Edebiyat üzerinden sorulmuş uzun ömürlü soruların kabak tadı vermekten başka bir işlevi olmadığını söylemek büyük haksızlık olur. Her saçma soru bir devrimin yolunu açmasa da belki de en büyük devrimleri bu sorulara borçluyuz. Ama “edebiyat devrimlerine ihtiyacımız var mıydı?” derseniz onu da yıllarca tartışabiliriz. Cehaletin hunharca savunulup her anlamda büyütülmeye çalışıldığı bir ülke değiliz ya!
“Şiir nedir?” gibi üstünde düşünmek isteyenler için farklı kapılar aralayan, ama edebiyat klişelerinden sıtkı sıyrılanlar için alay edilesi bir konu haline gelen klasik sorulara yenileri eklenemiyor. Söyleşilerde, yazılarda ya da canlı programlarda üstüne saatlerce konuşabildiğimiz konulardan sonra cevabın bizi bile tatmin etmediği bir soru çıktığında hiç olmazsa yeniden düşünme fırsatımız oluyor. Kadın şairlerin son dönemlerde ağırlıklı olarak Füruğ Ferruhzad, erkeklerin de karizmatik bulup kendi isimlerini yanına yakıştırdıkları iki ya da üç şair üzerinden açıklamaya çalıştıkları yazın dünyalarına eklemlenmiş her soru, bir süre için algıyı meşgul etmekten öte anlamlar içermiyor ne yazık ki. Ama bazı soruları hep birlikte tartışmak daha eğlenceli içerikler yaratabilir.
Öykücü dostum Özgür Çırak’ın bir canlı yayına soru olarak gönderdiği “şairler neden sürekli kavga ediyor” sorusuna verdiğim yanıt beni de tatmin etmemişti doğrusu. Bu soru bizim de aramızda konuşmadığımız bir konu değildi kuşkusuz. Konuyu genellikle şairlerin etkinlik alanları üzerinden açıklamaya çalışmak gibi bir kolaycılığa kaçabilirdik. Zaten genellikle bu yöntem tercih ediliyor. “Dergiyi de şairler çıkarıyor, yayıncılığı da genelde onlar yapıyor, onlar edebiyata daha çok kafa yoruyor” gibi aslında nesnel karşılık bulması oldukça zor yanıtlar vererek konuyu geçiştirmek yerine biraz daha analitik düşünceler üretmenin zamanı gelmişti. Çünkü pandemi sürecinin yarattığı yılgınlıklar ve toplumsal zekâ küçülmesi sürecinin yeni deneyimlere ihtiyacı vardı. Artık eski deneyimlerin bireyleri değiliz.
“Şairler neden kavga eder?” sorusunun analizini daha kalifiye bir çizgiye getirebilmek için her şeyin başladığı yere dönmek gerekirdi. “Şiir nedir?” sorusuna. Aragon, Neruda, Mayakovski gibi yazılarımıza alıntılarını ekleyince kendimizi daha güvenli hissettiğimiz şairlere gitmeyi düşünmemiş değilim. Ama beni tatmin eden yanıtı aslında yıllar önce bulduğuma göre oradan ilerlemenin ne sakıncası olabilirdi ki? ‘Her kitabın El Kitabı’, Gökçenur Ç.’nin aynı zamanda ilk kitabı. Orada dikkatimi çeken şu ifade beni aradığım tanıma ulaştırmıştı zaten:
“Ğ ile başlayan bir sözcük arıyorum Türkçede”
Bunu daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. Yeryüzündeki tüm şairleri burun kıvırarak okumaya başlayıp bıraktığı etkiyle kendimi yenileme serüveni içinde bu dize beni şu tanıma ulaştırmıştı: Şiir Türkçede Ğ ile başlayan bir sözcük olmadığını bildiğin halde aramaya devam etmektir. Bütün şairler ısrarla arıyor muydu gerçekten? Ya da sadece şairler miydi arayan? İki sorunun da cevabı olumsuz elbette. Ne tüm şairler aramaya devam ediyordu ne de sadece şairlerdi arayan. Ama nedense kavgasız bir hayatı kuru fasulyesiz pilava benzetenler onlardı. Madem şairin hayatı şiire, ayrılıklar da sevdaya dahil bu durumda şairleri dört bölüme ayırmak zorundayız. İlgisi olmasa da tezimize Attila İlhan’ı, Cemal Süreya’yı dahil etmenin ne sakıncası olabilir ki…
Türkçede Ğ ile başlayan bir sözcük olmadığını bildiği halde aramaya devam eden şairlerin, benzer tavırlar sergileyenlerle de bu kategorinin dışında kalan şairlerle de sürekli sıkıntılar yaşadığına tanıklık edebiliriz. Ekmek alırken bile fırıncıyla içerik kavgası yapması muhtemel bu kesimin gerginliği bulundukları kulvardan kaynaklanıyor. Çok fazla ortak paydası olmayan bu gruptaki şairlerin aralarındaki ortaklık temel bilgi ve tarihsel tutarlılık olarak göze çarpıyor. İşin sonunda arayıştan uzaklaşmış şairlerden şiirden de uzak durmalarını, arayışa devam eden şairlerden de kendi belirledikleri güzergahlarda dolaşmalarını beklemektedirler. Bu alanda kavga artık bir şair ritüelidir.
