Burçin LAÇİN ALTAY
Emrullah ALP kimdir?
Şair, Emrullah Alp, 24 Aralık 1988’de İstanbul’da doğdu. Mardinli. Selçuk Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı, Anadolu Üniversitesi İşletme, Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümlerinden mezun oldu.
Şiirleri ve yazıları Varlık, Çevrımdışı İstanbul, Yeni E, Kitaplık, Şehir Edebiyat gibi birçok dergide yayınlandı. Yirmibirmart Kültür Sanat platformunun kurucularındandır. Gez Gör Menekşe isimli şiir dosyası 2021 Altın Defne Genç Şiir Ödülü’ne layık görüldü.
Kitapları:
İçimden Hiçime (2013), Kekeme Kırıntı (2017), Sanı (2019), Gez Gör Menekşe (2022), Hediye (2024)
Hediye kitabı, Emrullah Alp’in Annesinin Yokluğuna Şiirlerden Yaptığı Hediyesi…
“Anneme ‘Hediye’
Eksikliğimle…” diye tanıtılıyor kitabı… 72 adet basılan bir kitap ilk etapta. Beyaz kapağında, anneyi hatırlatan; beyaz, işlemeli, çiçekli bir yazma asılı.
Sözcükleri tüketmede biraz boğazımız düğümlü ve yaşamın gerçekliğini, acısını, bazen sevincini hatırlatması sebebiyle okuyucular içinde bir hayli zor. Sadece şiir değil çünkü mevzu. Yaşayacağımız ne varsa insana dair olduğunu bilerek, belki körelen taraflarımızı hatırlayarak, belki de en çok annemizi…
Emrullah Alp içindeki çocuğa dönerek, belki de tam o haline bürünerek sekiz naif şiir, sekiz inanılmaz hediye olarak sunuyor bize yani annesine. Burada Didem Madak’tan bir dize geliyor aklıma şiirlerin akrabalığından ya da bağından; “Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: Anne.”
“Annem Hediye Alp’e” diye başlıyor kitap, bir ithafın en samimi en içten en kırılgan haliyle…
Çünkü yokluğa, varlığından sonraki boşluğa yapılan bir sesleniş bu… Bir annenin varsıllığını bu kadar onore eden şiirlerden daha güzel bir hediye olamaz elbette…
İlk şiiri Hatırlanan şiiri olan kitap
“Annem bir kere öldü sonra her gün” dizesiyle başlıyor. Orada nefes almak şart tabii ki… Şiirde olan biten özetleniyor bu ilk dizeyle ama sonrası anlatılıyor şiir diliyle hem de kısacık ama upuzun bir destan gibi anlıyoruz üzüntüyü. Bir kayıpla birlikte ruhun da kaybolması ve kendini araması gibi. Yokluğun şiire dönüşmesi, kalbin özlemle değişmesi daha çok. Ruh halinin hezeyanından esen bir rüzgâr gibi.
“Ben artık” diyor şair, ben artık derken değişen halini ve yitirilenlerden kalanları sayıklıyor. Sevgiliyi dostu hatırlıyor ve bu süreçte kendini hatırlatanı unutmamaya söz veriyor. Zor zamanlarda yanında olana bir teşekkürün sözcüklere şiirle dönüşümü şöyle;
Sevgili için “ben bu seni seviyorumu unutmam” ve
Dosta “burada rüzgâr var gelsene, diyene dost oldum” diyor. Kalbini anlayıp düşünene… Ama yine de küskün ve kırılgan yine de kimsesizliği savunan bir yalnızlık içinde bitiyor şiir.
“Ben artık her gün bir şeye küsecek gibiyim sonra her şeye”
Yaşama, hayata bir küskünlüğe çaresizce iç çekiş aslında bu şiirler ve Hatırlanan şiiri unutulmayan gibi daha çok. Burada bazı hislerin derinliğinde boğulmaktan şiirle kurtulmak mümkün olduğu hissediliyor. Şiiri yazarken estetik, imge, dil bakımından kuramları da düşünürsek bütün bunların acıyı, hüznü sindirmesi ya da içine işlemesi içsel bir huzuru biraz olsun karşılarken yarayı da kanatıyor.
“Bizim bereketli topraklarımıza
Evlerimize, avlumuza
Çekinip çıplak ayakla bastığımıza
Onlar postalla”
“Siyah beyaz kimlik fotokopisi” şiirinden bu ve bu şiirde geçen “Kimse inanmadı öldüğümüze” dizesi hem anne hem de yaşanılan coğrafyaya atıfla geçmişe, çocukluğa, eğitime, zulme ve ölüme uzanıyor derininde. Mardin’e. Onun sızısına.
“Kırmızı yalan
Mor yalan
Beyaz, beyaz da yalan” diyor yalanlarla kurulan sisteme, sıkarak dişini ve sitemle.
Gerçekliğin yaşanmışlıkların seyrini değiştirmeden şairine o kadar ait ki bu şiirler “Şiir yazanın değil, ihtiyacı olanındır.” sözünü hatırlatıyor ancak sahiplenmek de çok zor bu durumda. Kitabı sebebiyle birlikte düşününce şaire haksızlık gibi ama şairden bağımsız düşünebilirsek birçok dize kendini bulmak ya da kendine dönmek ile alakalı.
“Anne su bile belki aktığına alışır
Ama ben şimdi sensiz nasıl”
Kırk’ı şiirinde de bir yaraya tuz basınca ancak bu kadar acır can diye düşünürken ve buna sabrı şu dize ulaştırıyor aniden, diyor ki; “Diz kapaklarımdan aşağıya inerken sabır…”
Şarkı Hediyesi şiirinde
“Beni koru gözünün gördüğü düşmanlardan
İyi değil sabahlar akşamlar
Neyi yanlış neyi doğru insanlardan
Beni koru yaptığım hatalardan”
dizeleri belki bir gün güzel bir ezgiyle buluşur da şarkı olur. Anneye dair ne çok şey var, bu şiirlerde bize hatırlatıyor yeniden ve yeniden.
Bir şiirin acıyı nasıl gösterip nasıl aynı anda dindirdiği şiirin gücü tabii. Dizeler yokluktan hesap sorarken yine varlığa şükürle sonunda yine bir isyanla son buluyor. İsyanı şiire dönüştürmenin zorluğunda acıyı sağalttığına da yeniden değinmek istiyorum. Yazarak kurtulduklarımız ya da kazandıklarımız ‘şairin ekmeği’ sanırım. Annemin Televizyonu ve Görmek Felaketi şiirlerine de kısaca değinirsek; sanki bir öykünün içinde, eski bir filmde yaşar gibi savaş ya da barışsızlıktan çekilen kahrın annenin hatta bütün annelerin yüreğinde kora dönüşmesini hissettiriyor.
“Benim izledikçe büyüdüğüm dağım
Şimdi üstünde karanfil açan toprak
Artık adımdaki ah’a üzülme anne
Yine kapımı çal, gözlerime bak.”
Kitabın bu son kısmı; hem annenin bir hediye hem de şiirin anneye hediye oluşu güzelliğinin gülümseten tarafını düşünerek, acıyı biraz olsun seyreltmeye yardımcı olması dileğiyle…