“Ve sonra göğe yükseldi… Öyle ki bütün dünya ona göründü” BALKAN NACİ İSLİMYELİ
Bir büyük usta, bu dünyaya izini bırakıp aramızdan ayrıldı geçtiğimiz günlerde: Balkan Naci İslimyeli… Hem belgesellerimde, hem de kişisel hayatımda onun işleri, yorumları çok çok yol açıcı, ilham verici oldu. Ömrüm oldukça sonsuz şükranla anacağım Balkan Naci’yi… Aksisanat için röportaj serisine başladığımda da önceliklerim arasında Balkan Naci İslimyeli adı vardı. Birkaç ay önce sorularımı yollamıştım; onun cevaplarını heyecanla bekliyordum ki haberi aldım… Onun için söylenecekler hep eksik kalır ve kalacaktır. Bu eksik kalmışlığın içinde o kadar çok anılarıyla geldi ki sonunda kendimce bir çözüm ürettim. Röportaj, bir şekilde tamamlanmalıydı ve yayıncı refleksiyle formüle ettim. Zaten onunla ilgili belgesel yapmıştım, onun yazdıkları kitaplıkta en kıymetli köşemde duruyordu. İş hazırladığım soruları onun cevaplarıyla buluşturmaya kalmıştı ve sadece onun söyledikleriyle ve onu hissedişimle bu sohbetin gerçekliği oluşabilirdi. Benim için de ilginç bir tecrübe oldu. Umarım ondan kalan izleri doğru takip etmiş olayım… Yokken de burada hep burada olmuşluğu için…
İSMET YAZICI: Sizin bütün resimleriniz, yerleştirmeleriniz ve tabi yazdıklarınız, bana hep, her daim olmakta olan, dönüşmekte olan, sonsuz ihtimalleriyle bir bilinmezin, insanın, varlığın, hâl oluşunu çağrıştırıyor. “Her dem şende” bir yolculuğun, yolda olanın izleri, sesleri; kimi zaman hamuş oluş haliyle öyle derin sessizliği, ama bir o kadar da bütün evreni saracak çığlığı gibi hissettiriyor. Kendi üzerine düşünen bir yolcunun, aslında kendinde bulduğu bütünlüğün seslenişi gibi… İşleriniz, izleyeni hem içine alıyor, hem dışardan baktırıyor; tuhaf gidiş-gelişli bir büyü, denge; kimi zaman bir kayboluş… Ama tabi ki “kayboluş” aslında yolculuğun olmazsa olmazı; yola çıkmak isteyen, yolculuğun seyrinde kimi zaman kaybolmayı göze alması gerekiyor; “yol” tam kayboldum derken kendini bulmak ama tekrar kaybolup yeni arayışlar için savrulmaya gönüllü olanların harcı. Biz de sizin yolunuzda biraz kaybolmayı istedik; izleri takip ederken kendimizi bulabilme ihtimalinin talibi olarak, sizin yolunuzun seyrine başlayalım istedik…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Benim resimlerimde Doğu şeması olarak, “yol” ve “arayış” teması vardır. Doğu’nun sadece resimsel düzleminde ve görsel verilerinde değil, bütün sanatsal aktarımında bunu görürüz. Yol, arayış, alanını terk etme, yeni alanlara doğru açılma ve İnsan-ı kâmil olmanın dersini bu yollarda alır insanlar. Bu yol süreci, insanların kendini, rastlaştığı ötekileri tanıması özetle dünyayı kavraması açısından bir ders niteliğindedir. Yol almayana, dünyayı görmeyene, farklılarla konuşmayana, anlaşamayana insan değeri verilmez Doğu’da. Bu çok önemli ve değerli bir şeydir. Ben o yol temasını, görsel bir izlek olarak siyah beyaz dönemlerimde, yazı resimlerimde ve cümleler serilerimde kullandım. Bütün bu yapıtlarımda, benim insan ve sanatçı olarak olgunlaşma sürecimin bir dökümünü yapmaya çalıştım.
