Beste NÂSIR (bestenasir@gmail.com)
Rafik Schami’nin ‘‘Gece Masalcısı’’ adındaki kitabının her birimize açtığı kapılardan girmeye ne dersiniz? Bu kitap, yalnızca içindeki hikâyelerle kapılar açmakla kalmıyor, aynı zamanda, hepimize hikâye anlatma sanatının bir örneğini de gösteriyor.
Kitapta Şam’la Beyrut arasında yolcu taşıyan ve aynı zamanda arabasına aldığı yolculara da öyküler anlatan Salim’in hikâyesiyle karşılaşıyoruz.
Salim, Şam’ın en ünlü öykücüsü olarak anlattığı hikâyelerle onu dinleyenleri her zaman büyüleyen yaşlı bir insan. Hem kendi mahallesinde yere çömelerek anlattığı öykülerini hem de yukarıda sözünü ettiğim gibi Şam’la Beyrut arasında yolcu taşırken arabada anlattığı öykülerini bir kırlangıç gibi uçuruyor. Onun anlattığı öyküleri dinleyenler zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorlar bile. Günlerden birinde, anlatacağı öyküler için ona her zaman ilham veren esin perisi Salim’i terk ediyor ve böylece Salim, maalesef dilsiz kalıyor; bir daha ancak benzeri duyulmamış yedi hikâye dinleyebilirse tekrar konuşmaya başlayabileceği koşuluyla…
Salim’in yedi arkadaşı, onun dilsiz kalmasına çok üzülüyorlar ve tekrar konuşabilmesi için çareler düşünmeye başlıyorlar. Aralarında anlaşarak her biri yukarıda sözünü ettiğim koşulun yerine gelebilmesi için öykü anlatmaya karar veriyorlar ve onlar da sırayla geceleri öykü anlatıyorlar.
‘‘Çöl hep yalnızdır’’
Günlerden birinde, Salim kendi mahallesinde yine bir öykü anlattıktan sonra onu dinleyenlerden biri Salim’e dilinden dökülen sözcüklerle insanları nasıl böyle büyüleyebildiğini sorunca Salim bunun çölün bir lütfu olduğunu söylüyor. Bu cevapla ne demek istediği anlaşılmayınca da şöyle açıklıyor: ‘‘Çöl, yabancılara önce güzel görünür. Birkaç günlüğüne veya haftalığına ya da birkaç aylığına gelenler çölü büyüleyici bulur. Ama sürekli olarak çölde yaşamak çok zordur. Günün yakıcı sıcağında ve gecenin titreyen soğuğunda fazla bir şey bekleme sen ondan. Bu nedenle kimse çölde yaşamak istemez; çöl hep yalnızdır. İmdat çağırsa bile kervanlar durmaz geçer; sahraya sağ salim varan insanlar sevinir. Günlerden bir gün büyükbabamın babası, (…) hısım akrabasıyla birlikte çölü geçmeye niyetlendi. Derken çölün imdat isteyen yakarışını duydu ve onu yalnız bırakmamak için orada kalmaya karar verdi. Yandaşları, kentlerin yeşil bahçelerini bırakıp yaşamını kumda sürdürmek istemeyen bu adamla hep dalga geçti. Ama büyükbabamın babası, çöle sadık kaldı. Yaşamı boyunca, yalnızlığa alışmanın cennetten farksız bir şey olduğuna inandı. İşte o gün bugündür çocukları ve torunları da çölün yalnızlığını güle oynaya, bazen de rüya görerek unutmaya çalıştılar (…)’’.
Dahası, kırlangıçları yeniden uçurabilme yeteneği de olan Salim, eşini kaybedince, oğlu Amerika’ya yerleşince ve kızı da evlenince evde yalnız yaşamak zorunda kalıyor. Böyle olunca da yedi arkadaşı Salim’i her akşam evinde ziyarete geliyorlar, ama Salim’in sesini kaybetmesinden sonra her şey değişiyor.
Salim’in yedi arkadaşının her birinin anlattığı hikâyelerle Salim tekrar konuşmaya başlıyor, evet, ama, bu yedi arkadaşın neler anlattığına daha yakından bakmaya ne dersiniz?
Mehdi, birbirini seven iki yıldızın öyküsünü, Seher Yıldızı’yla Şafak Yıldızı’nın öyküsünü, içine yine başka bir öykü daha katarak anlatıyor örneğin. Birbirinin içine geçen bu iki öyküden hepimiz hem Seher’in ve Şafak’ın öykülerini hem de bu iki yıldızın neden birbirlerini hep takip edip çarpıştıklarını öğreniyoruz.
Berber Musa, bir yandan dostu Salim’in saçını keserken bir yandan da Şam’ın eski krallarından birine yabancı bir adamın kralın hiç duymadığı yalanları anlattığı bir öyküyü anlatıyor yine her birimize. Bu öyküyle birlikte, bir ülkenin kralı da olunsa, bir kişinin her zaman haklı olamayacağı mesajı veriliyor her birimize ve tabii daha pek çok başka mesaj da bu öykünün tamamında bekliyor hepimizi.
Öyküler acılarımızın hafifleyebilmesi için de bize yardımcı olur
Başka bir yandan, Fadime, anlattığı öyküyle hem kendi hikâyesinde yolculuğa çıkarıyor hepimizi hem de bir canavarın bir masalcının anlattığı öykülerle nasıl sakinleştiğini, çektiği acılardan nasıl kurtulduğunu ve daha sonra da nasıl derisinin çatır çatır kırılıp içinden bir prensin çıktığını gözlerimizin önüne seriyor.
Nitekim, her bir masal, her bir öykü ya da her bir hikâye bizi birbirimize bağlar; içinde bulunduğumuz ortamdaki kişilerle çok daha yakın bağlar oluşturabilmemiz için her birimize kapılar açar ve bu kapılardan içeriye cesaretle girebilirsek eğer acılarımız da hafifleyebilir bana kalırsa.
Örneklerimi daha fazla çoğaltmadan ve kitabın sonuyla ilgili de ipucu vermeden sizleri kitapla buluşmaya davet ediyorum. Ayrıca, bu kitapta, anlatı sanatının nasıl bir sanat olduğu hakkında çok güzel ipuçları da var. Kitabın tamamını okuyanlar bu ipuçlarını da zaten yakalarlar.
Son olarak kitabın diliyle ilgili de şunların altını çizmenin önemli olduğunu düşünüyorum: Kitabın bazı bölümlerinde şiddet içeren çok fazla cümle var, yine bazı bölümlerde küfürlü ifadeler kullanılmış ve yine bu kitapta yalan söylemenin doğru olmadığıyla ilgili herhangi bir cümle bulunmuyor, sanki yalan söylemenin o kadar da sakıncalı olmayacağı gibi de anlaşılabilecek bazı bölümler var.
3 yorum
Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş..teşekkürler
Başarılarınızın devamını dilerim
Çok teşekkürler dayıcığım.