Esra ERK ÖZYİĞİT
BAKIR GİBİ SESSİZ İPEK GİBİ EKSİK
“Mektubu bitirdim. Tamamlayamadan. Yine yarım, eksik kaldı. Yine sağlam.”
(Tomris Uyar-Temmuz)
Bir kitabın daha ilk satırında durup kaldığınız oldu mu hiç? Bazı kitaplar kapısı aralık kalmış ev gibidir. İçerisi karanlık, sessiz. Girmek istersiniz ama bir şey sizi o eşikte tutar. Tomris Uyar’ın İpek ve Bakır’daki öyküleri de işte böyledir. İçeri çağrıldığınızı hissedersiniz ama orada neyle karşılaşacağınızı bilmezsiniz. Tomris Uyar kapıyı aralar, sizi içeriye davet etmez, öylece bekletir. Anlatı başlar ama hep bir yerde duraksar. Tamamlanmadan devam eder. Aklınızda kalan hep o tamamlanmamış parçadır.
Bu eşikten içeri adım attığınızda, anlatının dili sessizliğe dönüşür. Çünkü Uyar’da anlatı, sessizliğin ta kendisidir. Bu öyküler sessizlikle konuşur. Bir sonucu yoktur öykülerin, onlar yolun kendisi olur. İlk bakışta her şey yerli yerindedir. Sonra bir sessizlik çöker. Anlam tam yakaladığımız sandığımız anda uzaklaşır. Bu susuşlar, anlatının nefes aldığı yerlerdir. Eksik kalanlar eksik olduğu için hatırlanır.
İşte bu noktada tamamlanmamışlık, anlatının kalbi hâline gelir. Uyar, söylemek yerine sezdirmeyi seçer. Sözcüklerden çok bıraktığı boşlukla konuşur. Cümle sona varmaz, birden susar. O suskunluk, duyulmamış sözlerin anlamını taşır.“Yine yarım, eksik kaldı. Yine sağlam” (24) der karakter Temmuz öyküsünde. Tıpkı öykünün kendisi gibi… Eksik olan metnin yükünü taşır. Söylenmeyen şey duyulan kadar güçlüdür. Anlatı okurun içinde devam eder. Cümle biter ama duygusu sürer.
Bu paylaşımcı anlatı tavrı, Uyar’ın öykülerine has bir birlikte kurma önerisidir. Bu eksik anlatım okurla anlatıcıyı birlikte anlatmaya çağırır. Öykü birlikte kurulur; yazar başlar, okur tamamlar. Böylece okur anlatının ortağı olur. Konuk öyküsünde karakter şöyle der: “Anlatmazdı ki. Dinlerdi; ben anlatırdım, o dinlendirirdi.”(42) Uyar böyle anlatır: biri susar, diğeri konuşur. Anlatıcı önden gitmez, sizinle birlikte yürür. Anlatı bazen sessizleşir, o boşlukta okur kendi hikâyesini duyar. Okur artık izleyici rolünden sıyrılır ve bir yol arkadaşına dönüşür. Bu yüzden onun öykülerinde duygular öne çıkar. Onun öykülerinde anlatı kalbinizde tamamlanır.
Bu suskunluğun ardındaki sesi daha çok kadın karakterlerde duyumsarız. Söz başlamadan durur onun öykülerinde. Karakterler konuşmaya niyetlenir ama sözcükler ağzından çıkmadan geri döner. Sessizlik bilinçli bir seçimdir burada. Metin bu sessizliğin içinde başka bir anlam katmanı kazanır. Konuk’ta şöyle der kadın: “Susarsam bir boşluk çünkü konuştukça bir eksilme.”(42) Karakterin bu suskunluğu duyguların yansıdığı bir başka dildir aslında. O boşluk metnin görünmeyen ama taşıyıcı sesi olur. Uyar’ın anlatıyı karakterin iç dünyası üzerinden kurar.
