Derya AKAR BALCI
Resimden şiire, şiirden hikâye ve romana, sanatsal yazılara evrilen, çeşitli yazın türlerinde eser veren Ferit Edgü 1950 dönemi öykücüleri arasında yer almaktadır. Sanat hayatına Mavi dergisinde şiir ile başlayan Edgü, toplumcu çizgide ilerlemek isteyen Maviciler içinde, bireyin sorunlarına eğilerek zamanla onlardan ayrılmaya başlar. Öykü ve romanlarında, sanatın toplum sorunlarıyla ilgilenmesi gerektiğini düşünmesine rağmen eserlerinde özellikle romanlarında bireyin varoluş süreci üzerinde durur. Eserlerinde Kafka’nın ve varoluşçuluğun etkisi görülür. Kendi tarzını ve kendi yazın öyküsünü yaratır. Dili kullanmadaki ustalığıyla kendi çizgisini bulur. Onun öykülerini sadece okumak yetmez; duymak, hissetmek, ansımak gerekir.
Edebi yolculuğunda Hakkâri yılları, eserlerinin ve kendi yaşamının dönüm noktasını oluşturur. Eserlerinde Hakkâri öncesi ve sonrası olarak iki döneme ayırmak mümkündür. Aykırılığı yazarlığın, sanatçılığın kaçınılmaz bir parçası olarak gördüğü için geleneği yadsımayan fakat gelenek çizgisini kırarak yeniye ulaşmaya çalışır. Geleneksel anlatım kalıplarını yıkarak deneysel, yeni bir üslup yaratır kendine. “minimal” sözcüğünü yazın dünyasında henüz kimse kullanmıyor iken Ferit Edgü kullanır. İlk defa Binbir Hece (1991) adlı eserinde kullanır. Daha sonra ise Doğu Öyküleri’nde kullanır ve kullanmaya devam eder. Birçok söyleşisinde bu sözcüğü ressamlardan aldığını söyler. Yazın hayatımızda minimalist öykünün, küçürek öykünün öncülüğünü yapar. “İşte Deniz, Maria” adlı öykü kitabının ön sözünde, yalınlığa, daha çok yalınlığa, artık hiçbir fazlalığı içinde barındırmayan yapıya ulaşmak istediği için küçürek öykü türüne yöneldiğini belirtir.
Öykülerinde; metaforları, sembolleri ve bilinç akışı tekniğini yoğun bir şekilde kullanır, okuyucularını düşünmeye sevk eder. Öykülerinde durumlar, olaylar, düşler, gerçekler iç içedir. Onun olayları gözümüzün gördüğü değil gözümüzü kapadığımızda duyumsadığımız, hissettiğimiz olaylardır. Düş ile gerçek, birlikte yol alır.
Ferit Edgü’nün “İşte Deniz, Maria” adlı öykü kitabı duyularak okunacak öykülerden oluşmaktadır. Üç bölümden oluşan eserin birinci bölümünde klasik öykü denemeleri yer alır. Bu beş öykü 1960’ların öykü anlayışını yansıtmaktadır. Diğer iki bölümde ise son dönemde kaleme aldığı “kısa çok kısa öyküler”, küçürek öyküler yer alır.