Doğu bilgeliğinde, bir insanı olgunlaştıran ve olgunluğunun sınandığı alan yollardır her zaman. İnsan-ı kâmil olmak, bu uzun yolculuk deneyimine büyük bir özveriyle katlanmak ve bu yolculuğun içinde kendi dışındaki değerleri tanımak, onlara kendini tanıtmak, onlarla karşılaşmak, mücadele etmek ve özetle ötekini anlayarak bilgeleşmek demektir. Koptuğumuz parça, ulaştığımız parçanın aynıdır; tasavvufa dönersek; tasavvufun varoluşçu boyutuna dönersek, insan gerçekten kendisini kavrayarak başkasını da kavrar. Ve özgürleşmenin, bağımsızlaşmanın tek olmanın bir nedeni de karşı olmak değil, karşısındakini kavrayarak onun içinde erimek ve ayrıcalıklarını onun tatlarıyla birleştirerek bir bütün oluşturma halidir. Sanatın yüzyıllardan beri denediği, kurmaya çalıştığı insanlık ideali ve vicdani sorumluluk budur.
İSMET YAZICI: Bu yolculuk, bir yandan insanı bir boşluğa da bırakıyor ki o boşlukta kendi kabını doldurabilsin… Ürettikleriniz, kadim sembollerin çağrışımlarıyla, kendi zamanınızdan ve kendi kazınızdan yaptığınız yeni okumayla, insanları o anlam boşluğuna bırakırken, tabi ki müthiş bereketli bir ihtimali de doğuruyor: Hatırladıklarıyla, çağrışımıyla yeniden, kendilerini inşa edebilme ihtimalini de sunuyorsunuz insanlara… Yalnızca gül bahçelerine rastlanmayan o yollarda, yolculuğun çileli halini de bir uyarı olarak koyuyorsunuz gibi; dönüşüp kendiyle hemhal olmaya çalışanlar için “çile” yolculuğun vazgeçilmezi denir…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Beni ‘Doğu Sanatı’nda etkileyen en büyük şey; sanatın bizde bir çile, bir arınma süreci olarak algılanmasıdır. Yani insanın kendisini, nefsini, sabrını terbiye eden, dünyaya bakışını, güzelleme çabasını oluşturan bir bütünlük arz etmesidir. Yani bu öyle bir çile sürecidir ki sonunda bu çileye katlanarak sanat aracılığıyla, bir mertebeye ulaşırsınız, hem sanatçı hem de insan olarak bir anlam kazanırsınız; Doğu’nun, sanatı bu çileyle birlikte algılama boyutu, beni her zaman çok etkilemiştir; çok anlamlı bulmuştur. Bunu modern anlamda örneğin; son yaptığım videolarda da, işlerimin bütününde de kullandım.
İSMET YAZICI: Aynı zamanda işleriniz zamansız gibi gelir bana; belki de geçmişin-şimdinin-geleceğin izleri bir arada demek daha doğru; kadim arketiplerin izlerinin yanına, bugünden dokunuşlar koyuyorsunuz ve bir savruluş hikâyesi yaşayan insana, o koca boşluğun içinde, geleceğine dönük de bir hatırlatma yapıyorsunuz gibi. Bu bende biraz hüzünle birlikte hatırlayıp dönüşebilme ihtimali olanların inşa edebileceği bir hayatın umudunu da yeşertiyor; bir yeniden doğabilme ihtimalini sunuyor…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Doğu Sanatı’nda beni etkileyen ve resimlerimde de vurguladığım en önemli şey boşluk duygusudur. Boşluk, Doğu Sanatı için bir değerdir. En ayrıcalıklı plastik alandır, bir rahim alandır. ‘Tanrının boşluğu’; bütün canlıların, kâinatın yaratıldığı bir boşluk ve üzerinde konumlanan her şeyi refere