Nazlı Yıldırım Kadire Bozkurt ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
Kadire Bozkurt’un insan doğasına temas ettiği yeni öykü kitabı “Bir Kalbin Boyutları” okurla buluştu. ‘Hiçbir kahramanının yanında durmadığını’ söyleyen Bozkurt’la kitabını ve öyküyü konuştuk.
Nazlı Yıldırım: Küçük Dertler ile başladığınız yazın yolculuğuna Bir Kalbin Boyutları ile devam ediyorsunuz. Öykülerinizde kullandığınız büyüteç, daha da keskinleştirmiş ayrıntıları. Üstelik zorlayıcı da…
Kadire
Bozkurt: Küçük Dertler çıkalı yaklaşık iki yıl oluyor.
Bu zaman zarfında bakışımda, algımda değişim olmuştur muhakkak. “Hiçbir şey
yerinde sayamaz, ya ilerler ya da geriler” sözünü doğru bulurum. Daha keskin
ayrıntılar, umarım gelişmeye işaret. Bir görüntünün doğası ile özünü en açık
biçimde ortaya koymak için doğru ayrıntıları seçmeye gayret gösteriyorum. Basit
ve canlı betimlemeler, kanlı canlı kahramanlar, anlatmaya değer olduğunu
düşündüğüm öyküler. Aslında hepsinin temelinde, insan doğasına ve ilişkilerine
duyduğum merak yatıyor. İnsan doğası zorlayıcı. Sokakta, evde, işyerlerinde,
haberlerde mütemadiyen tanık oluyoruz buna. Ben de olanı anlatıyorum. Niyetim
sözlü edebî gelenekte olduğu gibi merak unsurunu, gerilimi belli düzeyde
tutarak ateş başında halka olmuş dinleyicilere bir hikâye anlatmak. Sıkılıp da
erkenden uyumaya gitmelerini engellemek için doğru sesi ve sözcükleri
kullanmak, anlatmaya değer bir konu bulmak, okumayı, dinlemeyi sevdiğim türden
hikâyeler nakletmek istiyorum. Bunu yaparken yürekleri burkmak ya da gözlerde
iki damla yaş görmek değil de iyi bir öykünün lezzetine
varılsın isterim. Okura güvenmemek ayıptır.
“KİTABIN KAHRAMANLARI SIRADAN İNSANLAR”
Nazlı Yıldırım: Yaşamımızda
alışkanlığa dönüşmüş, bizleri artık şaşırtmayan mevzuların detaylarındaki
inceliği yansıtarak yaşamın soluğunu canlandırıyorsunuz öykülerinizde. Bütün
bunlar bugünün bir yansıması mı?
Kadire Bozkurt: Bir Kalbin Boyutları’nın aynı adı taşıyan ilk bölümü daha çok bugünün yansıması. ‘Aksak Ritim’ öyküsü bir devam öyküsü, Küçük Dertler’de yer alan ‘Fonda 9/8’deki Gül, yolculuğuna devam ediyor bu öyküde. Gül gerçekten de var, bildiğim kadarıyla hâlen Bursa’da yaşıyor. ‘Bezelye’ öyküsündeki abi kardeşle karşılaşmışsınızdır mutlaka, belki bir şehirlerarası otobüste ya da etrafı ağaçlarla çevrili, uykulu bir kahvehanede. Bugün bir yerlerde böyle hayatlar sürdüren insanlar var. Çocuklar kaybolur, babalar ölür, kardeşlerin arasına giren güzel kadınlar çıkar sahneye, karabatakların bize ne kadar çok benzediğini fark ederiz… İşte bütün bunlar öykülere sızıverir.
Nazlı Yıldırım: Küçük Dertler’de, mekânda, zamanda, yaşam akışında sıkışıp kalmış karakterler baskınken, Bir Kalbin Boyutları’nda gündelik yaşamın seyircilerinden seçilmiş gibi. Yan komşumuza haciz gelebilir, üstelik şaşırtıcı da değildir. Beklenebilir bir durumda sergilediğimiz duyarsızlığı, öykülerinizle yüzümüze vuruyorsunuz. Ancak bağırmadan. Anlatımınızdaki sakinliğin nedeni ne?
Kadire Bozkurt: Bir Kalbin Boyutları’nda kahramanlar sıradan insanlar. Bir şey oluyor, başlarına bir şeyler geliyor ve ben sonrasında olanları anlatıyorum. Dediğiniz gibi sakince anlatmaya çalışıyorum. Ne düşüneceğinize, ne hissedeceğinize siz karar verin istiyorum çünkü. Boşluklar bırakıyorum. Dikte etmek, ültimatomlar ya da söylevler vermek bana göre değil. Derdimi anlatıyorum; usulca diyorum ki bu böyle oldu. Kahramanlarımın hangisinin suçlu, hangisinin masum olduğuyla ilgilenmiyorum. Birinden yana tavır almak değil niyetim. Kimsenin yanında ya da karşısında durmadığım için de sakinim.
