Satırbaşı’nın yeni konuğu Mehmet Fırat Pürselim. Berna Durmaz Mehmet Fırat Pürselim’e öyküyle şiir arasındaki ilişkiyi sordu:
Berna Durmaz: Sartre “Yazmak Nedir?” adlı denemesinde sözcüklerin saydam olduğundan, biçemin bir buzlu cam gibi onların arasına girmemesi gerektiğinden söz eder. Hayat Apartımanı ve Akılsız Sokrates’deki öykülerini her okuduğumda bu uyarıyı dikkate aldığını düşünürüm. Buzlu cam benzetmesini Sartre’dan ödünç alarak bunu metin için düşünürsek, sözcüklerin saydamlığı, kapalılığı hakkında neler söylemek istersin? İnsanların hayatlarından söküp atamadığı acıları şiirsele ve melankoliye kaymadan, en uygun mesafeden anlattığın öykülerinin arasında yer alan dizelerin ve şiire yakın kısa öykülerin yeraltı suyunun yüzeye çıktığı anlar gibi duruyor. Öykülerinin yatağının şiir olduğunu söyleyebilir miyiz? Sen öykünü şiirle nasıl ilişkilendiriyorsun?

Mehmet Fırat Pürselim: Sartre’ın bu sözünü ilk defa duydum ama ustaya katılıyorum. Metin ne normal bir cam gibi tamamen arkasını göstermeli ne simsiyah camlar gibi arkasını tamamen gizlemeli ne de ayna gibi görüntüyü yansıtmalı. Buzlu cam nefis bir tanımlama, metin hissettirmeli, her şeyi doğrudan anlatmak yerine yeri geldiğinde dolaylı yollardan göstermeli.
Güzel sözlerin için teşekkür ediyorum Berna. Öyküleri kafamda çok dolaştırıyorum. Bu sırada mümkün olduğunca şiirsellik ve melankoliyi geride bırakmaya çalışıyorum. Acıları anlatmak keskin bir bıçak gibidir, ya okuru doğrar ya da lezzetli metnin malzemelerini keser. Okura fazla zarar vermemiş olmayı umuyorum.

Pek çok kişi gibi yazmaya şiirle başlamadım. İyi bir şair olmadığımı anlayınca şiiri bırakıp öyküye yöneldim. Ama insan sonuçta kendinden kaçamıyor. Şiirlerimi öykü kitaplarının içinde tadımlık paylaştım. Kendim için bir şiir kitabı çıkartmadığım takdirde bundan sonra paylaşmamayı düşünüyorum.
Kutsal kitaplar, destanlar, kalıcı metinler içlerinde hep içlerinde şiir barındırır; ölümsüz eserlerin okuru etkilemelerinin ve akıllarında yer etmelerinin sebebi tanrı yazarın içindeki şair melektir belki de.
Öykümün içinde müzik tınıları duyuluyorsa, şairin sesi geliyorsa mutlu olurum. Sesli okumalarla o ahengi yakalamaya çalışıyorum. İçimde huzursuz bir cinin yaşadığını biliyorum; huzursuzluğu arttıkça öyküme daha fazla şiir karışıyor. Cam metaforuna geri dönersek şiir, öyküde rüzgârla uçuşan bir perde olmalı metni tam kapatmadan rüzgârı hissettirmeli. Okur, öykülerin arasında gezinirken uçuşan perdeleri görüp içine hafif bir titreme geliyorsa ne mutlu bana.