eden, ona yaratılmış olan tüm varlıklara saygıyla yaklaşan, büyük anaç bir boşluk… Bu, çağdaş sanatta minimalist mantığın da özeti olarak algılanabilir. Bu boşluk duygusunun yanında, çokluk içinde sadelik, beni en çok etkileyen şeydir. Doğu mimarisine bakın önce kütleyi görürsünüz, sade bir form görürsünüz. Yaklaştığınız zaman o yüzeyler üzerinde bir gözenek inceliğinde o düzlemi yaşatan, ona nefes aldıran ince bir işçilik görürsünüz. Ama hiçbir zaman bu baroktaki gibi bir teşhir ve gösteriş düzeyinde değildir. Ana formu, ana kütleyi zarif bir tül örtü gibi kaplayan, çilekeş bir işçilik ve zanaat örneğidir. Bu yüzden Doğu’da sanatla zanaat arasındaki ayırım kıl payıdır. İkisi de aynı mantıkla, aynı duyarlılıkla, aynı varoluşsal sorunlar üzerine odaklanmış şeylerdir. Batı’da boşluk duygusu yerine alan, espas dediğimiz şey, bir mülkiyet ağırlığı taşır; mülkiyetle sınırlandırılmış bir şeydir. Teşhircidir yani kâinatın tümünden ayrılmış bir parseldir. Bunu da hicveden portre serilerim olmuştur benim, “Sahipler” başlığı altında…
İSMET YAZICI: Bellek, insanın ortak bilinçaltının derinlerine dalmak, aslında bir derya denizin de içine bırakıyor bizi. Bu anlamda çok şanslı bir coğrafyanın çocuklarıyız. Kadim geleneğin katmanlarıyla yoğrulmuş miras, o mirastan bugün yeniden yorumlayabildiklerimiz, sanıyorum sizin bütün üretiminiz açısından çok değerli.
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Benim sanatımda bir diğer Doğulu özellik de “simetri”, “yansıma” duygusudur. Kompozisyon olarak Doğu şemasına baktığınız zaman, burada ağırlıklı olarak simetriyi görürsünüz. Bu bir anlamda, yaratanla yaratılan arasında ki yansımanın da özetidir. Batı resmine baktığınız zaman, boşluk bir kaosa dönüşmüştür; boşluk duygusu bir düşünce, bir terapi alanı olmaktan çıkıp, bir kaos ve kargaşa alanına dönüşmüştür. Kompozisyon da bu kargaşayı katlayacak ölçüde girift, çarpışan ve kontrastlar üzerine dayalı bir şeydir. Tabi bu Batı Sanatı’nın geçirdiği devrimsel aşamaların sonucudur. Yeni sosyal sınıfların ortaya çıkması, bunların hak talep etmeleri, birbirleriyle kapışması, bunların sonucunda oluşan yeni değerler ve dinamizm. Doğu’nun algılayışı bütün bu kaosu bir fanilik sözcüğüyle özetlenebilecek sadeliktedir.
“Denge” serüveninde insanın dağarcığında üç temel sözcük var. Tılsımlı sözcükler bunlar. Bir tanesi “ikiz” sözcüğü, biri “ayna”, biri de “simetri”. Bunlar bir anlamda “denge” kavramıyla özdeşleşen sözcükler. ‘İkiz’ bir anlamda hem kendisi, hem de başkası olabilmenin metaforu. ‘Simetri’ yine dengenin bir metaforudur ve bir kompozisyon öğesi olarak Doğu Kültürü’nün temel yapı taşlarından biridir. Doğu simetriyi kullanır; Batı ise karşıtlığı. Bu Doğu ile Batı’nın mutluluk kavrayışlarında da biçimlenen bir tercihtir. Doğu mutluluğu karşısındakiyle özdeşleşerek, onu kendi içinde bularak ve onunla bütünleşerek sağlarken, Batı karşıtlık yaratarak, onunla mücadele ederek ve onu yenerek mutluluk peşindedir.