“OBURCA OKURDUM”
Nazlı Yıldırım: Kim Kadire Bozkurt’u sorsa mikro öykücümüz diyorum. Çünkü öyküyü besleyen yaşamın detaylarındaki görünmez dokuları bozmadan, sadelikle kâğıda taşıyorsunuz. Özgünlüğünüzü besleyen katmanlardan bahsetsek…
Kadire Bozkurt: Bu en zor soru oldu benim için. Bana göre kim olduğumu anlatmayı deneyeyim. Hikâyeler dinlemeyi öteden beri sevmişimdir. Annem de, babam da iyi hikâyeciydi. Babam bana henüz gerçekleşmemiş şeylerle ilgili üzülmemem için ırmak kıyısında ağlayan iki kızın hikâyesini anlatmıştı mesela. Kızların ağladığını gören bir adam onlara neden ağladığını sorar, bir tanesi şöyle der: “Şimdi kardeşim şu suya düşse, su onu alır gider, ben de mecburen atlarım peşinden. Biz yüzme bilmeyiz ki. Çırpına çırpına boğuluruz, anamız babamız da kahrından ölmez mi o zaman. İşte buna ağlıyoruz.” Nasihatlerin yerine böyle hikâyeler, anekdotlar ve meseller vardı. Uyumadan önce dinlediğim masalları değiştirir, yeni baştan yazardım kafamda. Çocukluk oyunlarımda hep bir kurgu merakı… Oburca okurdum bir de. Küçük Kara Balık’la başladı aşk. Sürdü gitti. Liselerarası bir öykü yarışmasında birincilik kazandı öyküm. Ne olduysa bıraktım sonra yazmayı, yıllar sonra geri döndüm. İyi ki dönmüşüm, beni bu kadar mutlu eden hiçbir şey yok. Kendimi edebiyatla tamamlanmış hissediyorum. Onun dışında sıradan bir hayat sürüyorum; kızlarım ve eşimle günlük hay huy… Bu rutinin içinde bazen işittiğim bir sözcük, şahit olduğum bir sahne ya da bir kitap cümlesi bir öyküyü mayalandırmaya başlıyor kafamda. Ben önce kafamda yazıyorum çoğunlukla, sonrası kolay zaten. Bazen de çağrışımlarla kendi kendini açıp önüme seriveriyor öykü. Nasıl çalıştığını hâlâ bilmediğim bir makineye benziyor bu süreç.
Nazlı Yıldırım: “Her şey hem çok net hem de çok uzak şimdi.” Sözde kalmayıp zihni de hareketlendiren, yüreğe sarılan bir öykünün son cümlesi. Gerçekten yaşam dediğimiz şu döngü nelerden uzak ki her şey bu kadar net ve yaralayıcı Bir Kalbin Boyutları’nda?
Kadire Bozkurt: Yaşam, anlayıştan uzak bu çağda. Hırs, öfke, yenişme arzusu, hoyratlık, düşünceden arınmış bir ilkellik egemen. Neden, diye sorup geziyoruz. Cevapları ararken sesimi aktarabileceğimi düşündüğüm bir konu bulduğumda, tabii yazmayı becerebilirsem, okura da geçiyor sanırım. Tam olarak anlamak da, söze dökmek de çok güç, yalnızca varsayımlarda bulunabilirim. Örneğin Hemingway şöyle diyor: “Öykündeki olay hakkındaki bütün ayrıntıları iyice biliyorsan bunları yazmasan bile okur sezecektir.” Bir çeşit büyü gibi değil mi? Belki çok hafif anıştırmalarla gerçekleşiyor bu. Okurun içine sızıyor. ‘Bir Kalbin Boyutları’ öyküsünün yaralayıcılığı da böyle olabilir. Kahramanlarımı öyle uzun uzadıya hayal ettim ki yolda görsem tanıyabilirim. Nasıl göründüklerini biliyorum, alışkanlıklarını, tercihlerini, yatağın hangi tarafında uyumayı sevdiklerini… Belki abarttığımı düşüneceksiniz ama böyle. Bunu zorunluluk gibi görmüyorum. Bir oyun gibi; yazmak ya da kâğıt ve kalemle yapılan bir büyü…
Dipnot:Cumhuriyet Kitap – 16 Kasım 2017 tarihinde yayımlanmıştır.