ESRA ERK ÖZYİĞİT
-Aziz Nesin’in Rıfat Bey Neden Kaşınıyor Eseri Üzerine Bir İnceleme-
Aziz Nesin’in öyküleri, toplumu ve küçük insanları büyük bir ustalıkla harmanlar. Onun öyküleri hayatın farklı yönlerini ve farklı kimliklerini yansıtan birer sahnedir. Bu öyküler okuyucuyu ilk başta güldürürken derinlere indikçe insanın trajikomik gerçekliği ile yüzleştirir. Rıfat Bey Neden Kaşınıyor? kitabındaki öyküler, Nesin’in mizah yüklü dünyasına açılan kapıların kilidini açan bir anahtardır aslında. Her öyküde küçük insanın büyük sorunlarına, gülünç görünse de derin travmalara dayanan garipsediğimiz davranışlarına tanıklık ederiz. Nesin, kahramanlarını bu gariplikleri yani kusurları öykülerinde öylesine güzel bir şekilde sunar ki okur kendini bu karakterlerin yerine koymaktan alıkoyamaz. Onlar biziz aslında, gerçek dünyada gördüklerimiz ve görmezden geldiklerimiz bu öykülerde yaşıyorlar.
Kitaptaki öykülerde kurgulanan karakterler bazen absürdün sınırlarını zorlayarak bazen de trajikomik durumlar yaratarak okuyucuyu düşünmeye iter. Marasel David, Çocuk, Koç Bekir ve Köylü gibi küçümsenen sıradan karakterler keskin zekâlarıyla onlara önyargıyla yaklaşan modern ve üstün görünen figürlerin sahte otoritelerini yerle bir eder. Onlar toplumun küçümsediği sıradan insanın aslında ne kadar güçlü olduğunu gösterir.
Aziz Nesin’in öyküleri, insanın kendi çevresiyle kurduğu uyum ve çatışmaların mizahi bir aynasıdır. İnsanın bazen komik, bazen trajik görünen hayatta kalma çabaları, onun anlatılarında keskin bir ironiyle yansır. Kitaptaki birçok öykü bu ironiyle absürtlüğün iç içe geçtiği, küçük ayrıntılar üzerinden insanlık durumlarını sorgulatan eşsiz bir dünya sunar. Bu ironik ve absürt dokunuşların belki de en çarpıcı örneklerinden biri, ‘Bit Yarışı’ öyküsüdür.
Öykü, toplumsal yozlaşmayı ve kendi çıkarları uğruna ne derece absürt davranışlara yönelebileceklerini keskin bir mizahla ele alır. Bu hikâyede, cezaevinin sınırları içinde akıl almaz bir dünya kurulur: bit yarışları! Evet, yanlış duymadınız; inanılması zor ama insanlar bu zor koşulları sembolize eden bitlerden kendilerine bir eğlence ve kazanç dünyası yaratır. Ancak bu yalnızca bir eğlence değil, insan doğasını ve toplumsal kuralları grotesk bir şekilde eleştiren bir anlatıdır.
Öykünün en çarpıcı figürü olan Mareşal David, trajikomik kavramını mükemmel bir biçimde somutlaştırır. Cezaevinde, bir bit terbiyecisi olarak karşımıza çıkar. Bu bile başlı başına bir ironidir: İnsan terbiyesiyle değil, bit terbiyesiyle meşgul olan bir adam. Bu dünya, onun çaresizliğini, başarısızlıklarını, hayatındaki anlamsız çabalarını keskin bir hicivle yansıtır. Cezaevi koğuşlarının en büyük yarışçısı olmak. Bu absürt çaba, bireyin büyük sistemler içinde ne kadar küçük ve önemsiz hale gelebileceğini güçlü bir şekilde ortaya koyar. O, bitlerine adeta bir kahraman gibi özel ilgi gösterir; yarış öncesi onlara cesaret veren ‘motivasyon konuşmaları’ yapar. Bu, insanın saçmalıklarla dolu dünyasında kendine “kahramanlık” yaratma çabasını zekice karikatürize eder.