Uyar’ın kadınları sessizliği seçer. İçlerinde taşan duygular dile gelmez.“Anlatmaya değer bir değişiklik yok ki. Ya da anlatabilecek kadar uzaklaşamadım henüz.”(42) der Konuk’taki kadın. Henüz uzaklaşmamış biri konuşamaz. Bu kadınlar da böyle susar. O bakışıyla, duruşuyla, geri çekilişiyle konuşur. Bir omuz hareketi, bir duraksama, dudağının kenarında belli belirsiz gülümsemenin izi anlatının sesi olur. O duruş yaşadıklarını arkasına alarak sürer; ağır ağır, suskunlukla… Bedeninin içinden geçen bir hikâyeyi anlatır bu haliyle. Bu duraksama onun karşısındakine cevabıdır.
O suskunlardan biri de Çiçek Dirilticiler’de karşımıza çıkar. “Şükrüye karşılık vermek istedi, olmadı. Yerinde kalakaldı.” (15) der anlatıcı. Öykü bu “kalakalış”ın çevresinde şekillenir. Bu susuş metnin iç sesi olur. Şükrüye’nin duygusu dile gelmese de size ulaşır. Uyar’ın kadınları konuşmadan öykünün seyrini değiştirir. Öykü sözün bittiği yerde başlar: O kadınlar varlıklarıyla konuşur; kapı eşiğinde, kaçırılan bakışlarda, zamanın askıya alındığı o anlarda… Onlar sözcüklerin sustuğu her yerde belirirler. Bazen geçmişin aksi, bazen bedenin hafızası, bazen içe işleyen bir suskunlukla seslenirler okura.
Kadınların sessizliğinden doğan bu anlatı başka bedenlerde de yankılanır. Bu sessizliğin bir başka biçimi de çocukların suskunluğunda karşımıza çıkar. İpek ve Bakır’daki çocukları da sessizdir ama varlıkları anlatının kalbinde atar. Konuşmazlar, sahnede kısa bir süre kalırlar belki ama etkileri uzun sürer. “Ben büyüyüm kolay ama şimdi taşıma. Sorarlarsa, biz yürürüz dersin.” (133) Bu söz Allı Turna’daki çocuğun ağzından dökülür, duygusu yüzyıllık yorgunluğun birikimidir. Ne sızlanır ne de anlatır, sadece sahneyi sırtlanır ağır ağır. Uyar’ın çocukları eksik kalan sahneleri varlıklarıyla tamamlar. Annesinin sustuğu yerden duyguyu alır. Babasının yokluğunda evin tüm yükünü omuzlar. Bazen yalnızca bir bekleyiş, bazen uzaklara bakan bir göz. Onun öykülerinde çocuk olmaksüsüz bir hakikattir. Onlar konuşmasa da öykünün derinliklerinde hep bir çocuk sesi dolaşır.
Bu anlatının sessiz ortaklarından biri de mekânlardır. Tıpkı çocuklar gibi öykülerdeki evler de konuşmadan anlatır içerisinde olan biteni. Bu öykülerde ev, sadece duvarları olan bir yapı değildir. Bu duvarların arasında duygularla örülmüş bir dünya vardır. Kapı eşiğinden geçmek bir karakterin içine girmeye benzer. Duvarlar her şeyi duyar. Camlar dışarı görür ama içeriyi saklar. Sessizlik, loş ışık, pencere önü ya da bir eşik… Her detay anlatının yükünü taşır. Eşyalar dekor olmaktan çıkar, anlatının parçasına dönüşür; bir koltuk, bir masa ya da bir halı iç dünyanın uzantısı olur. Evin Sonu Geldi öyküsündeki “Camlarda bir buğu halinde sürüyor köpek sesleri.” (135) cümlesi mekânla duygu arasındaki bağı neredeyse somutlaştırır. Burada dışarıdan gelen sesin buğuyla silinmesi, mekânın ruh hâline karışmasını anlatır. Buğu, sesi yutar; içeriyi de dışarıyı da silikleştirir. Gerçek, hissin sisine karışır.
