Burçin MAYA ÇANKAYA
Tomris Uyar, öykülerinde bireyin iç dünyası ve toplumsal gerçekleri harmanlayarak anlam katmanlarını iç içe gömdüğü, yalın diliyle bu katmanları anlatan modern edebiyatımızın özgün öykücülerinden biridir. Onun öyküleri modern çağ insanının iç dünyasına tuttuğu büyüteçle ayrıntılanan, karmaşık görünen duygu dünyalarını ve hatta ilişkilerini de aydınlatan çatışmaları ve seçimleri arasına sıkışmış karakterlerini olağan sadeliğiyle akan, etkileyici bir dille anlatan kıymetli bir yazardır.
Öykülerin Başı Sonu adıyla kitabın sonuna eklenen metinde Tomris Uyar, “Ölüm” sözcüğüyle adını yan yana bile getirmek istemediği Bilge Karasu’dan bir öğrencisinin ölüm haberini alması üzerine Aramızdaki Şey adlı öyküsünü yazdığından söz eder. Bu esnada Bilge Karasu, onu ölüme götüren acımasız hastalığıyla mücadele etmektedir. Tomris Uyar, yazarın Göçmüş Kediler Bahçesi kitabında kendisi ve Turgut Uyar’a ithaf ettiği bir bölümü de bu kitabına almış. Daha incelemesini yeni yazdığım ve etkisinden kurtulamadığım Göçmüş Kediler Bahçesi’nin hemen ardından bu kitapta yine Bilge Karasu ile karşılaşmak, hüzünlü bir tebessüm bıraktı yüzümde.
Yine aynı metinde bu kitaptaki öykülerin ilk öyküden başlayarak kırmızı rengi odağa alarak yazılmış öyküler olduğunu belirtilir. Buradan hareketle öykülerde belli nesnelerin öykülerin içinde kazandıkları sembolik anlamlarla öykünün yapısına ve çok anlamlılığına katkısından söz edilebilir. Özellikle seçilen kırmızı rengin ve bu rengi taşıyan nesnelerin çağrıştırdıkları olasılıkların çeşitliliği yazarın kitapta bir anlamsal bütünlük sağlamasına yardımcı olmuştur.
Bu öykülerde kadının kendi olma, var olma çabalarına tanıklık ederiz. Öykü kahramanlarının eşyalar ile olan ilişkileri onların geçmişteki deneyimleriyle olduğu gibi, gelecekte yapacaklarına dair de bir fikir oluşturur. Kimi zaman onlara yön veren unsurlar olarak karşımıza çıkarlar. Kitapta bazı öykülerdeki kırmızı nesneleri değerlendirecek olursak;
“Yavruağzı” öyküsünde menajer Güngör’ün olayların uzağında olmasına rağmen etrafında şekillendiği Alev’i tam olarak kontrolü altına almak için yaptıklarını okuyoruz. Alev, kızı Mine’yi ve evinin idaresini Güngör’e bırakarak turneye çıkan bir sanatçıdır. Güngör entrikalarla kişiler arası ilişkileri yönetir, Alev’in ondan başka kimsenin etkisi altında olmasına tahammül edemeyen Güngör, Mine’yi kontrol etmekte zorlanmaktadır. Kendisi dışında herkes var olan durumdan memnundur. Alev’in kırmızı elbisesini eski hayatına ait bir sembol olarak değerlendiren Güngör, elbiseyi ortadan kaldırmak için elbiseyi bozarak kızına bir elbise diker. Elbise burada dönüşümün aracı olarak görülür. Elbisenin Mine’ye uydurulmasının amacı Alev’in tepkisini yumuşatmaktır. Ancak Güngör’ün planlarını duyan ve ne yapmaya çalıştığını anlayan Mine, elbiseyi makasla keser. Bu hareketle kendisine biçilen rolü reddeder. Burada elbisenin sahip olduğu anlamlardan okurun kendi yaşantısında karşılık bulan anlamı üzerinden karakterle bağ kurması beklenir.
“Güz Kızılı” öyküsünde Dürdane Hanım’ın kurtardığı kızlardan biri olan Hülya, yine Dürdane Hanım tarafından temiz bir hayat yaşaması için evlendirilmiştir. Yeni hayatına uyum sağlayamayan “HakikiHülya” nın eski hayatına ait sembol bir nesne olan kırmızı tül geceliği almaya gelmesinin anlatıldığı bir öyküdür. Hülya eski günleri anmak için geceliği ister. Kırmızı gecelik geçmiş hayatın izlerini taşıyan bir semboldür. Yalnızca bir gecelik değildir. Kırmızı, sıcaklık, çekicilik, baştan çıkarıcılık gibi çağrışımlara giden bir anlamlar dizisini işaret eder. Bu anlam çoğalması metni boyutsal olarak genişletir. Okur bu sembol nesne ile anlatılamayanların kapısını aralar, hayal gücünün imkânları doğrultusunda metne anlamsal bir katkıda bulunur.