Nesin’in bireyin çevresiyle olan çatışmalarını mizahın keskin merceğiyle görünür kılar. Öyküdeki bitlerin temiz insana yönelmesi doğal içgüdülerin bir yansımasıdır. Bu kullanım insanların temiz ve adil bir dünyaya duyduğu özlemin güçlü bir metaforudur. Fakat Mareşal David, kutsadığı ‘şampiyon’ bitini birkaç kuruşa satarak hayallerin çıkar hesaplarına yenik düşüşünü acı bir mizahla sahneler. Bu sahne, hikâyenin en sarsıcı anıdır; idealizm pragmatizme yenik düşer, kazanan ve kaybeden aynı kişi olur, insanlık trajikomik bir paradoksun içinde kaybolur.
Yazar “Bit Yarışı” ile bize absürtlüğün maskesi ardında saklanan insanlık hallerini çarpıcı bir şekilde sunar. Ama asıl vurucu nokta insanlığın ‘bit kadar’ meselelerde bile devasa trajediler yaratabilme yeteneğidir. Nesin, bu öyküyle absürt dünyaların sadece mizahi tablo olmadığını hatırlatır. Bu tablolar insanın küçük çıkar oyunlarıyla büyük hayalleri nasıl yok ettiğinin birer aynasıdır. Her kahkahamızın ardında toplumsal yozlaşmanın keskin gölgesi belirir. İşte bu yüzden “Bit Yarışı”, idealizmin yerini pragmatizmin aldığı absürdün insanlık aynasına dönüştüğü unutulmaz bir trajikomedi örneğidir.
Aziz Nesin, absürt mizahı aracılığıyla bizi ‘güç ve zekâ’ arasında gidip gelen bir arenaya davet eder. “Sen Nerenin Pehlivanısın” bu sorunun yanıtını girdiği müsabakaları zekâsı ile kazanan bir pehlivanın hikâyesiyle veriyor. Pehlivanlık gücün evrensel bir sembolü olarak görülür ancak Nesin’in Koç Bekir’i bu algıyı yerle bir ederek gücün asıl kaynağının bilekte değil, zekâda olduğunu kanıtlar. Güreş meydanlarında rakipleri fiziksel güçlerine ve heybetli görünüşlerine güvenerek kollarını sıvarken çelimsiz Bekir onları zihin oyunlarıyla alt eder. Bu öyküde Koç Bekir’in her zaferi bizleri gücün ezberlenmiş tanımlarını yeniden yapmaya zorlayan bir ders gibidir.
Çelimsiz ve yaşını almış bir karakter olan Koç Bekir’in asıl ustalığı rakiplerinin psikolojilerini güreş süresince dile ve stratejiye hükmetmesindedir. Aziz Nesin, okuyucuyu güldürürken sessizce bir soru bırakır orta yere: Gerçek güç nedir? Pehlivanlık geleneğini altüst eden Koç Bekir, sanki kulağımıza eğilir ve der ki: “Gerçek güç bilekte değil, akıldadır.”
Koç Bekir’in hikâyesi, küçük insanların toplumsal kalıpları yerle bir ettiği bir zafer metaforudur. O, meydanlarda sadece rakiplerini devirmez; onun üzerinden toplumun güç algısını mindere serer. O, güreşi rakiplerinin zihinlerinde bitirir ve onların güçlü görünme çabalarını boşa çıkarır. Bu kurgu ile yazar, sıradan bir güreş sahnesini toplumsal bir eleştirinin odak noktası haline getirir. Bekir’in zaferleri, halk öykülerindeki ‘zeki köylü’ motifine güçlü bir selamdır; zekâsı ve pratikliği ile otoritelere meydan okuyan bir örnektir.
Koç Bekir, güçlü güçlü görünen figürlerin içi boş otoritelerini açığa çıkarır ve bizlere şunu hatırlatır: Gerçek zafer zekânın gücüne ve ustalığına aittir. Aziz Nesin, bu karakter üzerinden toplumsal önyargıların yarattığı güç algısını eleştirir. Bekir, meydanlarda kazandığı zaferleri ile bir kahraman oluşundan çok önyargı ve baskılara karşı bir direnişin simgesidir.
