinde / İşte İzmir’in gözleri / O süvarinin
gözleridir, bırakıp gitti / Ve dere sularında / Bir çakılda kaldı atınınki.”
“At Sivaslı’ydı, gözleri mor-ak /
Süvari Urfalı’ydı / Şimdi gecelerde inat için / Belki sarı güneşlerde bilinmez
ki / Bir adam dolanır sokaklarında İzmir’in / Gözleri tıpa tıp Urfalı’nınki.”
“İstanbul gözünün kuyruğu kalkık /
Yapma kalkık / Geç. / İstanbul’un gözü / Bilinmez mavi midir kara mı / Bilmez
kendi de / Geç / Ama bir kesimde İstanbul’un gözü / Görür derin deniz dibini /
Görür dip çamuru / Görür yosundaki inciyi.”
“Anamur yolları kayrak döşeli / Yaz
günleri bulut olmaz üstüne / Bir ulu çınar Torosları geçince / Dallarında
kuşların en güzeli / Maviler sıyırır Akdeniz’e”
“Bir gece yarısı dağları / Ulu
çınarın tepesinde / Ta dipte Kayrakların üstünde / Üç öğretmen götürdüler, bir
de Bursa Nutku’nu. ”
“Boğazlıyan dağlarında yağmur bulutu
/ Girmiş yellere uzak, yakın / Getirmiş yağmurunu, umudunu / Bir ak badanalı
evin, bağımsızlığın.”
“Keçiborlu akşamın da sarı kükürt
dumanı / Eğmiş yaprakları ölüme / Bir öğretmen çıkmış gelmiş, köye / Bağ bahçe
yaprak nisan baharı.”
“Bir Fırat suyundasınız, bir Meriç
suyunda / Bir bakıyorum hapiste, işlek elleriniz / Kelepçe çözüyor Çarşamba
yollarında”
“Bin dokuz yüz altmış beş
yılında / Palandökenlerle Süphan arasında / Harfi harfineydi yaşamak ve ölmek /
Çaldıran seferinde nasılsa.”
“Bakarsın Munzur çayında bir
alabalık / Süphan dağında bir yiğit meşe / Biri yanmam der, biri yenmem / Biri
olaty vurur yere, biri baltayı / El ele dururlar bir kutsal yerde.”
“Sonra onlar geldiler işte, ben
uzaklara bakıyordum / Öze bakıyordum, derine bakıyordum / Akşamsızlığa
bakıyordum altın bir üzenginin üstünde / Aşkan gözleriyle, bağımsızlığın,
bilimin / Mustafa Kemal gözleriyle otuz sekiz bin / Hasanoğlan / Hasar
Hasanoğlan ‘da bir ders sonu / Kepir’de bir ders sonu / Çiçeklerin sarısına /
Bir imbata koşuyordum Kızılçullu’da / Ve Ernis’te dağlara kar düşüyordu /
Pulur’da bir kahvaltı sonu / İvriz’de, Düziçi’nde, Gölköy’de gün üç ayak / İşte
onlar geldi, hain alçak / Tuttular boynumdan / Tuttular ağzımdan / Tuttular
saçımdan / Durun diyemedim / Durun diyemedi sular.”
“Marçal dağlarında / İnce sap
üstünde bir çiçek / Üç gün nisanda açar, dört gün mayısta.”
“Bu nasıl akşam üstüme yağan /
Eşitler Sultan Sazlığı’nda otu insana”
“Ben doğanın her akşam bu yamacında
/ Erciyes soluksuzluğunun hızı bin beş yüz / Siner miyim yol bulsam iri ağacın
ardına / Belki, biz buralarda daha küçüğüz.”
“Bu yitmeler akşamında elsizim
kolsuzum / Gün ve sabahlar öyle uzak / Bir tay at oluyor Dalaman çayında
kocaman bir at / Bütün eski koşular bu atıma yasak.”
“Geniş Türkiye’mizin göğü altında /
Diyelim gün dağdan uzandı ovaya”
Türkiye coğrafyası içinde ressam,
şair, yazarlar da yer alıyor bu güzellemelerin içinde:
“Fikret Otyam dedim hemen / Öküzleri
adaları görünce / Akla kara bir insan gözünde / Bir de işte bu resimde /
Kocaman boynuzlu öküzler yoksul insanlar / Durmuşlar karlı dağlar önünde.”
“Yirmi bir bahçeden on dokuz bin /
Yürüdüm geçtim halkımın önüne / Öyle çiçekler açtım ki / Fakir, Makal, Apaydın,
Başaran / Issız kırlarımın has çiçekleri / Şimdi boylu boyunca bir Paris
vitrininde / Bir Londra sokağında, asılı / Kokarlar Türkiye, Türkiye.”
Cavit Orhan Tütengil’e ithaf edilen
Sivas Düzünde Ozanlar Resmi geçidi şiirinde
“Gecenin birinde Sivas düzü / Gökte
Sarıyıldız, toprakta kar / Yüzyıllar ötesinden Pir Sultan Abdal,
Sarıyıldız dedi yürüdü Veysel / Gel
dedim Veysel / Uzun söyle dedim, uzun çal
Göksel iplerden inmişti / Yön
veriyordu Dağlarca karıncaya
Bir ozan daha vardı Adı Külebi / Sivas yollarında yürüdü bir gece vakti.
Kavel grevinde son ekmek son su /
Tanıdım tanıdım Hasan Hüseyin’di bu.
Sonra insan yüreğinin baş güreşçisi
/ Yanık havalar içinde Ceyhun Atuf Kansu”
İlhami Soysal’a ithaf ettiği Tuzak
şiirinin ilk iki dizesi onu tanımlar gibi: “Kör bir at değiliz biz / Yolu yol
görürüz, çukuru çukur.”
Mehmet Karabulut’un başka bir şiir
kitabını okumadım, diğer kitaplarındaki şiirlerinde de böyle bir geniş coğrafya
var mıdır bilmiyorum. Ancak Şimdi Haberleri Veriyoruz’daki şiirlerinde coğrafya
bu denli hâkimken, diğer kitaplarında bundan çok uzakta olacağını sanmıyorum.
Bazı şiir kitaplarının isimlerinde bunun ipuçları var: Marçal Akşamları, Güney
Çocuk Değil, Sivas Üstünde Bir İnce Bulut, Su, Türküler, Vietnamlı Adam vs,
Yerküre ve Kovboy.
Ancak ne yazık ki Mehmet Karabulut
edebiyat dünyasında fazlaca tanınan bir şair değil. 60 Kuşağı şairleri arasında
da, 70 kuşağı şairleri arasında da adı pek geçmez. Şiir kitaplarının yeni
baskıları yapılmayınca, kitaplarına ulaşmak da pek olası değil.