Burçin LAÇİN ALTAY
Halikarnas Balıkçısı… Deniz kokan ismiyle kaleminden dökülen nahif öyküler antik bir yankı uyandırıyor. Bu yegâne ismi sahiplenmiş yazar, aşkla bağlı olduğu doğadan çıkardığı ufak ayrıntıların madeniyle isim hakkını sonuna kadar zenginleştirerek veriyor. Bütün denizler onun sözcükleriyle anlatılsa ne güzel olurdu düşüncesi soluklanıyor akıllarda…
Hayalle gerçek arasında mitolojik öğelerle de beslediği üslubuyla doğayı, hayvanları kişiselleştirerek farklı karakterleri; deniz kokulu düşlerle on iki büyüleyici öykünün dalgalarında yüzdürüyor.
Nefes alan denizi, çocukluğun uçarı düşlerini, savunmasız hayvanları, acımasız insanları ve tüm yaşamın haksızlığını kendine has sakin üslubuyla, okuyucunun içine işleyen benzetmelerle sahici kılıyor. Kimse inkâr edemez denizin nefes almadığını, adanın gülmediğini, hayvanların kurduğu hisli cümleleri…
İçten ve samimi öykülerinde eski isimleri kullanarak mitlerde olabilecek kadar büyülü bir anlatımı resmediyor. Bazen bir tanımla, bazen olayla, bazen de bir anlatımla sakince başlayıp git gide derinleşen bir kuyu gibi içine çeken öyküler, merak uyandıran ve şaşırtan yapısıyla zihinde yeni ve güneşli pencereler açtırıyor. Çocukların hayal dünyasını asla küçümsemeyerek, hatta geliştirecek fikirleri hiç çekinmeden yalın bir dille aktarıyor. Umutlu hikâyeler git gide daha karamsar olayların anlatıldığı hikâyelere dönüşse de umudu kaçak üzere olan bir uçurtmanın ipi gibi yakalıyor. İyilik ve kötülük çatışmasının sürekli sürdüğü kitap, sonunda hüzünlü de olsa bir gülümsemeyle kapatılıyor.
Düşlerin gerçeğe dokunduğu yerde öykülerin ince sesi şöyle duyuluyor:
Gülen Ada: Arşipel’in İncisi, gülümsedikçe güzelleşen bir kadın gibi… Kitaba ismini veren bu öykü denizin büyüleyici dünyasında düşlere sürüklüyor yürekleri… Gerçek aşkı özümsemiş ve ancak denize âşık bir insanın yazabileceği bu öyküde; okuyucu da denizi sever ya da zaten seviyorsa bu sevgisi kuşkusuz bin kat daha artar. Gülen Ada’nın onu karşılamasındaki mutluluk başka bir insanda olamayacak ulaşılmaz bir sevgiden doğuyor ve o kadar nahiflikle anlatıyor ki gerçekle düş arasında köprüde salınıyor okuyucunun zihni. Adalar kara sevdalısı Deli Davut karakterinin deniz aşkını öyle içten anlatıyor ki yazarın kendi iç dünyasının hislerini duyar gibi oluyoruz. Adanın huysuz bir insana dönüşmesi de aştaki hırçınlığıyla besleniyor adeta. “Adanın asıl tuhaflığı; adamın adayı değil, adanın adamı seçmesiydi ifadesiyle adayı almak isteyen Kocadağ karakterini adanın istemediğini “Deniz ortasında asık suratlı bir hayalet kesildi.” sözüyle taçlandırıyor. Adanın nasıl hisli bir canlı olduğu artık inkâr götürmez hafızalarda…
Hayatımın Romanı (Bir Eşeğin Yaşamöyküsü): Bir eşeğin ağzından çocukluktan yaşlılığına kadar geçen zamanda yaşadıkları, hissettikleri baştan sona bir yaşam öyküsünü film izler gibi anlatıyor. “Bir canlı, eşek ya da insan ne fark ediyor ki?” diyor insan öykünün sonunda, çünkü çocukluğun oyunlar içinde geçen güzel günlerin yerini sahip olduğun özelliklere göre değer görerek çalışmaya bırakıyorsun, annenin süt kokan koynundan ayrılıyor, acı ve zulmü başka ellerde öğreniyorsun. Ayrıca yaşamı böyle sanıyor, kötülük sadece salt kötülükle dünyanın döndüğüne inanıyor ve daha güzel zamanları yaşamak gerektiğini anlayamadan yaşlanıp ölüyorsun. Kalbindeki bütün iyimserlikle yaşayan bu eşek, kötülüğe kılıf uydurmakta ustalaşıyor ve kendini iyiliğin dünyasında yaşıyormuşçasına aldatıyor. Yazarın anlattığı belki mutluluğun formülüdür; her birimizin birer eşek olduğunu kabullenişin hafifliğinde birilerinin sürekli yönlendirmesi zorunluluğunun farkındalığında yaşamayı anlamaktır.