Aziz Nesin, “Bit Yarışı” ve “Sen Nerenin Pehlivanısın” öykülerinde toplumsal hiyerarşileri, güç ve otorite kavramlarını mizahın keskin diliyle sorgularken bizi sıradan görünen bireylerin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarır. Bu öykülerde, güç algısı ve bireysel zaferlerin ironik yanları tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilir. Ancak Nesin’in dünyası burada sona ermez. Onun mizahı, güç ve otorite eleştirisinden masumiyet ve zekânın çatıştığı daha derin yüzleşmelere kapı aralıyor. “Kayıp Çocuk” ve “Sizin Memlekette Eşek Yok mu?” öykülerinde, bireylerin toplumun dayattığı kalıplara meydan okuyuşları, mizahın sıcak dokunuşuyla harmanlanır. Burada artık güç, bireylerin mücadelelerinin yanı sıra toplumun ezberlerini bozma gücüyle de tanımlanır.
Aziz Nesin’in “Kayıp Çocuk” öyküsündeki Çocuk, masumiyetin klişelerini kıran zekâsıyla beklenmedik zaferlere ulaşan bir figürdür. Çocuk; zalim yetişkinlerin acımasız dünyasında çocuksuluğunu kalkan, zekâsını silah yaparak kendi adaletini sağlayan bir oyuncudur. Çocuk, saf çocuk maskesinin ardına saklanıp zararsız bir görüntü sergilerken zekâsıyla uyanık olduklarını zanneden zalimleri kendi tuzaklarına düşürür. Nesin’in mizah dolu kalemiyle bu öykü güç ve aklın ironik bir dansı olan ‘ava giden avlanır’ öyküsüne dönüşür.
Çocuğun zekâsı, koşullara uyum sağlamaktan doğan bir doğallık taşır. Çocuğun kurduğu tuzak aslında hinlikten, zarar verme arzusundan çok uzaktır; o sadece hayatta kalmayı ustalıkla öğrenmiş bir zihnin eseridir. Nesin’in ironisi burada zirveye ulaşır: Güç ve otoritenin sembolü olan yetişkinler, bir çocuğun naif ama stratejik zekâsı karşısında çaresizce dağılır. Bu sahneler, okuyucuyu kahkahalarla güldürürken, bir yandan da ‘gerçek güç nedir?’ sorusunun cevabını aramaya iter. Kim gerçekten güçlüdür? Fiziksel üstünlük, kaba kuvvet ya da statü mü, yoksa doğallık ve zihin gücü mü?
Çocuğun kabadayıları alt etmesi adeta zekâ ve stratejinin satranç tahtasındaki zaferine dönüşür. İlk hamlesi, takındığı maskeyi koruyarak kendini zararsız ve önemsiz göstermektir. Oyun başlar; kabadayılar kendilerini galip ilan ettikleri anda çocuk beklenmedik bir karşı hamle yapar. İşte bu noktada hikâyenin asıl mizahı ve trajedisi iç içe geçer.
Bu durum, Aziz Nesin’in eserlerinin temel sorularından birini gündeme getirir: Toplumun “büyük” olarak gördüğü figürlerin otoritesi, aslında ne kadar sağlamdır? Nesin, öykü boyunca bu otoriteyi sorgular ve okuyucuyu çocuğun eylemleriyle bağ kurmaya iter. Çocuğun zaferi bireysel olmaktan çıkar ve güç dengelerinin altüst olduğu bir toplumsal sahneyi resmeder. Hikâyenin sonunda geriye şu soru kalır: Çocuğun başarısı gerçekten bir zafer midir? Yoksa bu zafer toplumun yozlaşmasının bir sonucu mu?
“Kayıp Çocuk”, masumiyet ve zekânın yozlaşmış bir düzende trajikomik bir dansa dönüşmesinin öyküsüdür. Bu dans, bireysel direnişi hem de sistemin çarpıklıklarını aynı sahnede buluşturur.
