Sibel TURGA METİN
70’lerin Türkiye’sinde elinde bir ayna sokak sokak bizi gezdiren kadın yazarımız Füruzan. Okuru içine alan, sarmalayan, değiştiren ve dönüştüren eserlerin yazarı. Açık bir kapı aralığından hayata bakar gibi. Baktığımız aralık genellikle ara sokaklara, yoksulluğa, karanlığa ve açlığa açılıyor. Bu sokaklarda küçük bir çocuğun gözyaşları, bir kadının yıkılan hayalleriyle en derinden karşılaşıyorsunuz. Yaşamayı unutanların, hayatın sınırları gönlüne dar gelenlerin ve dar gelirlilerin dünyası seriliyor öyküler boyunca önünüze.
Realizmin penceresine bir saksı çiçek gibi kadın duyarlılığını yerleştiriveren bir yazar Füruzan. Realizm yani katı gerçeklik bir anda ışıklı bir betimlemeye dönüşüveriyor, bu arada sizi de dönüştürüyor.
Kötü yola düşmüş kadınların, çöken burjuva ailelerinin, yoksullukla boğuşan kadınların, göçmenlerin gözünden halı dokur gibi Türkiye’yi ve Türk insanını anlatıyor. Drama kattığı empatiyle süslü dil okuru içine alıyor. Empati birçok öyküde yaşanmışlıktan süzüldüğünü size hissettiriyor. Çocukluğunda kısıtlı imkânlardan dolayı okula gidemeyen Füruzan, resim yapmaya meraklı çocuk Füruzan “Kuşatma” adlı öyküde bir annenin ağzından dökülen sözcüklerle empatinin de ötesine geçiriyor okuyucuyu.
Akışı tersine çevirmeye çalışmayan, gördüğünü, izlediğini tüm çıplaklığıyla anlatan bir yazar o. Her satırda biraz ondan, biraz bundan ama çokça bizden satırlarla yol alıyoruz. “Çocukluğumuzdan kalan, kapalı kapıların ardında mayalanıp durmuş, çökelmiş anılar…” cümlesinin yaktığı ışık gibi. Ayrıntılardaki ustalığı, insan sıcaklığı ve gözlem zenginliği onu farklı bir alana taşıyor.
Kelimeler tamlamalara, tamlamalar cümlelere dönüşürken okuyucu da evriliyor hayat sahnesinde.
“Kuşatma” adlı öykü kitabında beş öykü bulunuyor: Tokat Bağ İçinde, Kuşatma, Ah, Güzel İstanbul, Kırlangıç Balıkları, Redife’ye Güzelleme.
TOKAT BAĞ İÇİNDE
Burjuva-halk, ezen-ezilen, gülen-ağlayan ve iki yüzlülüğün karanlıklarında sınanmış insanlar. Üst sınıf birinin diğer sınıftan gördüğü bir arkadaşıyla sohbeti sırasında büyük resmi görüyoruz. Tezatların birleşiminin en güzel örneklerinden birini sunuyor Füruzan bize. Hikâyeye gelen herkes işlevsel aslında. Hepsinin diyecek bir dünya kelamı var. Betimlemeler özellikle taşra betimlemeleri sözcüklerle resim yapmanın dile gelmiş hali. Burjuva halk çatışması en nahif cümlelerle çıkıyor karşımıza. “Sözü bir yerde noktalıyorsun, su olsak akamıyoruz yanına.” derken Füruzan aslında tarafını da sezdiriyor okuyucuya.
İnanılmaz psikolojik tespitlerle devam ediyor öykü. “Paris’teyken Notre Dame’i görmüştüm. Org sesleri bunalmanın koyuluğunu tanımlıyordu. İnsan sanki yaşama deneyimi arttıkça istese de bunalımını engelleyemiyor.” cümlesi bilmenin yangınını göstermesi açısından oldukça belirleyici.
