Baki Ayhan, “Yüzyıllık Şiirimiz Üzerine Görüşler” soruşturması kapsamında Rabia Çelik Çadırcı’nın sorularını yanıtladı.

Gelecekte şiir için geçmişe dönük çalışmalar yapıldığında, şiirlerin yanı sıra şiire dair konuşulanlar, değerlendirmeler de önemli bir yer tutacaktır. Bu sebeple gelenekten ister doğrudan, ister eleştirel biçimde olsun bir şekilde yararlanılacaktır. Geçmişin veya bugünün şiirine övgü ya da yergi de bulunmak için gelecekte başvurulacağını düşündüğüm, bugünün şairleriyle yüzyıllık şiirimiz üzerine görüşlerini sordum. Geleceğe katkısı bulunması temennisiyle…
“Gelenek, bir bütündür; bütün ‘bütün’ler gibi, parçaları olan bir bütün!” (Hilmi Yavuz- Yakın Dönem Türk Şiiri)
Cumhuriyet dönemi boyunca şiir topluluklarına baktığımızda, Beş Hececiler, Milli Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir, Yedi Meşaleciler, Saf Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir, Toplumcu Gerçekçiler, Garip Şiiri, Hisarcılar, İkinci Yeniciler ve Maviciler’in oluşturduğunu görüyoruz. 1980 sonrasında ise çok seslilik oluşmuştur. Attila İlhan öncülüğünde toplanan Maviciler, İkinci Yeni’nin öncüleri olarak değerlendirilmişlerse de Attila İlhan, buna karşı çıkmış ve İkinci Yeni’yi “yozlukla” itham etmiştir.
1980 sonrası Türk şiiri, gelişme ortamını dergilerde bulmuş ve aynı dergide farklı şiir anlayışındaki şairler birlikte ürünler vermiştir.
Öte yandan, Metin Cengiz ve Yavuz Özdem çalışması olan “Yakın Dönem Türk Şiiri” kitabında şöyle yazılmıştır; Cumhuriyet dönemi şiir toplulukları için, “her on yıla bir grup, kuşak, dergi birliği vb. sığdırmak…” gibi bir durumun “karmaşık ve yorucu” etki yarattığı belirtilirek; “Oysa bu sınıflandırma İlk Dönem Cumhuriyet Şiiri, Sosyalist Anlayışta Yazılan Şiir (Nazım Hikmet’ten günümüze), Garip Şiiri (Birinci Yeni), İkinci Yeni, İkinci Yeni Sonrası olarak bölümlendirilip ona göre anlatılabilir. Ve bu isimlendirme hem gerçekçi, hem daha akılda kalıcı olacaktır.”
- Sizce Cumhuriyet dönemi boyunca şiir adına yaşanmış en önemli yenilikler nelerdir? Yüzyıllık şiir tarihimizle ilgili siz neler söylemek istersiniz?
Bâki Ayhan T.: “Gelenekten mutlaka yararlanılacak” görüşünüze katılmıyorum. Gelenek benim için bir antolojinin ötesine geçmez. Divan şiiri, ruhen de teknik olarak da 150 sene önce bitmiş bir şiirdir; kapanan bir dünyanın şiiridir. Yaşarken de zaten dünyaya açık değil, kendi içine kapalı bir şiirdi. Diriltmeye çalışmak, abesle iştigaldir. Yeni yetişen bir gencin şair olabilmesi için geleneğe bakması gerekmez; önce kendi içine baksın sonra da modern ruhla yaşayıp yazanların metinlerini okusun yeterlidir. Baudelaire okumak bu genç için, Nabi okumaktan daha yararlıdır. Bâki’nin, Fuzuli’nin, Galib’in bugünkü gence verebileceği bir şey yoktur; varsa da ancak “süs”tür. Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl, Orhan Veli, Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar ve daha pek çok şair gelenekle dirsek temasına girmeden şair olmuşlardır. Gençliklerinde kısa bir zaman yahut hayatlarının sonlarına doğru geleneğe biraz bakmış olmaları bu olguyu değiştirmez. Aslolan, karakterin yaratıldığı süreçtir. Attilâ İlhan, Necatigil, Âsaf Halet gibi şairlerse gelenekle sıkı temas kurarak oluştururlar poetikalarını. Yani, şair isterse, böyle de olabilir. Nâzım Hikmet’in durumu ikili bir yapı gösterir; hem fütürizme ve konstrüktivizme bağlanarak yıkıcı bir yoldan yürür hem de Divan ve Halk şiiri geleneklerini dışlamaz. Sorunuzda bahsi geçen “Yakın Dönem Türk Şiiri”isimli kitabı görmedim. Ne zaman yayımlandığını da bilmiyorum, o nedenle tarihsel bağlama oturtamayacağım ama Metin Cengiz ve Yavuz Özdem Türk ve dünya şiirinin tarihsel bilgisine, kanon çerçevelerine, eksen kaymalarına, katmanlı ve kapsamlı bilincine, akademik düşünce ufkuna da sahip değildir. Divan şiirini de modern şiiri de bilmezler. Bu donanıma sahip olmayanların bu tip tasniflere kalkışması kendileri adına da bizim adımıza da zaman kaybıdır. O iddiayı mihenk alarak yapılacak tartışmalar ucuz ve seviyesiz bir yerde kalır. Yapılan tasnifler “yorucu imiş”?! Biz kırk yıldır koşuyor, yürüyor ama yorulmuyoruz şiirin uzun yolunda, yorulanlar tıknefes olanlardır. Kerameti kendinden menkul olduğu için edebiyat çevrelerinde yansıma bulamamış bu tip boş iddiaları bırakıp bağımsız gerçeklere dönelim: 1923-2023 arasında yaşanan en büyük yenilik Garip şiiridir. Orhan Veli, modern Türk şiirinin en köklü dönüşümünü gerçekleştirmiş son derecede zeki, donanımlı, yetenekli ve cesur bir şairdir. Yapmak için yıkmak lazım realitesini yerli yerinde uygulamıştır. Bunu söylerken Nâzım Hikmet’in Rusya deneyimleri sonrasında fütürizm üzerinden şiirimize getirdiği yeniliği unutuyor değilim elbette. Ne var ki “Yeni Sanat” gibi manifestik bir şiir yazan Nâzım, süreç içinde Divan şiirinden, Halk şiirinden kopamayan bir estetik geliştirmiştir. Gelenekten tamamen kopan ve yeni bir gelenek yaratan şair, Orhan Veli’dir. Diğer yenilikleri tarihsel süreç içinde büyük kalkışmalar olarak değil sadece etki-tepki olarak görüyorum. İkinci Yeni’nin Garip’e tepkisi, 1960 Kuşağı Toplumcularının “Bireyci” dedikleri İkinci Yeni’ye tepkisi, 80 Kuşağı şairlerinin tepkisizliği… Özetle, İsmet Özel fena halde yanılıyor; Türk şiirinin ilk büyük kalkışması İkinci Yeni değil Garip’tir.