Aziz Nesin, bireysel direnişin ve masumiyetin zaferini anlatan öykülerden sonra, bu kez toplumsal sınıfların derinleştiği, köy-şehir çatışmasının mizahi bir tablosunu çizer. “Sizin Memlekette Eşek Yok mu?” öyküsünde, bizi köy-şehir çatışmasının mizahla harmanlanmış arenasına davet eder. Hikâyenin merkezinde yer alan Köylü karakteri, sıradanlığı içinde taşıdığı zekâ ve bilgelikle, şehirli kibri karşısında adeta bir satranç ustası gibi hamleler yapar. Nesin’in mizahi kalemi, bu hikâyede sadece bireysel bir zaferi değil, toplumsal önyargıların nasıl altüst edilebileceğini gözler önüne serer.
Köylü, görünüşte saf ve eğitimsizdir. Ancak hikâye ilerledikçe bu sade görüntünün ardında zekice işlenmiş bir stratejinin yattığını fark ederiz. Şehirli figürler, köylünün “basit” zekâsını küçümseyerek tuzaklar kurar ama bu tuzaklar, onların kibirli planlarını başlarına yıkar. Nesin, burada ustalıkla şunu gösterir: Gerçek zekâ, en karmaşık tuzakları bile basit ama etkili bir hamleyle boşa çıkarabilir.
Bu noktada, öykünün başlığında yer alan “eşek” sembolü dikkat çeker. Eşek, köylü yaşamının vazgeçilmez bir parçasıdır; sadık bir dost, yük taşıyıcısı ve günlük hayatın bir metaforu. Ancak şehirli bakışı için eşek, küçümsenen bir figürdür. İşte Nesin, bu sıradan hayvan üzerinden köy ve şehir arasındaki kibir ve önyargıları mizahla sorgular. Eşek, köylünün pratik zekâsını ve şehirlinin içi boş üstünlük algısını yerle bir eden bir sembole dönüşür. Belki de asıl sorulması gereken soru şudur: Asıl “eşek” kimdir?
Köylünün stratejisi basittir: Sabırlı bir bilgelikle hareket etmek ve zamanlamayı doğru yapmak. Şehirlinin üstünlük kurmaya çalıştığı her sahnede köylü zekâsıyla hem okuyucuyu güldürür hem de düşündürür. Köylü karakteri, mizahın gücüyle modern dünyanın “geri kalmış” olarak etiketlediği sınıfların ne kadar derin bir farkındalığa sahip olduğunu gözler önüne serer. Bu, yalnızca bireysel bir zaferin ötesinde, toplumun alt tabakalarının sessiz bir direniş hikâyesidir.
Nesin’in köy-şehir çatışmasına dair eleştirisi, bireylerin günlük hayattaki basit ama etkili hamlelerine dayanır. Şehirli figürler, modern dünyanın sahte birer temsilcisidir. Kendilerini güçlü görürler ama bu güç, yüzeysel kibirden ibarettir. Köylü ise, bu kibirli yüzeyin altındaki boşluğu mizahi hamleleriyle açığa çıkarır. Köylünün zaferi, aslında modern dünyanın önyargılarına karşı kazanılmış bir galibiyettir.
“Sizin Memlekette Eşek Yok mu?” öyküsü, Aziz Nesin’in köy-şehir çatışmasını zekâ ve mizahla harmanladığı eşsiz bir anlatıdır. Nesin, köylünün basit görünen zekâsını, şehirlinin yüzeysel kibri karşısında bir ayna olarak tutar. Hikâye boyunca okuyucuya kahkaha attırırken, şu soruyu sormaktan da geri durmaz: “Gerçek üstünlük, statüde mi, yoksa bilgelikle dokunmuş bir zekâda mı saklıdır?”
Aziz Nesin’in dünyasında mizah, bir oyun değil, bir yolculuktur. Bu yolculukta, gülüşlerimize eşlik eden düşünceler, bizi hiç beklemediğimiz bir yere götürür: Kendimize… Nesin’in kahramanlarıyla gülerken, aslında onların acısını, zaaflarını ve zaferlerini kendi hayatımıza taşırız. Her öykü bir çağrıdır: Kim güçlü kim zavallı?
Peki biz bu kahkahaların altındaki gerçeklerle yüzleşmeye hazır mıyız?