Birinci bölüm öykülerinin ilki Perisiz Ev’de anlatıcı “eve” olarak kurgulanır, onu en son terk eden ev sakini olan evin oğlu ile konuşmaları yer almaktadır. Öykü 1985 yılında kaleme alınır. Klasik öykü anlatımı göze çarpan özelliklerden olmasına karşın kullanılan dil ve üslup bakımından yenilikçidir. Öyküde geçmiş anlar, hisler, yaşanılanlar ve andaki durumlar diyaloglar halinde “ev”in serzenişleri ile verilmektedir. Ev”in ruhu vardır adeta. Geçmişi yok etmek evi yakmaktan geçtiğini bildiği için ev sakinine kendisini yakması gerektiğini yalvarırcasına dile getirir. Sonunda bir monologa dönüşür öykü, bir insanın iç hesaplaşmasıdır. Geçmiş, unutulmaz; anda, eşyada, nefeste, her şeydedir. 1986 yılında kaleme alınan Kör ve Hançer adlı öyküde gözleri görmeyen ihtiyar ve yanında bulunan gencin, kapının anahtar deliğinden izledikleri görüntüler yer almaktadır. Gözleri görmeyen ihtiyara genç, gördüklerini anlatır ve ihtiyar olanları hatta olacakları değerlendirir. Bir erkek ve bir kadın ilişkisi üzerinden işlenen cinayet ve hırsızlık… Duvarda asılı olan deniz manzarası arka planda olanların görülmesini engellemektedir. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, mesajı üzerine kurgulanmış bir öykü diyebiliriz. Adam/Kadın/Çocuk adlı öykü 1987 yılında kaleme alınmış, sosyal içerikli iletilere sahip bir öyküdür. Yasak aşkı tüm çıplağı ile verirken durumun farkına varan gencin umursamaz, adamsendecilik tavırları ile son buluyor. Öyküler genel olarak kadın erkek ilişkileri üzerinden sosyal olgulara değinen, değiştirilemeyecek durumları gözler önüne serme niteliği taşımaktadır. Topluma yönelirken, toplumu oluşturan en küçük yapı taşı aile, ve bireye değinmek asıl sorunun temeline inmektir.
İkinci bölüm “Çok Kısa Öyküler” başlığını taşıyan küçürek öykülerden oluşmaktadır. Ferit Edgü’nün öykülerinde gerçek; sessiz, umutlu, trajik olarak yer alır. Ve her şey öykülerine konu olabilir. Yaşananlar gerçek ya da hayaldir, gerçekliğe olan bakış açısı ile ilgilidir. Bu bölümdeki küçürek öyküler, Edgü’nün küçürek öyküdeki ustalığını sergiler niteliktedir. “Öç”adlı öyküsü bu türün en güzel örneklerindendir.
“Köyün en hoppa kızıydı.
Onu köyün en aptal kızına verdiler.
Hiç çocukları olmadı.
Daha doğrusu, sayısız çocuklarından hiçbiri o en aptal gençten değildi.”
Öykü dört cümleden oluşmaktadır. Oldukça yoğunlaştırılmış, sıkıştırılmış, derinliği olan bir anlatıdır. Bu kadar az sözcük ile yaşamın birçok yönünü anlatmak mümkün görünmezken sadece bir durumu göstermesi, belirtmesi küçürek öyküdeki başarısını gösteriyor yazarın. Öykü; toplumdaki katlanılmaz yarayı eşeleyen, “hoppa” sözcüğü üzerinden kadınların toplumdaki yerine göndermeler yapan, kadınların “öç” duygusunu tetikleyen durumları gözler önüne seriyor.
Bölümdeki diğer öyküler de toplumdaki bireyi, bireyin toplumdaki yerini, bireyin varoluşunu sorgulamasını, toplumun erkeğin ve kadının üzerine yüklediği görevleri yoğunlaştırılmış bir şekilde dile getirmektedir.
“Yılan” adlı öyküde de babası ölen gencin kabilenin başına geçmek durumunda/zorunda oluşunu dile getirir. Sosyal statü, bazen hak edilir bazen de hak olarak verilir, bir mecburiyettir. İçimizdeki gizli benliği ortaya çıkarır.
Üçüncü bölüm, “İşte Deniz, Maria” başlığı altında toplanan öyküler bireyin yalnızlığı, çağrışımlar ve günlük ansımalar üzerine kurgulanmış anlatılardan oluşmaktadır. Deniz ve deniz insanları öykülerin temelini oluşturmaktadır. Eserin ve bölümün son öyküsü, esere adını veren öyküdür. Kadın imgesi gerçek midir hayal midir okuyucuya bırakılan bir not niteliğindedir.
Ecco il mare Maria!
Küçürek öyküler zaten, söylediklerinden ziyade söylemediklerinde kendini bulur, okuyucusunu düşündürür. Hayat bir yoldur ve bizi nereye götüreceği meçhuldür.
Ferit Edgü, İşte Deniz, Maria, Yapı Kredi Yayınları, 2000.