Tazı Payı öyküsünde ekonomik özgürlüğünü sağlamış bağımsız bir kadın görüntüsündeki Birsen, çalışma hayatından uzaklaşarak kendini çocuğuna ve eşine adayan arkadaşı Aslı’yla buluşur. Onun kocasıyla birlikte olduğunu ve eşinin ondan ayrılmak istediğini söylemeyi amaçlayan Birsen Aslı’nın kendine güvenini görüp aldığı kararları ve karı koca ilişkilerinde bilmediği ayrıntıları onun ağzından öğrenince şaşkına döner. Birsen arkadaşının kullandığı eşyalar üzerinden onun hayatı ve karakteri üzerine çıkarımlarda bulunur. Her zaman buluşup yemek yedikleri mekân değiştiği gibi Aslı da değişmiştir. Yemek boyunca yaptıkları sohbette kadın hakkındaki önyargılarından şüpheye düşen Birsen yemek sonunda Aslı’nın yaptığı alışveriş konusunda da yanıldığını görür. Oysa yemeğin başlangıcında şöyle düşünmüştür: “Yine sarışın, yine uçuk renkler… Saman rengi bir bluzla herhalde altına kahverengi, bol bir etek.” Soluk renkli, sarışın şeyler giyen arkadaşının olsa olsa bir masa örtüsü alabileceğine yorduğu nesnenin kırmızı bir gecelik olması yanılgılarının doruk noktası olur. Burada kırmızı gecelik yeni tercihleriyle başka bir “ben”e yol alan kadının sembol nesnesi olarak görünür.
Tahin-Pekmez Günleri öyküsünde emekli banka müdürü Şükran Hanım kurallara uyan ve çevresindekileri de kurallara uymaya sevk eden bir kadın figürüdür. “Bir gün yanlışlık yaptığını anlayacağı korkusuyla evlenmeyen kadın” diye anlatılır. Oturduğu sitedeki komşularından birinin kızının tek başına çıktığı tatilde onu korumaya niyetlenmesi üzerine aynı yerde tatil yapmaya karar verir. Özgür ruhlu bir genç kız olan Nükhet’i “Çağdaş Genç Kız Yarışması’nda derece yapacak hale” getirmeyi amaçlar. Burada bir kadının başka bir kadını toplumun ölçütlerine göre değerli sayılacak nitelikleri kazandırma çabasını görürüz. Bu öyküde kullanılan iki nesne, “kırmızı havlu elbise“ile “kırmızı şal”dır. Kırmızı tutkuyu, sıcaklığı, yoğun duyguları ve çekiciliği sembolize eder. Bu öyküde bir anlamda tehlikeyi, yasak olanı da çağrıştırmaktadır ki Şükran Hanım daha önce de belirtildiği gibi kurallara uygun yaşama konusunda takıntılı bir kadındır. Akşam dışarı çıkarken kırmızı şalını almak ister, burada kendisine kırmızının yakıştığının söylenmesini “dikkate değer bir ayrıntı” olarak görür ve kendisine söylenen bu sözün gerçek olup olmadığını test etmek ister. Bu kadar önemsenmesine rağmen diskoda unutulması da öykü için ilginç bir ayrıntıdır.
Tomris Uyar hayatı incelikli bir gözlem gücüyle görerek ölçülü bir zarafetle kurduğu anlatı diliyle kurduğu öyküleriyle bireyin, özellikle kadının dünyasını dile getiren bir yazardır. Gerçeği kimi zaman nesnelerin diline gizlemiş kimi zaman bıraktığı boşluklarla okurun kendisinin bulmasını ummuştur. Onun sessizliği büyük büyük laflara gerek olmadan da insanın gizli dünyasının anlatılabileceğini gösterir.
Tomris Uyar, onunla tanışma şansı bulan okurların belleklerinde zarif ve etkileyici bir öykücü olarak yaşayacak, buna inanıyorum.
Kaynakça:
Aramızdaki Şey, Tomris Uyar. Can Yayınları, 3. Baskı, Haziran, 2024, İstanbul.


