HASRET BALABAN
“Görmüş geçirmiş” sözü, hem gerçek hem mecaz anlamda Sait Faik’i tam tanımlayan bir ifade. Yoksul ve varsıl olarak iki döneme ayrılan ömrünü dolu dolu yaşayabilmek için çabalayan bir sanatçı o. Edebiyat fakültesini de ekonomi öğrenimini de Türkçe öğretmenliğini de yarıda bırakıp yön değiştirmeleri hep doyurucu bir yaşam için. İnsanlarla olan ilişkileri ona yetmemiş, kendine hayâli arkadaşlar yaratmış. Sokaklarda tek başına dolaşmış; gördüğü insanlarla, hayvanlarla, eşyalarla aklından konuşmuş, sohbet etmiş. Konuştukları da öykülerinde can bulmuş. Türk edebiyatında durum hikâyesinin zirvesine oturmuş. Nurullah ATAÇ, onun için “Türkiye’nin en iyi hikâyecisi.” demiş.
Ruhunu açma, içini dökme isteği duyan bir entimist diyebiliriz ona. Ancak halkın içinde gezinmesine rağmen hikâyeleri herkesin anlayabileceği türden değil. Okurun kitap seçtiği gibi Sait Faik de okuyucusunu seçmiş bir bakıma. Öyküleri, kimine tamamen kapalı, kimine tülle örtülü gelebilir. Onun amacı her dünyaya girmek değil. Bazı hikâyelerinde ikircikli duyguları bir arada işlemesinin sebebi de bu diye düşünüyorum.
‘’Alemdağ’da Var Bir Yılan’’, ölümünden önce yayımlanan son kitabıdır. Bu kitapta on altı öykü bulunuyor: Öyle Bir Hikâye, Yalnızlığın Yarattığı İnsan, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Panco’nun Rüyası, Melâhat Heykeli, Yani Usta, Rıza Milyon-er, Sarmaşıklı Ev, Eftalikus’un Kahvesi, Hişt, Hişt, Dülger Balığının Ölümü, Kafa ve Şişe, Çarşıya İnemem, Dolapdere, Bir Hastalık, Yılan Uykusu
‘’Öyle Bir Hikâye’’, ‘’Yalnızlığın Yarattığı İnsan’’, ’’Alemdağ’da Var Bir Yılan’’, ‘’Panco’nun Rüyası’’, ‘’Hişt, Hişt’’ ve ‘’Yılan Uykusu’’ hikâyelerinde sürrealizm akımı belirgin şekilde hissediliyor. Bu öykülerde hayâlî unsurların oldukça baskın rolleri var. ‘’Kafa ve Şişe’’de bu hayâlî karakterleri neden ve nasıl yarattığını açıkça anlatmış. Onun için boş boş dolaşmak, hayatı okumak için olmazsa olmaz. Panco, en iyi arkadaşı ve ona derinden bağlanmış. İstediği zaman onu görebiliyor. Aynı zamanda ona hayran ve onunla her türlü duyguyu aklında yaşıyor. Üzülmek isterse Panco onu terk ediyor, sohbet etmek isterse bir meyhanede ya da ‘’Eftalikus’un Kahvesi’’nde denk geliveriyor ona. Zaman zaman aynı yatakta yatıyorlar, birbirlerinin yüzüne bakıp ruhuna akıyorlar. “Yalnızlığın Yarattığı İnsan” İshak(Sait Faik), Panco ile duygusal anlamda iç içe geçmiş durumda. Panco ile İshak arasındaki bu bağ, homoromantik ilişkiyi akıllara getiriyor. Sanki romantik ve erotik açlığını Panco ile doyurmaya çalışmış. Ama başka bir dünyada. Panco ile kendine kurduğu öte dünyada. “Alemdağ’da Var Bir Yılan” öyküsünde dünya ötede idi leitmotifi bunu kanıtlıyor. Yine aynı öyküde kendini yılanla bir tutması, belki de homoromantik oluşunu ayıpladığındandır. Çünkü yılan, çoğu kültürde lanetlenmiştir. Yakın arkadaşı Mina URGAN da Sait Faik hakkında şunları söylemiş:
“Öykülerinden de anlaşılacağı gibi, Sait Faik’in bir eşcinsel yanı gerçekten de vardı. Ama bana kalırsa, biseksüel olan Sait’in eşcinsel dürtüleri, uygulanmaya pek konulmayan, yani platonik kalan bir duygu, çok yoğun bir duyguydu ancak. Buna karşılık, Sait’in kızlara âşık olduğunu, hem de ölesiye âşık olduğunu çok yakından biliyorum.’’(Mina URGAN, Bir Dinozorun Anıları,YKY.)