Geriye dönüşler ve leitmotifler kurguyu oldukça şekillendirmiş. Öykünün en can alıcı yerlerinden biri kahramanın çocukluğundan izler taşıyan bölüm. Füruzan bu öyküde nesnelere anlam yüklemenin en belirgin tarafını gösteriyor biz okurlara. Varsıl bir evde büyüyen bir çocuğun, kapıcının çocuğunun elindeki kayığı istemesi ve onu elinden hiç düşürmemesi çatışmanın anlam kazandığı nesne olması açısından oldukça etkileyici.
Füruzan çokça çöken burjuva ailelerinin ikilemlerini ve kendi iç dünyalarındaki çelişkileri de göstermeye çalışmış bu öyküde. Buradaki çocuk kahraman da annesini gözlemliyor. Evlerinde çalışan insanlara yönelik annesi, “Acınıp durma, onları tanımıyorsun. Daha çocuksun. Onlar düşünmeyi, acı çekmeyi bilmezler. Arada bir sıla diye tuttururlar. Alırsın üç beş metre pazen verirsin ellerine, hemen unuturlar sılalarını. Bunları bilmeden nasıl ağlarsın, o köylü parçaları için?” diyerek üstenci bakış sergiliyor. İlerleyen zaman diliminde çocuk büyüdüğünde “Annem benim için daima gürültüdür. Sesini engellemenin yolunu nedense bulamamışımdır. Ben de onun gibi konuşmaya başlarsam diye hep ürktüm.” diyerek belirtiyor duygularını. Kahramanımızın güzel bir kadın olmanın ötesine geçmeyi hedefliyor. Bütün amacını ailesini aşmak ve ilginç bir kadın olmak, diye açıklıyor. Kafa karışıklığı içindeki savaştan okur olarak siz de nasibinizi alıyorsunuz. Kafası karışık burjuvanın insanı zorlayan düşüncelerini ustalıkla anlatıyor Füruzan. Gebe kalan bir kadının üç ay boyunca bebeğini aldırmaması, içinde bir hayatın şekillenişine şahitlik etmesi ama üç ayın sonunda bebeğin şehrin lağımlarına karışması metaforu ise oldukça sarsıcı.
Bozkırlar, taşra, âdetler, gelenekler, siyaset, bozulan toplum yapısı ve halkın her şeyin üstünde olan irfanı Füruzan’ın süzgecinden geçip bize kadar geliyor.
KUŞATMA
Bir kenar mahalle semti… İstanbul’un arka sokakları… Erzurumlu, Tuncelili, Rum, Yahudi, Türk yani kozmopolit bir İstanbul resmi sunuyor yazar bize. Emekçi kadınları, çocuk işçileri, hevesi kursağında kalanları ve çocuk olmadan kadın olanları anlatıyor öykü. Anlatmıyor da sanki belleğimize bir resim yerleştiriveriyor Füruzan. Dersimli Hurşit’in ağzından “Hey, gözünü sevdiğimin İstanbul’u! Bizsiz hiç olmaz. Apartmanların kapıcısı biziz, koca kahvelerin ocakçısı biziz.” cümleleriyle nereye bakacağımızı da gösteriyor yazar bize. Bu öyküde herkes bir diğerinin ötekisi. Nazan on dördünde. Çocuk işçi o. İşten çıkıp gelirken “O yabancı yürüyüşü nerden bulup çıkarmışsa onu da bırakıvermişti eve gelince.” cümlesi içsel, dışsal, sınıfsal her türlü çatışmayı belirgin hale getiriyor. Füruzan’ın hayatından bir rüzgâr taşıyan cümleleri görüyoruz bu öyküde. Tel dolabın telleri püskürtme yapmak amacıyla kesildiğinde anne “A benim akılsız kızım! Resme bu kadar merakın sana ne yararı olur? Resim yapmakla para kazanılmaz ki.” cümlesi bu rüzgârı bize taşıyor.
AH GÜZEL İSTANBUL
Sarı Kâmil… 969 model MAN 520 şoförü. Zengin betimlemeler eşliğinde bir İstanbul semtinin ara sokaklarına misafir olup o evlerin her anına şahitlik ediyorsunuz bir okur olarak. Kelimeler süngü gibi, kılıç gibi bir gerçeklikle kalbinize batıyor.