İSMET YAZICI: Doğu – Batı arasındaki bu bitmeyen kimi zaman gerilimli olan karşılaştırmalar, karşıtlıkmış gibi gösterilen durumlar ve vurgulara, sanıyorum en iyi sağaltıcı sanat olacaktır…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Çağımızda yüksek gerilim hattı üzerinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Dünyanın bugünkü tablosuna genel olarak baktığımızda bir yandan bir bütünleşme çabası var, bir taraftan da onla karşıt bir ayrışma süreci içindeyiz. Birbirine çelişik bu iki durumun dünyayı kültürel anlamda karıştırdığını, bir şizofrenik ortam yarattığını söyleyebiliriz. Bunun en önemli nedenlerinden biri de tabii ki geleneksel anlamda Doğu ile Batı değerleri arasında ki çatışma, çarpışma. Bunu bir felaket tezi olarak dünyanın önüne getiren düşünürler de var. Ben bu kadar karamsar değilim, bu tablo konusunda; çünkü bizim topraklarımız da doğan, gelişen ve birbirinden etkilenen, birbirini yücelterek çoğalan dinlerin, bugünkü vahşi kapışmasını geçici bir süreç olarak yorumluyorum ben. Bu sanata da yansıyor. Doğu ve Batı arasındaki gerilim, özellikle bizim gibi iki değerler sistemi arasında konumlanmış ülkelerde, bir sorun olarak görülebilir; ciddi bir yaratı dönemeci olarak da algılanabilir. Ama bizde sanat ortamını ağırlıklı olarak biçimlendiren şey, bir tür sömürge aydını bakışı… Bu yüzden bize has değerler küçümsemeyle, tepeden bakmayla, dışlanmayla karşılaşmıştır. Ağırlıklı olarak geleneksel sanatların devamını büyük bir alçak gönüllülükle yapan, yer yer onu çağdaş sanatın içinde konumlandıran sanatçılar açısından da bir saldırı konusu olabilmiştir. Görsel sanatlarda özellikle; çünkü, kendi tarihinden, kendi belleğinden, kendi geçmişinden yararlanmayan büyük sanatçı sayabilmek çok güç bugün dünyada.
İSMET YAZICI: Sizin işlerinizde, gözleyen ve gözlenen ayrımının kesin çizgilerinin, hatlarının kalmadığı bir hisse kapılıyoruz. Bu duygu özellikle “Suret” serinizde çok baskın; bütün o yansımalar yerimizi-yönümüzü karıştırıyor. Zaten sergi için gelmişleri, önemli bir sorunuzla kuşatıyorsunuz: “Suret neyin resmidir?” Bu soru, aslında o çok katmanlı, göndermeli sözle “suret”le hem anlamsal hem de yansımaları, yankılarıyla baş başa bırakıyor cevabı arayanları… “Aslı” ne? “suret” ne? Ve tabi ki çağrışanlardan biri o kadim söz: “Tanrı Âdem’i kendi suretinden yarattı “suret” belki de hakikat arayışında olanların üzerine düşünenleri, en fazla bu cümleyle tetikledi…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: “Suret” başlığının yanına “aynayı” da koyalım. İnsanın bilinçaltına yuvalanmış önemli dürtülerden bir tanesi, kendini dıştan görme isteğidir. Rüyalarımız neredeyse bütünüyle kendini dışarıdan, ikinci ya da üçüncü şahısmış gibi izlemenin sayısız fantezileriyle doludur. Ayna, bir anlamda bizim bu bilinçaltı dürtümüze doğrudan yanıt veren bir obje. Bu açıdan çok önemli. İkinci önemi şuradan geliyor bence: Ayna bir anlamda kendiyle karşılaşmanın, kendiyle yüzleşmenin ikonografik bir şeması biçimindedir. Aynaya bakan, kendi suretini gören insan, aynayla ve aynadaki imgesiyle kendisi arasında bir tür diyaloğa girer. Bir yüzleşme sahnesi yaşar.
Ayna, bir gizem alanıdır ve kendisiyle birlikte bir kimlik çözümleme sorununu gündeme getirir. Çok katmanlı, çok düzlemli, çok anlamlı bir sözcük ve nesne. Bunun için Anadolu’da büyük ölçüde cam altı tekniği kullanmıştır halk sanatçıları. Camın aynayla özdeşleşen yansıma ve yansıtma tekniğinin dışında, neredeyse ayna ile aynı bağlamda düşünülebilecek yansıma olgusunun taşıdığı sûfî anlamdan da kaynaklanır. Çünkü tasavvuf, dünyayı bir tür izdüşüm olarak görür. Bu yüzden halk sanatçıları belki de bilinçsizce ama mutlaka bilinçaltındaki önemli bir birikimle bu tür tekniğe büyük özen göstermişlerdir. ‘Sûret’ aynayla aynı anda, aynı anlamda gündeme gelen bir başka sözcük ; tasavvufi anlamda, yüz, görüntü, mistik anlamda, Tanrı’nın görünür tezahürü, dış dünyaya yansımış bir imgesi olarak algılanabilir.