- Yüzyıllık şiir tarihimizde şiir toplulukları ya da bölümlendirmelere göre sizce şiir en çok hangi yıllarda itibar görmüş ve en çok hangi yıllarda itibar kaybetmiştir? Ya da yüzyıl boyunca hiç itibar kaybetmiş midir?
Bâki Ayhan T.: Bu soruyu yanıtlayabilmem için elimde istatistik olması lazım ve/fakat böyle bir istatistik mevcut değil. Edebiyat sosyolojisi alanında çalışan biri bu konuyu araştırırsa şık olur. Yine de Orhan Veli zamanında (1940’lar…) ve Nâzım Hikmet’in kitaplarının yayını yasaklı olmaktan çıktığında (1960’lar…) şiirin toplumda görece de olsa yaygın olarak karşılık bulduğunu söyleyebiliriz.1950’lerde filizlenen İkinci Yeni -her ne kadar biz şairler için baş tâcı olsa da gerçekçi konuşmak lazım- toplumda karşılığını kendi zamanında bulamamış, kıyıda köşede kalmış, ancak 90’lar ve 2000’lerde toplumsal bağlamda yerini bulmuştur. Bunun ispatı da Gezi olayları sırasında duvarlara yazılan “Turgut Uyar’ın dizeleriyiz” mottosudur.
- Geçtiğimiz yüzyılda dünyada en çok tanınan şairlerimiz kimlerdir? Ülkemizde yüzyıl boyunca en çok hangi yabancı şairler okunmuştur? Sizce şiirimizi dünyaya yeteri kadar tanıtabildik mi?
Bâki Ayhan T.: Sondan başlayayım: “Şiirimizi dünyaya yeterince tanıtmak” diye bir uygulamaya inanmıyorum. Şiir “tanıtılarak” büyüyen, yaygınlaşan, evrensel hakikatini bulan bir şey değil. Tanıtmanın şiire katkısı olsaydı bugün ülke ülke gezen, kitaplarını para karşılığı yabancı dillere çevirtip yine para karşılığı yayımlatan, para yatırıp ödüller alan şairlerin dünyada bir kıymeti olması gerekirdi. Oysa hepsi birbirinden değersiz. Şair önce kendi dilinde önemli işler yapar, sonra başka dillerin şiiriyle temasa geçeceği yazınsal bir zemine kavuşur, arkası sonradan gelir… Bisküvi, çikolata, ayakkabı, kalemtıraş, sabun, pantolon hatta TV dizisi üretip bunu dünyaya tanıtarak pazarlamak mümkün ama şiirin karakteri buna uymaz.
Sorunun baş tarafına döneyim: Yüz yıldır dünyada en çok tanınan şairimiz Nâzım Hikmet’tir. Bunun şiir dışı nedenleri de olmakla beraber Nâzım Hikmet evrensel ölçekte büyük bir şairdir ve hak ettiği üne de yaşarken kavuşmuştur. Bizde yüz yıllık süreçte en çok okunan yabancı şairler denince öncelikle açık ara Baudelaire’i söylemek lazım. Şiir tarzı, tekniği uysun uymasın her şair mutlaka Baudelaire’i okur, okuyacaktır, okumalıdır. Benim de kült şairimdir. Sonra Rimbaud, Neruda, Aragon, Lorca, Kavafis, Brecht, Adonis… Belki biraz Ahmatova, Char, cummings, Whitman…
- Geçtiğimiz yüzyılda sizce şiire/şaire yönelik baskı ve sansürün en yoğun olduğu yıllar ne zamandı?
Bâki Ayhan T.: Şair her dönem korkulan adam olmuştur. Sürülür, kapatılır, idam edilir, boğdurulur, derisi yüzülür. Nesimi, Pir Sultan, Nef’i, Dadaloğlu, Namık Kemal, İsmail Safa, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp vd. eski dönemlerden hatırladıklarımız… Cumhuriyet döneminde ise 1940’larda İnönü, 1950’lerde Menderes, 1980’lerde Kenan Evren pek çok şairi baskı altında tuttu. Onlarca şair sorgulandı, işkence gördü, hapse düştü, yaşamsal hakları ellerinden alındı. Nâzım Hikmet, Attilâ İlhan, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Hasan İzzettin Dinamo, Hasan Hüseyin, Ahmed Arif, Enver Gökçe, Can Yücel, Emirhan Oğuz, Nevzat Çelik aklıma ilk gelenler…