Türkçede Ğ ile başlayan bir sözcük olmadığından emin olduğu için arzu ettiği sonuca ulaşmakla ilgili ümidini yitirmeye başlayan şairler benzer durumda olduklarını düşündükleri şairlerle dayanışma içinde görünseler de kişisel gerginlikleri, kendilerini sürpriz tartışmaların içinde bulmalarıyla sonuçlanır sıklıkla. Kavgalarında çoğunlukla suçlama ve sitem olsa da bu kategorinin şairlerinin genelde haklı olduklarını söylemek mümkün. Çünkü kavga meselesi haline getirdikleri konular genellikle doğanın kanunlarıyla özdeşlikler gösterir ve isyanları çoğu zaman bunadır. Adil olunmasının mümkün olmadığı konularda adalet vurgusu yapıp kendilerince toplumsal değerler üretirler ve kutsiyet vurgusu yapıp bunlara inanırlar. İzledikleri belgeselde geyiği yiyen aslana savaş açarlar. Bazen aslanların geyikleri yememesi gerektiğine dair bildiriler yayımlarlar.
Türkçede Ğ ile başlayan bir sözcük olmadığını bildiği için yirmi sekiz harfle şiir yazdığını ilan edip daha işin başında diğerlerinden ayrılan şairler her kavgaya mesafelidirler ve genellikle kavgaların kendileri yüzünden çıktığını sanırlar. Ticari konularda ikinci grubun şairleriyle ortak hareket eden bu grup dayanışmaya en yatkın gruptur ve performans odaklı düşünce yapıları yirmi birinci yüzyılın genel özellikleri ve dijital çağın avantajıyla onları daha görünür kılar. Bu kategorinin şairleri kavganın öznesi olmazlar çoğu zaman. Duruma göre bazı kesimleri görmezden gelip bazı isimlerin altını çizmeyi elit bir tavır zannedebilmektedirler.
Bugün edebiyata musallat olmuş ve en büyük sorunu yaratan şairleri, Türkçede Ğ ile başlayan bir sözcük olmadığını bilip yine de dışarıya karşı arıyormuş gibi görünen kesim olarak tanımlamanın bir sakıncası olmasa gerek. Onlar şiir çalışırken yeniyi aramayı Amerika’yı yeniden keşfetmek olarak ele alıp bunu yapanlarla içten içe alay etseler de diğer taraftan önemli bir şey yapıyormuş gibi hareket ederler ve bir kesimi de buna inandırırlar. Sıklıkla fotoğraflarda gülümseyen ve hangi konuda ne düşündükleri tam olarak belli olmayan bu kesim esnek manevra kabiliyetine sahip oldukları için tüm edebiyat kavgalarının gerekçesi olarak karşımızda dururlar. Kan kardeşleri kimse iyi şair odur. Dergiler kan kardeşlerle hazırlanır, kitaplar kan kardeşlerle çıkarılır, şaraplar kan kardeşlerle içilir, ödüller kan kardeşlerden gelir, kan kardeşlere gider. Kişisel ilişkilere baktıkları açı gereği üçüncü grupla benzerlikler gösteren bu grubun sosyal medyayla ve edebiyat ortamıyla ilişkisi seçkincilik ilkesine göre değişkenlikler gösterebilir. Düzenli olarak belli bir kesimle muhatap olmamayı seçkin olmak olarak ele alan bu grubun hayatında hiçbir ayrıntıyla ilgili tutarlılığa ihtiyaç duymadığını görürüz ve günün gereksinimine göre hareket etmeyi zekâ gösterisine dönüştürdüklerini düşünürler. Bu grubun dışında kalanlar bir araya geldiklerinde bu yapıyı yıkmak gerektiğini söyleseler de yalnız kaldıklarında bu gruba dahil olmanın yolunu ararlar. Bu kategoride ‘düşene bir tekme de sen vurculuk’ gibi birtakım teamüller üzerinde uzlaşıldığı için aralarında görünenler kaçınılmaz olarak kendini seçkin zannedebilir.
Bu dört grubun dışında kalan şairler olduğunu düşünüyorsanız onları da kavgayı dışarıdan izleyip coşkusu yüksek olanın gazıyla bir yerlere konuşlanmaya çalışanlar diye bir kategori de tanımlayabilirsiniz. Ama onlar tezahürat gereksinimi için kullanılıp bir kenara bırakılmaktan başka bir seçeneğe sahip değildir.
Şairin kavga etmek için bir gerekçe üretmeye ihtiyacı yoktur. Yapısal açıdan şiir, içine çektiği herkese kavga için bir gerekçe üretecek güce sahiptir. Şairin hiç değişmeyen bir formülle düzenli aralıklarla gerçekleştirdiği bir işlem, tavrını da belirlemektedir. Şiire ömründen ayırdığı zamanın onda oluşturduğu donatıyı sahip olması gerektiğine inandıklarından çıkaran şair sonuca bakar. Sonuç sıfıra çok yakınsa, yani edinimler ve arzular birbirine yakınsa şair çoğunlukla etrafı çok fazla muhatap almaz. Edinimler asla beklentilerden büyük olamaz. Edinimlerinin beklentilerinden büyük olduğunu iddia eden bir şairle tanıştıysanız lütfen derhal nabzını kontrol edin. Çoktan ölmüş ve bunu fark edememiş olabilir. Beklentiler ile edinimler arasındaki fark büyüdükçe bu sefer diğer şairler üzerinden benzer bir formülle hesaplamalara girişir şair. Diğer şairin layık olduğuna inandıklarından o şairin tahmin edilen edinimleri çıkarılır ve kılıçlar bu formüllere göre bilenir.
Bu iki formülün hayatta da karşılığı yok mudur? Hayatın hangi alanında kavga daha farklı bir gerekçeyle ortaya çıkar ki? Ya da bu kavgadan muaf olan bir hayatı olan var mıdır? Belki de sormamız gereken soru şairlerin neden kavga ettiği değildir. Belki de diğerlerinin neden kavga etmediğini sorgulamak bizi daha farklı açılımlarla tanıştırabilir.