Ayna, sanatın iki dürtüsüne doğrudan karşılık veren bir nesne; bir imge. Bu sanatta yuvalanmış, sanatın değerli patolojisi olarak yorumlanabilecek dikiz ve teşhir dürtülerine doğrudan cevap veren bir nesne olmasından. Gerçekte, hem seyreden hem de sanat eserini yaratanlar açısından ‘teşhir ve dikiz’ çok önemli iki karşılıklı dürtü, birbirleriyle çarpışarak çoğalan iki temel dinamiktir.
İSMET YAZICI: Yerleştirmelerinizde tuvalle yazı bir arada; resimleriniz kadar, yerleştirmeleriniz kadar, sizin yazar yanınız çok ilham verici takip edene. Sözün o sarsıcı gücü de işlerinizin çok önemli bir katmanı, yalnızca kaligrafik bir tamamlayan değil; tıpkı işleriniz gibi çok kadim bir seslenişle dile geliyor… “Söz” başlığıyla ayrıca bir serginiz de var.
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Kaynağı çizim olan yazı, desenlerimle birlikte birbirini bütünleyerek, birbirlerine dönüşerek resmin mimarisine katılırlar. Bu ilişki aynı zamanda plastik boyutta da kuruludur. Resmi aradığım, boyadığım ve düşlediğim uzun yılların çeşitliliği içinde iki kalıcı duygu sürekli benimleydi; birincisi, yol aldıkça bir labirentin sarmalında merkezin o büyülü boşluğuna çekildiğim, ikincisiyse el yazımın çizdiğim bütün “tasvir imgelerden daha gerçek ve yalın biçimde “ben”i temsil ettiğiydi. Kaligrafimdeki sismografik gerilim ve bozguncu ritim, kimliğimin çok özel bir yanıyla tam da üstüste gelmekteydi. El yazım yalnızca yaratıcı tansiyonumun bir çeşit silueti olmakla kalmıyor, resim de hep amaçladığım yalınlığı da temsil ediyordu. Tıpkı labirentin merkezindeki o arınmış ve büyülü nokta gibi.
Yazı beni yalnızca yüzeyde oluşturduğu minimal boyut açısından da ilgilendirmiyordu. Sözün biçim bulması olan ‘yazı’ kaynağındaki ilk ve derin anlamla da beni çekmekteydi. Önce “söz” vardı ya da anlatmak, anlaşılmak. Bu iletişim isteği bütün yaratıcı eylemlerin temelindeki ilk, sıcak ve derin anlamdı. Alfabeler, diller, sorunlar ve mesajlar eskiyip okunmaz ve anlaşılmaz olsa da geriye insandan insana yönelen bir temas isteği kalıyordu. Bu duygu yazılara okunmazlıkları ya da anlaşılmazlıklarıyla daha da büyüyen bir tinsellik kazandırıyordu. Bu masum jestlerdeki büyük insani boyutun hatırlayıcıları şimdi yalnız sanatçılar, yani okunamayanlar. İletişimin vahşi boyutlarda sistemleşerek sadece “yalnızlık” ürettiği çağımızda, bu trajik bozulmayı ancak yazanlar ve çizenler düzeltmeyi umut edebilir. Kodların kimliklerin önüne geçtiği, gerçeklerin, algıların ve duyguların bizim adımıza üretildiği bu çağ sonu loşluğunda sığınabilecek gerçek, dilin sessiz anlamında saklıdır. 1990’dan bu yana süregelen çalışmalarımın tümü “Dil” başlığıyla adlandırılabilir. Bireysel dil, sanatsal dil ve iletişim dilinin çelişkilerle büyüyen kaotik yapısı resimlerimin fonunu oluşturmaktadır. Kaligrafik notlarımdan çıkış yaparak tarihsel ve güncel biçimlere aynı anda, aynı mekânda, aynı şiddetle yüklediğim “mesaj”ları karmaşık bir zaman boyutundan geçirdiğim “Söz” sergimde renk ögesi de kaligrafinin yalınlığını izleyerek gri ve siyah arasındaki tonlarda gezinir. İletim ve iletişim, kimlikler ve kodlar, diyalog biçimleri, algı ve yargı, sessiz