Sait Faik bu kitabındaki öykülerini ikiye bölmüş. Kitaptaki “Melâhat Heykeli”, “Yani Usta”, “Rıza Milyon-er”, “Sarmaşıklı Ev”, “Eftalikus’un Kahvesi”, “Çarşıya İnemem”, “Dolapdere”, “Bir Hastalık” hikâyelerinde daha çok gerçek dünyadan, gerçek insanlardan bahsetmeyi yeğlemiş. Hem hayâlî hem gerçek karakterlerden oluşan bu kitap Sait Faik’in iç çözümlemesi niteliğinde. “Benim bir içim bir de dışım var.’’diyor âdeta. “Hişt, Hişt” hikâyesinde de yaşama sevincini alışılmamış bir yoldan aktarıyor. Bu hikâye, doğanın aslında bizimle her daim iletişimde olduğunu ve onu duymamızı istediğini anlatıyor. Yaşamın erken dönemlerinde hayattan zevk almaya başlamanın önemini vurgulamak için, zamanında liselerde okutulan edebiyat ders kitaplarına da alınmış bir öykü bu.
“Alemdağ’da Var Bir Yıla” adlı kitaptaki karakterleri, Sait Faik’e öykünerek kısa bir hikâyeyle tanıtmak isterim:
Sait Faik bir gün, yarattığı karakterlerle Eftalikus’un kahvesinde, yuvarlak bir masada sohbet etmek istemiş. Ama adı Sait değil İshak’mış. Tam karşısına Panco’yu oturtmuş. Çünkü yakasındaki kürkü görmek, yüzündeki sivilceden de ruh hâlini okumak istiyormuş.
Sohbete İshak başlamış:
–Panco, o gün sen benimle yolda yürürken, ben karşıdan gelince, neden yanındaki ben ile benden kaçıp gittiniz/gittik?-diye sormuş.
-Sen onu boşver. Neden gittiysek gittik. Asıl sen neden Alemdağ’da top oynarken yılanla bir olup bile bile yedin golü?-demiş Panco elinin tersini masaya vurarak.
Üç saniye bakışmışlar. İshak ‘’Mızıkçılık ettim işte.’’ diyememiş. Ama:
-Seni bir daha göremeyecek miyim?-demiş pattadak(S:86).
Panco:
-O, benim bileceğim iş!-demiş.
İshak, masadakilere ‘’O, benim bileceğim iş!’’ ne demek diye tek tek sormuş. Hiçbiri cevap verememiş.
Rıza Milyon-er konuşmuş sonra:
-Siz onu bunu bırakın. Harp kapıda. Mareşal Tito’yu Londra’da vurmuşlar(S:50). Benim soğanı, patatesi, mısırı, yulafı üstüne onar kuruş koyup satarsam, harp de patlak verirse milyonerim. O zaman eczaneden ‘’Seyahat İğnesi’’ alıp hooooop düşerim evimin damına.
Yani Usta ters ters bakmış Rıza’ya, diğerleri şaşkın şaşkın.