Toplumu tüm gerçekliğiyle gözler önüne sürerken Füruzan, bir kadın duyarlılığıyla psikolojinin dar labirentlerine atıyor okuyucuyu. Man 520 kullanan bir uzun yol sürücüsünün kamyonuyla pekişmesinin sonucu sokaklarda yürürken bile arkadaşlarından daha önde durması, yayalara çarpıp kaza yaparım kaygısıyla hareket etmesi insan davranışlarının şekillenişini veriyor.
Cevahir ve Sarı Kâmil… Toplumun en dip sınıfındalar. Parmak kaldırıp da söz verilmeyenlerden onlar. Bazen görülmeyen, bazen duyulmayanlardan. Cevahir bir “hayatsız kadın”. Yolları kesişir Sarı Kâmil’le. Bir an rengi değişir dünyanın. Cevahir bambaşka sularda yüzmeye başlar. Kanaviçe rengindedir hayatı artık. Füruzan nesnelere burada da en derin anlamları yüklemeyi başarmış bir yazar. Ama uzun sürmez Cevahir’in bu yolculuğu. Baş edilemeyen hayata başlarını sunanlar ve hep kaybedenlerdir onlar aslında.
KIRLANGIÇ BALIKLARI
Gazinolar, sahil, ay ışığı ve gecelerin görünmeyen yüzü… Bir sahil kasabasındaki otelin açılmasıyla orada yaşayanlara ayna işlevi görerek yoksulluklarını göstermesine şahitlik ediyoruz bu öyküde. Varsıllık yoksullukla yoksulluk ise varsıllıkla görünür oluyor. Mehmet’in “Parasıyla, parasıyla ama balıkların da keyfine paralarıyla karışamazlar ya. Hadi bize karışıyorlar diyelim.” cümleleriyle sınıflar arasındaki uçurumun kayda alındığı bölüm oluyor. Bu öyküde Zarife, parasızlıktan kötü yola düşmüş bir kadın. Zarife’nin hiç soru sormayan çocuğunu, konuşmanın acemisi olan balıkçıları satır arasında görmek oldukça etkileyici bir biçimde verilmiş yazar tarafından.
REDİFE’YE GÜZELLEME
Karısı doğum yapacağı için evden çıkıp ayakkabı tamircisi arkadaşına gelen Bulgaristan göçmeni Temir ve küçük kızı ile başlıyor öykü. Yoksulluğa inat küçük kız çocuğunun elbisesindeki dallı güllü renkler zıtlıkların terkibiyle bir güzellik sunuyor okuyucuya. Ayrıntı ustası olan Füruzan inanılmaz derinlikli gözlemlerini sunuyor öyküde… Ayakkabı tamircisine gelmiş fakat yıllardır alınmamış kadın ayakkabılarının ne anlama geldiğini hepimiz anlıyoruz aslında anlamasak da ruhumuzun derinliklerinde hissediyoruz.
“Rum, Ermeni, Türk kadınların eş sözlerden kurulu bezgin konuşmaları… En çok yadırgadığı ilk işe başladığında müşterilerinin onun yüzüne hiç bakmamasıydı. Sonraları alışmıştı yüzüne bakılmamasına.”
“Onarıldıkça yoksulluğu artan kunduralar.”
“Çocukluk ak bir kitaptır. Her şey derin yazılır bre Temir!”
“Gülüşü söylediklerinden özür diler gibi.”
“Çocuk kalması daha iyi bir kızın.” gibi cümlelerin derinliğinde kayboluyorsunuz. Her cümleden tek başına uzun bir öykü çıkacak olması da Füruzan’ın gücü olsa gerek.
Bir kadın okur olarak okumanın kat be kat fazla keyif verdiği büyük usta Füruzan’ı rahmet ve minnetle anıyorum.
Füruzan, Kuşatma, Yapı Kredi Yayınları, 18. Baskı, İstanbul.