Aslıhan Tüylüoğlu: İçgeçit ve Gürült adlı şiir kitaplarınızda, farklı ve özgün olanı önemsediğiniz, sözcüklerle çarpışa çarpışa şiirlerinizi kurduğunuz, safralarından ayıklanmış sıkı bir şiirin peşinden gittiğiniz görülüyor. Şiire müdahale eden fanzinler de çıkarttınız.“Yerüstü”, “Şatokilitli” ve “Yer Üssü Alfa” bunlardan. Sizce Türkiye’de Yeraltı Edebiyatının durumu nedir? Bize özgü bir Yeraltı Edebiyatı yaratabildik mi?
Erkan Karakiraz: Bağımsız yayıncılık alanında faaliyet göstermiş biri olarak, Türkiye’de, doğrudan Yeraltı Edebiyatı -biraz netameli bir tanımlama- başlığı altında sınıflandırılan eserlere bakmadan önce, bu topraklarda yazılıp söylenegelmiş birçok eseri konu, tema, özne ve tercih edilen biçim özellikleri açısından incelediğimde, az ya da çok yumuşatılarak dillendirilmiş, bu türe dâhil edilebilecek unsurlar yakalıyorum. Hatta bu sınıflandırmaya, ilgili eserlerin yayımlanma ve dağıtıma çıkarılma süreçlerini dâhil ettiğimde, bu savı destekleyebilecek çok daha şaşırtıcı bulgulara rastladığımı söyleyebilirim.
Tutunamamış, ne orta sınıf ne de işçi sınıfı olabilmiş ya da olmayı tercih etmemiş bireyin, sıradan hayatını besleyen sıkıntılarının, çarpık ilişkilerinin, aykırılıklarının, başarısızlıklarının, sisteme dâhil ol(a)mayışının ve onunla olan kavgasının, mağduriyetlerinin, bağımlılıklarının, düşkün hallerinin, hatırı sayılır ölçüde edebiyat eserinin konularının içerisinde yer aldığı görülür yakın okumalar yapıldığında. Günlük dile yakın bir söyleyişin tercih edildiği, sokak ağzının, argosunun en umulmadık eserlerde karşımıza çıkışı,bu savı besleyen bir başka öğedir. Elbette bir tür olarak Yeraltı Edebiyatına ait eserlerdeki denli sert değildir bu eğilim.

Özellikle Cumhuriyet döneminde hayatlarına başlayıp kitaplar basan yayınevlerine bir göz attığımızda, birkaç büyük sermaye destekli yayınevi dışında, birçoğunun basım ve dağıtım olanakları sınırlı, yayımlamayı seçtiği eseri titizlikle belirlemek ile satış kaygısı arasında bocalayan bir yapıda olduğu sonucuna varırız. Tercih edilen kâğıdın kalitesinden tutun da uzun yıllar boyunca katlanmak zorunda kalınan basım yöntem ve tekniklerine kadar küçük sermayelerle başlayan girişimcilerin yönlendirdiği, az sayıda işçinin birden fazla işi yüklendiği, çoğu zaman işverenin işçi de olduğu, kişisel çabalarla sürdürülen bir alan olmuştur yayıncılık. Bastığı kitap adedi sayısı, bünyesinde barındırdığı yazar sayısı, içerik, sınırlı dağıtım olanakları (olanaksızlıkları demek daha doğrudur) ve satış oranları açısından değerlendirildiğinde, çoğu, aslında butik yayınevleridir sözünü ettiklerimin. Seksen sonrasında, ithalatın artması, apolitik ve politik yönelimlerin yan yana ve bir arada oluşu, baskı tekniklerinin daha iyi duruma gelmesiyle, yayıncılıkta kayda değer bir canlanma gerçekleşmiş, yayıncılıkta ve edebiyatta nicelik açısından bir artış yaşanmıştır. Üretim ilişkileri ve okurun esere yaklaşımı açısından bakıldığında, dikkate değer eser sayısında da okur sayısı ve niteliğinde debelli bir oranda artış gözlenmiştir.
Genel olarak, tür edebiyatına doğru yönelimin en çok arttığı, günümüze kadar uzanan dönemin de başlangıcıdır; bu yönelimin artışında, yapılan çevirilerin basım şansı bulmasının büyük etkisi olduğunu da eklemek gerekir. Çevirilerin artışı, Yeraltı Edebiyatı özelinde ele alırsak, daha önce okunma, incelenme fırsatı bulunamayan birçok kıymetli metnin okurla, yazarla, şairle, yayıncıyla buluşmasını getirmiş, yeraltına ait olan eserler, git gide artan bir ivmeyle, yer üstüne çıkmaya başlamıştır.
Öncesinde yumuşatılarak dile getirilen her şey, özellikle doksanlardan itibaren eskisine oranla çok daha fazla oranda ve cüretkar bir sertlikte, kendi kitlesini, alıcısını, takipçisini de yaratarak, edebiyatımızda baskın unsurlardan olmaya başlamıştır.
Türkiye’de, türün kendisi muğlak bir tanımlamayı ve sınırları belirsiz bir alanı içermekle birlikte, Yeraltı Edebiyatının günümüzdeki durumu başladığı noktanın oldukça ilerisinde, iyi bir yerdedir.

Hatta bize özgü bir Yeraltı Edebiyatı yaratabildiğimizden, yazarlar, şairler, sinemacılar, müzisyenler, fanzinler, kitaplar, dergiler, sanal yayınlar, internet, sosyal medya ile beslenen büyük ve gür sesli bir kalabalığın varlığından söz etmek, aynı tümceleri, korku, fantastik, bilim kurgu türlerinin iki binlerdeki yükselişinin izlediği seyri anlatırken de kurmak mümkündür.