dil paradoksları zamanlar üstü bir boyutta büyütülmektedir. “Mesaj”ın temel insani anlamı; “Sır” adlı düzenlemede (1990), tarihsel yazıt biçimlerinden çağdaş televizyon monitörlerine; “Deli Gömleği” sergisinde (1991), Osmanlı büyü gömleklerinin biçim kaynaklarından, aklın yargılanması ve sınırları izleğine; “İz” sergisinde (1992), fermanlar ve yazıtlardan sanatçının özel tarihini simgeleyen günlüklere sıçrayarak biçimsel ve kavramsal bir zaman montajı oluşturmaktadır. “Zaman” serisi (1993) doğrudan zamanı ve onun arkası ve önü olan bellek ve düşleri temsil eden yapısıyla başından bu yana yaptıklarımın bir özeti olarak yorumlanmalıdır. Saatlerin içinden geçen yazılarımsa benim zamana kaydetmek istediğim şeylerin tümünü temsil eder. “Söz” adlı son düzenlemede çağdaş medya kültürünün yaygın diyalog sembolleri olan konuşma balonları içine tarihsel kaligrafik dokular kaydedilmiştir. Bu formlar, kendi içlerinde yaygın diyalog alışkanlıklarımıza ironik bir karşılık oluşturmaktadır.
Önce “söz” vardı, öyleyse bütün suskunluklar ve susturmalar geçicidir. Sanat konuşmaya devam edecektir.
İSMET YAZICI: Zamanımızda sıkça kullanılan “Güncel Sanat” kavramı üzerine görüşünüzü almak isterim…
BALKAN NACİ İSLİMYELİ: Dünyanın her yanı belli bir pazar mantığıyla işgal edilmekte ve tek tipleştirilmektedir. Buna direnmek lazım. Bunun yan tezlerinden biri de sanatın genel geçer ölçülerini, özellikle çağdaşlık ölçülerini Batı da demiyorum, sistemin ekonomik sistemin talepleri doğrultusunda biçimlendirmek, çok güncel, çok sığ, belleği olmayan, geçmişten beslenmeyen, dolayısıyla geleceğe ilişkin hayaller kuramayan bir standardizasyon çabası var sanat alanında da. Bütün bunların kırılması bireysel enerjilerle mümkün çünkü bu kuşatmanın sözcüleri var, aracıları var, bütün dünyada sanat sirkülasyonunu sağlayan bu aracıları vasıtasıyla dünya sanatı da ele geçirilmiş bir pazar halindedir bugün. Peki, ne yapmalı? Gelenekle çağdaş sanata ve bunların ilişkisine tekrar tekrar dönerek bakmakta yarar görüyorum ben. Biz konum olarak Doğu’dan da Batı’dan da çok önemli referanslar alabilme, bunların içinde yaşayabilme şansına sahip bir ülkeyken kendimizi çaresiz, aidiyetsiz ve yalnız yorumlamakta direniyoruz. Aslında bütün cereyanların, bütün dinlerin ve onun yarattığı din değerlerin bir geçiş alanı üzerinde köprüsü üzerinde yaşamanın sancıları yanında büyük avantajlarını da yaşamış olmamız gerekir. Bunun için herhangi bir şablona ve ürküntüye kapılmadan, tarihimize doğru dürüst bakmak, alıcı gözüyle bakmak ve hayallerimizi bunun üzerine inşa etmek ve ekonomik sistemin oluşturduğu güncel sanat kalıplarına – ki güncel sanattan kastedilen tüketilebilir ve atılır sanat – kalıplarına karşı direnerek, böyle insanların yetişmesine çaba göstererek, bu krizi aşabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü sanat tarihinde gerçek verimlerin, dünya sanatından ama öncelikle kendi coğrafyasından ve tarihinden özgürce, korkusuzca yararlanan ve bunları yüceltebilen bunları ileriye götürebilen sanatçılarla dolu olduğunu onlarla ayakta kalabildiğini görüyoruz.
İSMET YAZICI: Çok teşekkür ediyoruz… İziniz sonsuza dek yaşasın…