Rıza:
-Ne var? Ne bakıyorsunuz öyle yahu? Kimse sizin karnınızı doyurmaz. Herkes kendi yoluna bakar bu hayatta. Ben parama bakarım, parama. Çuvalla para döküp soyadımı ‘’Milyoner’’ yapmış adamım ben. Milyonun erkeği, milyonun adamıyım ben be.
-Ama milyoner değilsin işte.-demiş Canvermez. Rıza’ya bakarak devam etmiş:
-“Sarmaşıklı Ev”imi kiraya verip hayatımı kazanayım dedim, bütün köylü üzerime geldi. Soranlara göstermediler benim çandı evimi. Her geleni kovdular. Tek başına yaşamıyorsun bu hayatta Rıza Efendi. Herkes gücünün yettiğine çullanıyor.
Yani Usta dayanamayıp lafa girmiş:
-Kimse çullanamaz kimseye. Sen namusunla işini yap, hakkıyla aldığının karşılığını ver, hepsi olur gider. Senin eve de bugün değil yarın gelir kiracı. Sabret hele. Tek başına, dik dur. Öyle çok insan da takmayacaksın peşine. Almayacaksın canevine. Ya, işte böyle Canvermez.
–Canvermez değil CANVEREMEZ.-demiş İshak. Cevap vermemiş Yani Usta. Boyun burkmuş sade. İshak devam etmiş:
-İnsan insansız yaşayamaz. Ama insan yasaklı hayvandır(S:88). Canı çekiyor diye tutup öpemez birini. Ancak hayalinde…
Hidayet:
-Canı çekiyor diye öpemez ama ölesiye, öldüresiye sevebilir abi.
İshak:
-Sonra saklanacak cep arar sen gibi. Susam kokan karanlık bir cep.
Hidayet:
-Çok sevdim be abi! Pakize’yi çok sevdiğimden öldürdüm ben.
İshak gülümseyerek:
-Senin yüzünden bekçiden azar işittim köftehor. Ya fark etseydi cebimde olduğunu.
Panco araya girmiş:
-Sen o gece ateşliydin, çok hastaydın İshak. Ne zaman oldu bunlar?
-Sana gelip yanına uzanıp huzur bulmadan yarım saat önce. Gelmeseydim ‘’Dülger Balığının Ölümü’’ gibi yavaş, titrek ve bembeyaz olacaktı ölümüm.
Ömrünün son zamanlarında siroza yakalanan Sait Faik, hastalığının ve yaşadığı yerin-İstanbul’un- kasvetiyle iyice huysuz birine dönüşmüş. İstanbul’dan nefret ediyor ama onu terk edemiyormuş. İçip, sokaklarda bağırıp, önüne gelene küfredip, uykusuz kalıyormuş. Toplum düzenine başkaldırıyormuş adeta. Bir gün bir arkadaşı ona, “Şu deniz kenarlarından, Rumlardan, balıkçılardan, talihsizlerden kendini kurtarsana.” demiş ve şu cevabı almış: “İstanbul’da yaşıyorum ve İstanbul, bu saydıklarındır.”
Gezmiş, dolaşmış, sevmiş, nefret etmiş, yazmış, anlatmış ama yetmemiş bu yaptıkları ona. Kısa ömründe onu oyalamış sadece. Onun dehası bu dünyaya fazla gelmiş. Bana göre aklı taşmış, dökülmüş sokaklara. Toplamaya çalışmış, toplayabildiklerini kitaplarına koymuş. Ama hâlâ caddelerde, sokaklarda aklından parçalar görüyormuş. Gördükçe deliriyormuş. Bir kadeh, bir kadeh daha… İçtikçe anlatmak istediklerini de yutuyormuş. Yuttuğu gerçekler onu bu dünyadan 1954’ün mayısında çekip almış.
Sait Faik ABASIYANIK, Alemdağ’da Var Bir Yılan, Bilgi Yayınevi, Dokuzuncu Basım,Ankara,1996.