Bu mekânlarda zaman da düz bir çizgide ilerlemez, belleğin dalgalı ritmine uyar. Evin içi geçmişle konuşur. Her eşya yerini sezgisel bir düzene göre alır. Zaman evin duvarlarına sinmiş bir koku gibi yayılır. “… pabuçsuzken eve uymak zorunluğunu duyar gelenler.” (138) cümlesi bu iç ritmin bir işaretidir. Eve giren biri fark etmeden bu ritme ayak uydurur. Dışarının sesi kesilir, evin dili başlar. Bu temas fiziksel dokunuştan ileri giden karakterin içiyle, okurun iç sesiyle kurulan bir bağdır. Bu evlerin her köşesinde yarım kalan bir bakış, bir cümle, bir fısıltı kıvrılır. Geçmişin sesi eksik kalan zamanların hatırlatıcısı olur.
Bu evlerin içinde karakterler gibi zaman da sessizce dolaşır. Uyar’ın öykülerinde zamanın bir çizgisi yoktur; zaman dairesel bir döngüyle kıvrılır, bükülür. Karakter yaşarken hatıralarını da yanında taşır. Hafıza ile şimdi iç içedir; geçmişin tortusu bugünün yüzeyinde yeniden belirir. Bazen bir kelime, bazen bir eşya geçmişi çağırır; çağırmakla kalmaz, o anıyı şimdiye taşır. Böylece zamanın düz çizgisi bozulur; hatırlamak, zamanı kıran bir eyleme dönüşür. Kuytuda öyküsünde geçen “Bir şeylerin dışındayım biliyorum. Daha doğrusu bir şeyler bensiz sürüp gidiyor.” (32) cümlesi, şimdiyle bağını yitirmiş zihnin sesi gibidir. Uyar’ın anlatısı geçmişin çevresinde dolaşır; şimdiye tam temas etmez çünkü zaman da öykü gibi tamamlanmaz.
Bu kırılma, anlatının yönünü değiştirir. Biçim dağılır, anlatı yeni bir hatta belleğin izine takılarak devam eder. Öykü bir yerden başlar ama orada kalmaz. Cümleler bazen susar, bazen de sahneyi yeniden çizer. Her dönüş, bir duygunun başkabir yüzünü gösterir. Okur da bu katmanlı yapının içinde yönünü sezgileriyle bulur. Zaman artık çizgisel değildir; belleğim kıvrımlarında dolaşan bir alana dönüşmüştür. Bu anlatıyaşananlardan çok hissedilenlerle yol alır.
Bütün bu unsurlar birleştiğinde, Uyar’ın öyküleri anlamını eksik olanın içinden bulur. Bu öykülerde derinliği kazandıran zamanın bu dalgalı ritmidir. Unutmakla hatırlamak arasında gidip gelen bu gerilim karakterin sessiz yalnızlığına siner. Bu yalnızlık, cümlelerin temposu yavaşlatmaz, sessizleştirir. Zaman uzar, sahneler açık kalır. Eksik zaman duygusu, anlatının tamamlanmayan yapısını örmeye başlar. Uyar için zaman bir duygunun seslenişidir; iç sesi, eksik parçaların birbirine tutunduğu yer.
Tomris Uyar anlatmaz; eksiltir. Tamamlanmamış bir cümle, loş bir oda, yutulmuş bir bakış… Hepsi bir duygunun yankısıdır. Anlam, anlatı bittikten sonra başlar. Sözcük çekilir; sessizlik kalır. Kalbinizde ağır ağır yürüyen bir hatıra gibi.
Kaynakça:
Uyar, Tomris, İpek ve Bakır, Bilgi Yayınevi, 1971, Ankara.