Gündüzü Kaybeden Kuş: Denizlerin efendisi, açık deniz martısı “Miho”nun hüzünlü hikâyesini anlatıyor bu öykü. Mihoyu, “Sanki kuş değildir de kanatlanmış bir köpük parçası – ne bileyim- ıssızlık parçasıdır.” olarak anlatırken denizi her şeyiyle kucakladığı kalbinin sesi duyulur. Her öyküde olduğu gibi burada da kötüler var, avcılar. Gözlerinden vurulan Miho’nun iki gözü de kör olunca gökyüzünü sahipleniyor kanatları ve uçabildiği yere kadar uçuyor uçuyor…
Neyzen: Halikarnas’ta, o antik yerde, ney sesinin yarattığı yeni alemlere düşlerinde yolculuk eden, huzurun gökyüzüne kavuşan bir çocuğun öyküsü… Öyküde titreyen karanlıklar, devrilen dağlar ardındaki boşlukta uyanan ay ışığına benzer bir aydınlıkta kendisini ve yolunu nasıl çizeceğini gören çocuk karakter Tevfik’in hayal dünyasının göğünde nasıl uçtuğunu, yumuşak adımlarla zihinde yürüyerek anlatıyor. Düşlerinden sevinçle ve içi içine sığmaz halde uyanan çocuğun kendine yaptığı ney ile gönül yolcuğunu anlatmaya koyulduğunu söylerken, hislerin unutulmaması gerektiğini okuyucuya sezdirmeden hatırlatıyor.
Haydi Süngere: Pes etmemenin, hayatın zorluklarına ayak uydurarak yine de umudu diri tutarak yaşamanın dirençli öyküsü. Denizin amansız dalgalarının öfkesine tutulan süngercilerin savrulan bir gemide dümene, direklere yaşama tutunur gibi tutunmalarını anlatıyor. “Gemi canlıymış gibi, çığlık üstüne çığlık salıyordu.” sözüyle geminin üstündeki insanların çekebilecekleri acının, yitirmenin derin boyutunu içten içe anlatıyor. Burada kişiselleştirilen ve acı çeken gemi olsa da denizin hiç suçu yokmuşçasına ve doğa olayının zalimliğini kabullenmişçesine olağan bir durumu anlatır gibi sakince işliyor cümlelerini… Denize olan sevgisinden denize hiç laf etmiyor Halikarnas Balıkçısı… Tek suçlu gemiymiş gibi… Amansız bir aşkta gözlerin kör olması, sadece gönül gözüyle görmek gibi… Bu zorlu fırtınadan kurtulma esnasına tayfanın en genci anlatıcı; gözlerine inanamayacak olayları, sonunda tam vazgeçmişken kurtulmalarını yine denize tutkun bir dille anlatıyor.
Arşipel : Ege Denizi
Halikarnas Balıkçısı, Gülen Ada, Bilgi Yayınevi Çocuk Kitaplığı, 8. Baskı, Ankara, 2022