Baki Ayhan önemli bir konuyu yeniden tartışmaya açıyor.
“Edebiyatta Kuşak Tartışması Yoksa Uşak Tartışması Var Demektir.”
Modernizm’i dışlama sürecinin uydurma, eklektik ve temelsiz bir edebiyatı dayattığı görüşünü her fırsatta savunmaktan geri durmayan Şair Baki Ayhan T. bu defa edebiyatı besleyen önemli unsurlardan birine dikkati çekiyor. Kuşak sorununun yenilikleri destekleyen yönlerinin altını çizen Baki Ayhan şöyle devam etti:
“Bizimki gibi, bir yanı yeniliklere direnmeyi marifet sayan ve geleneksele bağlı kalmakta direten toplumlarda bütün estetik, sosyal, psikolojik, kültürel gelişmeleri iki taraflı düşünmek gerekiyor. Kuşak sorunu da bundan bağımsız değil: Eskiden nasıldı, şimdi nasıl?
Sanat-edebiyat ortamlarında kuşak tartışmaları modern saatlerin sorunudur. Geleneksel hayat ve edebiyat ortamlarında kuşak tartışmaları söz konusu ol(a)maz çünkü orada ana-kız, baba-oğul, usta-çırak, şeyh-mürit ilişkisi vardır. Ustadan el alma, çırağa el verme, bayramlarda el öpme/öptürme süreci sanatı, sanatçıyı, en geniş anlamıyla da insan davranışını belirler. Durum böyle olunca çırağın ustaya, müridin şeyhe el veya baş kaldırması zinhar söz konusu olamaz!Oysa modern saatlerde “kendisi” olabilen bireyin kimseye mecburiyeti yoktur. Birey olabilenin ustası, şeyhi, babası yoktur; varsa da bunlar ölüdür, öldürülmüştür!
Eskilere şairliğin şartları sorulduğunda birkaç şey sayarlardı: Hilkat (yaratılıştan gelen yetenek), rikkat (duyarlılık), hikmet (derin hissedip düşünebilme), gurbet (evden uzağa gitme, babadan ayrılma), uzlet (yalnız yaşama), işret (yeme-içmeyi, eğlenmeyi, hayattan zevk almayı bilme)… Mesela bunlar arasında ilginç şekilde, “rabt” yoktur; yani birine göbekten bağlı olmayı eskiler de şaire yakıştırmamışlardır. Demem o ki; bırakalım modern zamanları, geleneksel tutum içinde soluk alıp veren ama şairliğin karakterini özümsemiş kişiler de şairin kapıkulu olmasını yakışıklı bulmamıştır. Günlük hayatın gelenekselliği ile hakiki şiirin bağımsızlığı arasındaki asimetrik görünüm ne yazık ki böylesi hoş yaklaşımlara rağmen geleneksel saatlerde karşılığını yeterince bulmamış; bunun bir olguya dönüşmesi, modern olgunlaşmayı beklemiştir. Modern saatler ise bunun altını özenle çizmiş ve “Üslup insanın ta kendisidir.”demeyi gereksinmiştir. Kişiliğin yoksa üslubun da olamaz! Evet, taa XVIII. yüzyılda, Buffon’un özdeyişidir:“Le style c’est l’homme même.” Bizim Recaizade bunu “Üslûb-ı beyân ayniyle insan.”diye çevirmiş ve modern edebiyatın bu manifestik cümlesi o günden beri başımızın tacı olmuştur.
Ya özgün yaratış gücüne dayanan bireylerden meydana gelen bir kuşak olursun ya da geleneksel, köhnemiş, gevşemiş anlayışlara uşak!”